Önce, düne aid ve de resmî yayın yaptığından ağır başlı olduğu söylenebilecek TRT yayınlarında, resmî ideolojinin ‘çoçuk bayramı’na dair, saatlerce anlatılan, ciddiyetsiz, komik ve hattâ ‘kişiye tapınma’ törenlerini hatırlatan konularda birkaç söz söyleyelim.. Resmî kanallar böyle olunca, özel kanalların büyük ekseriyetinin nasıl bir ‘laik çılgınlık’ yaptığı- yapacağı tahmin edilebilir.
Acaba, M. Kemal de, kendinden önceki dönemin sultanlarına, padişahlarına böyle medhiyelerle mi eğitilmişti, bilmiyorum ve de zannetmiyorum. Çünkü, Müslüman bir toplumda böyle kutsamalara yer yoktur..
Hele de, dünyada böyle bir bayram yok diye tuhaf bir öğünme ile ve 100 yıla yakın zamandır, -1928’den beri- ismiyle, resmiyle, büstüyle, heykeliyle körpecik çocukların zihinlerine yansıtılanların, o zihinlerde nasıl bir ‘kutsal figür’ haline dönüştüğü-dönüşeceği üzerinde kimse bir söz söyleyemiyor. Keşke, o kutsamacı öğünmeler yapılırken, böylesine anmaların modern dünyada sadece Kuzey Kore’de olduğu da söylense bari..
Aman Allah’ım, saatlerce ne saçmalıklar ve uydurmalar.. Hattâ, bir spiker bey, ‘Cumhuriyet’in 23 Nisan 1920’de kurulduğunu’ bile anlatıyordu ciddî- ciddî.. Saatlerce söylenenlere tahammül etmek de bir ayrı müşkül..
Bir prof. hanım ise, M. Kemal’in, hemen hemen bütün muhatablarına, hep, ‘Çocuk..’ diye hitab edişini, ‘çocukları çok sevdiği’ne bağlamaz mı.. Bu keşif de yeni çıktı!!!
M. Kemal’in devamlı yakınında olan yazarlarından Falih Rıfkı ise, onun hemen bütün muhatablarına, -kendi yaşıtlarına bile- Balkan şivesiyle, ‘çucuki’ dediğini söylerken, bu durumu ondaki bir ayrı ruh haliyle izah eder.
Bir prof. ise, farklı bir tablo anlattı, ‘Cumhuriyet’in kurulmasında diktatörlük yapılması düşünülmemişti’ dedikten sonra, ne demek istediği pek anlaşılamadı.. Bir şeyler mi söylemek istemişti de mi frene basmıştı bilmiyorum. Hatırıma, ‘1789- Fransız İhtilâli’nin önde gelen isimlerinden birisinin, ölüm yatağındayken, kendisini ziyarete gelen bir eski arkadaşına, ‘Cumhuriyet’in diktatörlük günleri ne güzeldi, değil mi?‘ deyişi geldi.
Geçelim..
*
VE GELELİM, SADEDE..
C. Başkanlığı adaylığı üzerinde ‘6-7’li Masa’nın 13-14 ay sonra üzerinde ittifak edebildiği Kılıçdaroğlu, "Ben Alevîyim. Hak-Muhammed-Ali inancı ile yetişmiş samimî bir Müslüman'ım‘ demiş..
‘Müslümanım..’ dediğine göre, o üçlemeye, İslam-dışı inançlardaki gibi bir yakıştırma yaparak, onun Müslümanlığını tartışmak yerine, bu gibi iddialarda bulunanların söz ve amellerini, İslam aqaidine uyup uymadığı açısından, bir Müslüman mantığıyla süzgeçten geçirmesini tavsiye etmek daha faydalı olur herhalde..
Tayyib Bey, "Bu ülkede kimse kimseye mezhebini sormaz. Bugüne kadar Erdoğan'ın ağzından hangi mezhebdensin lâfı duydunuz mu?" ifadelerini kullanıyor, haklı olarak..
Tayyib Bey doğru söylüyor.. Yıllarca önce, İran’a gittiğinde de, basın toplantısı sırasında, kendisini şiî ve sünnî konularına çekmek isteyen sorularla karşılaşınca, İran tv. kameraları önünde, gayet açık olarak, ‘Benim dinimin adı şiîlik veya sünnîlik değildir.. Benim dinimin adı İslâm’dır..’ demiş ve diğer isimlendirmelerin, İslam içi yorum farklılıkları neticesinde ortaya çıktığını anlatmıştı. Ve bu sözleri, İranlı bir çok şiî Müslümanca da, ‘Çok güzel ve aydınlık bir izah..’ olarak karşılanmıştı..
Aynen öyle..
Müslümanlar inanırlar ki, Kur’ân-ı Kerîm , Allah tarafından Hz. Peygamber (S)’in kalbine nâzil olmuş ve oradan da ezberlenmiş ve yazılıp ‘Kitab’ haline getirilmiştir. Ama, bu ‘Kitab’ın tefsirinde/ yorumlanmasında, Kur’an’ın bütünlüğüne iman etmeyi ve hükmünü reddeden bir nokta olmadıkça, tekfir etmek/ kâfir saymak yoktur.
Ve, İslam’ın yorumlanmasında da, 14 asır boyunca farklı mezhebler /gidilen yollar ve yorumlar olmuştur.
