Osman Sevim, Gürsel Aydın’a ait “Betona Kazılan Müebbedin Güncesi” adlı kitabı Haksöz Haber okuyucuları için değerlendiriyor:
Ne zaman “içerdeki hayatı” anlatan herhangi bir kitabı okusam “cezaevinin”, hâkim güçlerin gerek ad(l)i suçluları, gerekse de siyasi muhalif ve muarızlarını cezalandırma, korkutma, kuşatma, sindirme, uslandırma ve nihayetinde onları kontrol altında tutma araçlarının başında geldiğini tekrar görürüm. Herkesin ve her kesimin oraya uğrama ihtimalinin olduğu mezarlıklar ve hastaneler kadar "sıradan" ve "olağan" yerler olduğunu; ayrıca hayatımızın bir gerçeği ve de bir parçası olduğunu tekrar anlarım. Hapishane, “hareket” halinde olanların (özellikle siyasi-politik kişilerin) yollarının üstünde bir durak, bir dinlenme, durup düşünme, bilenme yeridir. Kendine varma, kendine gelme, kendinden geçme, yani ‘kıvam bulma’ yerleridir, bunu da hafızama kazırım.
“Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir.” der Cemil Meriç. Cezaevleri, kişilerin bütün zırhlarından, makam ve rütbelerinden ve maskelerinden soyunmalarının / sıyrılmalarının gerçekleştiği yerlerdir. Herkesin apaçık ortada olduğu, ortada kaldığı "şeffaf müzelerdir"! Görünen ve görünmeyen tüm duygu ve düşüncelerin yeşerdiği, filizlendiği, çoğaldığı, mümbit / velut‘ insan tarlalarıdır. Okumaların, yazmaların, tasarı ve hayallerin ‘gerçeğin’ canına okuduğu; çanına ot tıkadığı yerlerdir. Daracık mekânlarda doğan, emzirilen, büyütülen ve çoğaltılan dünyaların ‘toplama kampı’dır. Her telden, her türden, her yaş ve her cinsten "suç" ve "suçluya" kucak açan yeryüzü özentili mekânlardır. Herkesi itiraz etmeden kucaklayan, barındıran, besleyen… Korku ve şüphenin hâkim; güven ve itimadın mahkûm olduğu ender yerlerdendir. Bu yüzden orada her şey anlamlı, önemli ve değerlidir.
Alfabedeki harfler sayısınca cezaevi çeşidi vardır! (E, F, D, M, K… veya özel, askerî, kapalı, açık, yarı açık, tarım, tutuk veya hüküm evi vs.) Ama adı, çapı ve ‘tipi’ ne olursa olsun cezaevi cezaevidir; dar, kasvetli, eni kısa, boyu uzun duvarlar silsilesi; ayrılık, hasret ve umut yeri; taş, beton ve demir yığını… Kişinin uyurken, otururken, düşünürken, konuşurken ve volta atarken dahi ‘bedeni içeride, ruhu dışarıda’ olduğu yerdir… Cezaevinin mektubu, şiiri, ağıtı, türküsü, duası, tespit ve temennisi mahkûmları kadar bir ve benzerdir birbirine. Yanık eserlerden tüten duman onun ‘içerden’ ve en içten doğduğunu hemen ele verir!
Yazar Gürsel Aydın’a ait “Betona Kazılan Müebbedin Güncesi” adlı kitabını okuyunca yukarıdaki satırları tekrar yazma gereğini hissettim.
Kitap, yazarın havasını solumak zorunda kaldığı mahpushanenin o sırlı hayatını bütün açıklığıyla gözlerimizin önüne seriyor. Uzun bir süre ikamet etmek zorunda kaldığı "ölüler evi"/mahpus damı; muhatap olduğu kişi, kurum ve muameleler, şahit olduğu olay ve olgular; okuyup değerlendirdiği kitap ve dergiler; yazdığı ve de çeşitli süreli yayınlarda yayınlama fırsatını bulduğu şiir, deneme ve mektuplar; yüksünmeden taşıdığı "amatör" duygu ve düşünceler; eni kısa boyu uzun duvarları aşan marş, ağıt ve türküler… vs. Kısacası, yer yer özgürlüğe el koyan, yer yer de özgürlüğe kaçışı kolaylaştıran herkes ve her şey..
