CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, aldı gazı, gözü kapalı gidiyor.
Baktı ki halk “demokrasi nutukları”nı pek seviyor.
O da, bol kepçe dağıtıyor,
Dün Ankara’nın Bala ilçesine gitmiş, oradan sesleniyor Kılıçdaroğlu: “Biz isteriz ki bu ülkede demokrasi olsun, özgürlükler olsun. Bu ülkede demokrasinin önünü kesen bir şey varsa, gelin hep beraber düzeltelim.”
Söylemesi kolay da. Ya yapması?..
Yapmaya gelince, işler komisyona havale ediliyor.
Hem de 20 yıldır tartışılan konular.
Ne mesela?
Başörtü konusu, mesela. Başörtü yasağı, hem demokrasiye, hem de özgürlüklere aykırı değil mi?
Aykırı.
Buyurun, demokrasinin önünü kesen bir şey işte. Hep beraber düzeltin.
Niye düzeltemiyorsunuz?.. Niye “Biz o konuyu, komisyona havale ettik. Raporun hazırlanmasını bekliyoruz” diyorsunuz?
Halktan yetkiyi, komisyon mu aldı, yoksa siz mi?
Halkın önüne çıkan siz, vaadlerde bulunan siz!
Sonra sorunu çözmeye sıra gelince, “Komisyon” diyorsunuz.
Hani nerede samimiyet? Nedir bu; başörtü konusunu çözmek için, “Komisyonu bekliyoruz” bahaneleri öne sürüp, işi yokuşa sürmek?..
AK Parti’nin ve MHP’nin görüşü, 2008’de ortaya çıkmış. Bir Anayasa değişikliği yapılmış. Siz de çıkarsınız, “Bizim görüşümüz de şu” der, olayı bitirirsiniz...
Ama, sorunlar böyle pratik şekilde hiç çözülür mü?
Sorun çözülürse, CHP nereden nemalanacak?
Sorunu böyle ortada bırakacak ki, muhafazakâr kesimlerden de, milletvekili seçimlerinde oy alma ümidini kaybetmesin!
Dün Bala’daki konuşmasının devamında ne diyor Kemal Bey?
“Darbe olursa o tankın önüne önce ben çıkacağım. Kimse kimseyi korkutmasın.”
Breh, breh, breh!..
Kemal Bey, darbe olduğunda tankın şoförlüğünü yapmasın da, başka bir şey istemeyiz biz..
Şu anki konjonktürde, darbe ihtimali yakın gündemde pek görünmüyor diye, böyle bol keseden demokrasi dağıtıyor Kemal Bey.
Baktı tankların depolarına.. Benzin kalmamış..
Hemen başladı açıklamalara. “Tankın üzerine çıkarız, tankın önüne geçeriz!..”
Şu an o tankların, yola çıkacak benzinleri yok ki!
Benzini olmayan tankın üzerine, çocuklar da çıkar.
O tankların benzinleri, işbirliği içinde olduğunuz kartel medyası ile doldurulduğu günlerde nerede idiniz siz?
Mesela, Sincan’da tanklar yürürken, tek kelime etmiş miydiniz?
“Ben o tarihte bürokrattım” diyecek Kemal Bey.
Peki, o tarihte bürokrattınız. Bürokratlığa nokta koyduğunuzda, ilk müracaat ettiğiniz parti hangisi oldu, onu açıklar mısınız?
Tankların sayesinde Başbakan olan Bülent Ecevit’in partisi değil mi?
Tankın üzerine çıkacak cesareti olan adam, tanklar sayesinde Başbakan olan politikacının partisinden aday olmak ister mi?
Ecevit, 11 Ocak 1999’da Başbakan koltuğuna oturtulduğunda, kaç milletvekili vardı? 550 milletvekili içinde, sadece 76 milletvekili, değil mi?
Böyle bir partiden aday olurken, hiç utanmadınız mı, “Meclis’te % 15 milletvekili sayısına sahip bir partinin genel başkanı, Başbakan yapılmış.Demokrasi dışı güçlerin başbakan yaptığı adamın partisinden aday olmak, demokrasi düşmanlığıdır” diye..
Bunların hepsi geçmişte kaldı ise.. 2002’de TBMM’ye girdiniz.
“Genç subaylar rahatsız” manşeti atıldığında, ne dediniz?
“Tankın önüne ben geçerim” dediniz mi? Hayır..
YÖK değiştirileceği zaman, rektörler Genelkurmay’dan aldıkları destekle tehditler savururken, “Meclis’e yapılan antidemokratik baskının önünde biz dururuz” dediniz mi?
Hayır.
Cumhuriyet mitingleri düzenlenirken, “Bu Meclis’e Cumhurbaşkanı seçtirmeyiz” naraları ile sokak kabadayıları orada-burada tehditler savururken, çıtınız çıktı mı?
Hayır.
27 Nisan bildirisinde ne buyurmuştunuz? Sessizlik, sessizlik, sessizlik.. Değil mi?
Peki şimdi ne oldu da, tankın önüne çıkacak cesaretiniz geldi?
Yoksa tanktaki benzinin bittiğini mi farkettiniz?..
Depoya azıcık benzin konulsa, hemen direksiyona mı geçersiniz yeniden!..
VAKİT