Hz. Peygamber (S) sonrasında ve hele de Hz. Ali’den önceki ilk üç Halife’den sonra, Müslümanlar arasında çıkan farklı görüşler karşısında, Hz. Alî’ye muhabbet besleyen ve O’na tarafdar olanlara, O’nu sevmek ve desteklemek mânâsında ‘Âlevî’ denilmiştir; ama, gerek Cemel Vak’ası ve Haricîlik cereyanı, ve Sıffiyn Savaşı ve Nehrevan Cengi gibi Müslümanlar içi büyük ve acı hadiselerden sonra Hz. Ali’nin katledilmesi /şehîd edilmesi ve hele de Hz. Huseyn ve 72 yarânının, Yezid Ordusu tarafından katl ve şehid edildikleri Kerbelâ Faciası gibi, İslam tarihinin büyük travmaları, bu sevme ve tarafdar olma durumunda Müslüman kitleler arasında ‘ifrat-tefrit’ gibi nitelemelere uğramış, derin hissî kopmalara yol açmıştır. Bu acılar, evet, unutulmamalı, ama, müslümanlararası düşmanlığa dönüştürmeden.. Hele de, ‘Sünnî müslümanları da Yezid’in safında zannetmek’ gibi büyük bühtanlara saplanmadan..
Ayrıca, Hz. Ali’nin manevî ve ilmî mertebesinin ne kadar yüce olduğunu burada tekrara gerek yoktur. Bu bakımdan, her Sünnî Müslüman aynı zamanda alevîdir, çünkü, Hz. Ali’yi derin bir kalbî bağlılıkla sever. Ama, sünnîlik, İslam’ın yorumlanmasında, Hz. Peygamber (S)’in sünnetini esas almak mânâsında olduğuna göre, şiî Müslümanlar da, Peygamber sünnetine bağlılık açısından Sünnî Müslümanlardan farklı durumda değildirler, onlar da sünnîdirler..
*
Amma.. Bundan ayrı olarak bir de Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde Alevî Birlikleri Federasyonu ve sair isimler altında toplanmış, çoğu Türkiyeli bir kişi ve gruplar vardır ki, onlar ‘Alevîliğin İslâm’dan ayrı bir din olduğunu’ iddia edip, bunu Almanya devletine de kabul ettirmişler ve onlar da bunu memnuniyetle tescil etmişlerdir.
Bu kesim, ‘Bizim Ali’miz, Arab’ın Alisi değildir..’ diye kendilerine göre bir başka Ali tipolojisi bile oluşturmuşlardır.
Bir ‘Alevî Dedesi olarak tv. ekranlarında sıkça görülen Malatya âlevîlerinin önde gelen ismi Prof. İzzeddin Doğan, 15-20 yıl öncelerde, ‘Allah, Kur’ân, Muhammed tanımayanlar nasıl alevî olurmuş?’ diye itiraz ettiği için, o güruh tarafından dışlandı.. (Ki, dedeliğin, alevîlikte, Peygamber Ehl-i Beyti’ne dayandığı inancı açısından çok özel bir yeri vardır.)
*
Bütün bu izahlardan sonra yine dönelim KK Bey’e..
KK Bey, ‘Alevîlik benim kimliğim..’ demiş.. İman kimliği, en aslî kimliktir. Çünkü, bu kimlik, kalbin derinliklerinden gelir ve de beynin kalbe teslim olmasıyla elde edilir. Çocuklar, rüşd yaşına gelinceye kadar hangi inanca mal edilirse edilsin, itibar edilmez; çünkü çocuğun iradî bir tercihi sözkonusu değildir. Ve, rüşd yaşının altındaki bütün çocuklar, İslâm nazarında, ‘İslam fıtrati üzerinde’ kabul edilirler ve suçsuz, günahsızdırlar.
Rüşd yaşından sonra ise, iradeli olarak seçtikleri, kimliğinin aslını teşkil eder; ebeveynlerin inancı bile olsa, kişi kendi iradesiyle kabul etmedikçe, inanç, doğuştan gelen özellik ve bağlılıklar gibi, kimlik özelliği taşımaz. Çünkü, kişi, bir inancı, kendi hür iradesiyle kabul veya redd ettiği zaman, o özelliğini aslî kimlik olarak niteleyebilir.
KK Bey, yıllardır, inanç mensubiyeti konusunda bilinen bir hususu hiç söylememişken, son kertede, kendisinin ‘alevî’ olduğunu söylerken, hangi odakların ilgisini çekmek veya devreye hangi hayalî bir güç odağını da sokmak istemiş olabilir? Bunu kendisi izah etmelidir.. Ama, kadîm türkçedeki ifadeyle, ‘mâlûmu ilâm’ eylemiş, yani, zâten bilineni, tekrar bildirmiş..
Ancak, bir alevî arkadaş, ‘inanç konusunda ‘alevî Müslümanlar’ arasında da, tıpkı sünnî cemaat ve tarikat gruplaşmalarında olduğu gibi, bir tek tiplilik söz konusu olmayıp, farklı cereyan ve gruplar vardır ve de ‘Hak-Muhammed-Ali’ inancı, Kılıçdaroğlu’nun da içlerinden yetiştiği Dersim Alevîleri’nde yoktur ve diğerleriyle aradaki mesafe çok uzaktır; yani, şimdi diğer Alevî Müslümanlara, ‘Ben de sizin gibiyim’ demek istiyor, olabilir; ama, bu doğruyu yansıtmıyor!’ diyor.
Gerçekten de öyle midir, bilmiyorum? KK Bey, bu konuya da bir ‘mâlûm-i ilâm’ ile açıklık getirse..
*
Star