Yazar, işte tüm bu "anılar denizinde" hem kulaç atıyor, hem de bu yüzme, yolculuk esnasında değerli bulduğu his, düşünce, kişi ve olayları bir bir okuyucu ile cömertçe paylaşıyor.
Yazar, okuyucuyu bazen sabahın erken saatlerinde uyandırır. Ama çoğu zaman da gecenin alacakaranlığında ellerinden tutarak çok uzun bir yolculuğa çıkarıyor gibidir. Kamu sıfatlı ve suratlı mekânların “çiçeklenişini” müjdeliyor bıkmadan. Yeni bir yol, yolculuk, mekân ve kişiler ile buluşturuyor, karşılaştırıyor, tanıştırıyor. O yabanıl ve el-göz değmemiş hayatın gizlerini usulca meraklı okuyucunun kulağına fısıldayıp faş ediyor. “İçerdeki” hayatın o kışkırtıcı sırlarını, merak edilen o dramatik veya trajikomik anlarını bin bir emekle sarıp sarmaladığı yürek zulasından/kumbarasından, göz ve el çıkınından çıkarıp önümüze koyup sergiliyor. Bunu okuyan, buraya uğrayan herkes ihtiyacı kadar bu hazineden nasiplenecektir artık.
Kitapta en yalın şekliyle şunu çıkarabiliyoruz: kişi içerde, imkânları nispetinde Allah’ın razı olduğu bir şekilde yaşarsa ve ayrıca akıl, vicdan, kimlik-kişilik ve sosyal ilişkilerini sağlıklı bir şekilde korursa içerinin ‘dışarıdan’ pek farklı olmadığı görülecektir. Allah’a yakın olmak isteyenlerin yine Allah tarafından kayırıldığı ve korunduğu, kalplerine el konulduğu, sabır hazinesi bahşedildiği anlaşılmaktadır.
Keşke yazar, cezaeviyle tanıştığı ilk senelerde yani 1994'ten itibaren günlük tutmaya başlasaydı. Anladığım kadarıyla 2000’den sonra düzenli olarak günlük tutmaya başlıyor. Notlarını erken alsaydı, yazsaydı eğer geçmişe, yaşananlara ve yaşanmışlıklara dair daha güzel bir murakabe ve muhasebe dökümü/çetelesi ortaya çıkarabilirdi, diye düşünüyorum. Ama okuyucunun yazarı mazur görmesi gerekiyor, diye düşünüyorum. Olağanüstü ortamların azizliği işte! Bazı durumlarda her istediğinizi yapamaz ve yazamazsın.
Kitap, harikulade bir azmin; en çok ta kitaplar ve dost(luk)lar üzerinden bitmeyen bir hakikat arayışının en güzel semeresi gibidir. Hayatta ve ayakta kalmak, “durulmak” ve “arınmak” için biteviye düşünmenin ve yazmanın haykırmak ile eş değer olduğu o mekândan sıyrılışının tanığıdır. Ayrıca bu kitap, dört duvar arasında ham şekliyle doğan insanların, düşüncelerin zamanla ve sabırla nasıl olgunlaştığının da vesikasıdır. 25 yıl boyunca içerde kalan ve fakat buna rağmen “insan kalmaya” özen gösteren insanların bitmeyen “insani” çaba ve gayretinin güzel bir panoramasıdır bu.
Kitap, İslami kesimin 90’lar ve 2000’lerde maruz kaldığı zorluklar; o dönem “Müslüman mahkûmların” yaşadığı ve oluşturduğu cezaevi geleneği ve müktesebatına dair derlenmiş değerli bir eserdir de. Bu haliyle bile ilgiyi hak ediyor. Dili sade ve oldukça akıcı. İçten, samimi ve sahici. Mahkûmiyet yazara, bir “imtiyaz” değil bir “sorumluluk bilinci” yüklediği için satır ve sayfalardan kibrin, minnetin, sitemin, içten pazarlığın esamisi okunmuyor. Bu yüzden kitap, hacimli bir eser olmasına rağmen polisiye romanı tadında! Her sayfa merak arttırıcı ve kışkırtıcı. Bilgilendirici ve yol gösterici. İroni ve acı gerçeklik iç içe. İçerden dışarıya doğru tutulan değerli ve dengeli bir ayna. Hâsılı; kitap, adeta biz dışarıdakilere içerden ve en içten bir sesleniş. “İçerdeki” hayata ve kısmen 90’larda olup bitenlere ilgi duyanlar için tavsiye ederim.