"Benzersizlik" Anlatısı ve Aynılaşma

İsmail Kılıçarslan, bireylerin acziyetini kabul etmek yerine sürekli "benzersizlik" iddiasında bulunmalarını "ateşten bir çukur" olarak ifade ederken, çıkış yolu olarak bireyin sınırlarını ve acziyetini kabul etmesini öneriyor.

İsmail Kılıçarslan/Yeni Şafak

Benzersizlik anlatısı ya da senden sekiz buçuk milyar daha var

Gözden kaçırdığımdan değil. Nice zamandır yazmak isteyip de bir türlü sıra düşüremediğimden. Nasip bugüneymiş.

Genco Ecer imzalı, Hande Yener’in icra ettiği, 2023 çıkışlı bir şarkı var. Adı “Benden bi tane daha yok.” Kötü müzik, kötü icra ve çok kötü bir klip. Ama şarkının ilgilendiğim kısımları bunlar değil. İlgilendiğim kısım, şarkının, bugünün dünyasını tam tamına kavramış olan sözleri. Şöyle o sözler: “Işığımı güneş bile kıskanır / bir bakışıma ortalık alev alır / göz göze gelen negatiflerinden arınır / açılır kapılar önüme halı atılır / aura meselesi bu şekerim / tutarım istediğim anda hala tekelim / ben tekim ve hepinize yeterim / gerektiğinde beterim / benden bir tane daha yok / ben tekim ve muadilim yok”

Sadece onaylanma arzusuyla aynılaşan, ötekini, başkayı, negatifi ve yarayı hayatın her alanından kovan “like toplumu”nun tıpatıp birbirine benzeyen insanlar oluşturmak dışında hiçbir numarası yok. Kendini olumlamaktan helak olan insanların fazla ışıklandırılmış, fazla yakınlaştırılmış, bütünüyle pürüzsüz hale getirilmiş büyük bir pornografinin içinde yaşayıp gittiği bir toplum like toplumu.

Chul Han, bütün “büyük saydığımız” batı düşünürleri gibi, bu like toplumunu, buna karşı ne yapacağımıza dair hiçbir çözüm önerisi ortaya koymadan mükemmelen anlatıyor Ötekini Kovmak kitabında. Çözüme dair cesaretle söz alamamak tam tamına büyük ve kocaman bir hastalığıdır batı düşüncesinin ama bu bahs-i diğer. Bunu sonra konuşuruz.

Bana kalırsa like toplumunun insanları yankı odalarında yaşayan “aynı”lar haline getirirken kullandığı en başarılı yöntem, muhatap olduğu sekiz buçuk milyar insanın sekiz buçuk milyarına da bir “benzersizlik anlatısı” pazarlama kabiliyeti.+

Bu anlatı, insanları üretim ve tüketim zincirinin kopmaz, bölünmez parçaları haline getirip aynılaştırırken aynı zamanda insana sürekli “benzersiz” hissettirmeye dayanıyor. Ve kabul edelim çok başarılı.

Hindistan’ın en uzak ucundan Alaska’nın en uzak ucuna kadar aynı düğünün tıpkısının aynısından otuz beş milyon kez yapılmış olmasına rağmen geline de damada da o düğünü ilk kez kendilerinin yaptıklarını hissettirmekteki organizasyon başarısıyla sınırlı kalsaydı bu anlatı, derdik ki “olur yahu, normaldir.” Ancak çok daha ötesi var. Aşk, yas, nefret, öfke, sevgi, ilgi gibi duyguların tamamında da birbirine benzeyen insanlar oluşturup aynı zamanda o insanları “benzersiz” olduklarına ikna etmek çok korkutucu. Daha da korkutucu olansa koca bir dünyayı, kendini ispat etmek için “ben yaşıtlarımdan çok farklıyım” diyen her yaştan ergenlerle doldurmak.

Duygularımız, tepkilerimiz, tercihlerimiz ve artık neredeyse reflekslerimiz bile doğrudan doğruya birer “paketlenmiş ürün”e dönüştürülmüş durumda like toplumunda. Her seferinde milyarlarca insanla aynı şeyi düşünmemizi sağlamanın ticari başarısı ise tartışmasız çok büyük.

Yine de her bireyin, herkesin dilinde bir “ben kimseye benzemiyorum” cümlesi. Yok yok. Sen, bütün tercih, duygu ve düşünce setlerinle tam olarak bana benziyorsun. Ben de bütün tercih, duygu ve düşünce setlerimle tam olarak sana benziyorum. “Ben” ile “sen” sadece birbirimizi onayladığımız sürece “biz” haline geliyor ve bu biz, o onayın sekteye uğradığı ilk anda ortadan dağılıyor. Ama ne gam. Derhal yeni bir “biz”e doğru yelken açmanın ve yeniden onaylanarak like toplumunun bir dişlisi olmanın tüm yolları hızla önüne seriliyor biz “benzersiz birey”lerin.

İşte tam burada dönemin ruhunu yansıtma konusunda bir şaheser metne dönüşüyor Genco Ecer’in şarkı sözleri: “Benden bi tane daha yok / ben tekim ve muadilim yok” Devamı belki de şöyle olmalıydı: “Onayla ve beğen de var olayım / kendimi var sanayım”

Burada bir yanlış anlamanın önüne geçeyim. Genco Ecer, bütün bu benzersizlik anlatısının farkında olarak yazmış değildir bu sözleri muhtemelen. Ama pop müzik böyledir zaten. Dönemin ruhunu içselleştirmiş insanların yazdığı şarkılarla devam eder yoluna.

“Ben tekim ve muadilim yok” cümlesi doğrudan doğruya narsist ve depresif yeni insan türünün içinde bulunduğu sefaleti sloganlaştıran bir cümle. Onaylayıcıları ne yaparsa yapsın bir türlü “özel hissedemeyen” ve fakat sürekli çok benzersiz, acayip değişik biri olduğunu kurgulayarak kocaman bir yalnızlıktan ibaret olduğunu bastırmaya çalışan insanın sefaleti.

Benzersizlik anlatısının insanı götüreceği tek yer “ateşten bir çukurun” tam kenarıdır. Bu çukura düşmemenin tek yolu ise “kendisine benzemekle şereflenilecek biricik rol model”e kendimizi hizalayabilmektir. Bunun artık “mümkün” olmadığını bile bile elimizdeki tek “hayatta kalabilme” seçeneğinin bu olduğunu hatırlatmaktan geri duramayız.

Tanrının artık insan olduğunu iddia eden bu sapkınlıklar ve sınırsızlıklar diyarında elimizdeki tek hakiki çıkış, acziyetimizi adam gibi kabul edebilme cesaretidir. Başkaca her formülün sonu bu dünyada da öteki dünyada da cehennemdir. Başkası değil.

Yorum Analiz Haberleri

Değerlerin erozyonu ve toplumsal çözülme
Kurtuluşun tek çaresi Allah'a dönmektir
Mazlumlar için elimizden geleni yapıyor muyuz?
Sudan’daki eşkıyalar siyonist eşkıyalarla yarışta
Acemoğlu'nun bahsettiği Atatürk dönemine bir bakış