Sığınma veya iltica bir kişinin, uyruğunda bulunduğu devletin ülkesini çeşitli baskı, dayatma ve yasal kovuşturma nedeniyle terk edip, başka bir ülkenin koruması altına girmesi anlamlarına gelmektedir. Bu sığınma iç çatışmalardan kaçarak topluca gerçekleştirilen bir sığınma biçimi olabileceği gibi baskılar nedeniyle bireysel şekilde de gerçekleşebilmektedir.
Antik Çağlardan günümüze kadar gelen mülteci sorunundaki uluslararası hukuki düzenlemeler ancak 20. yüzyılda gerçekleşebilmiş. En son Türkiye’de ise, 4 Nisan 2013 tarihinde “Yabancılar ve Uluslar arası Koruma Yasası” kabul edilerek, bu yasa ile mültecilerin sorunları yasal zeminde düzenlenmiş oldu. Ancak bütün düzenlemelere rağmen mülteci sorunu can yakıcı bir şekilde devam etmekte, çeşitli zulüm ve baskılar sonucunda ülkelerinden göç eden insanlar gittikleri yerlerde de mağduriyet yaşayarak, farklı sıkıntılara maruz kalmaktadırlar.
Mülteci sorunlarının bir ayağını da Kafkasyalı mülteciler oluşturmaktadır. 1994 yılında Çeçenistan’ı işgal eden Rusya ülkeyi yerle bir ederek 250 bin insanı katletti. Rusya’nın zulmünden kaçan Kafkasya halkı Gürcistan, Azerbaycan, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerine sığınmak zorunda kaldı. Türkiye’de Kafkasyalıların kaldığı toplam 4 tane sığınma kampı oluşturuldu. Çalışma izinleri olmayan ve Türkiye’ye sığınan bu insanlar 19 yıldan beri kamplarda hayırseverlerin yardımlarıyla yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. 2012 yılında kapatılan bu kamplardaki insanlar İzmit’te TOKİ Konutlarına, Yalova’da ise kiralık evlere yerleştirildiler. Bu düzenleme ile kamplarda gayri insani şartlar altında yaşamaktan kurtulan mülteci aileler biraz daha rahat nefes alma imkânı elde ettiler. Ancak hala devletin sağladığı bu imkânlardan faydalanamayan yüzlerce mülteci aile mevcut. Şuan İstanbulda İmkan-Der gibi sivil toplum örgütlerinin desteğiyle kiralanan 98 evde 150’ye yakın aile kalmakta. Devletin elinin uzanamadığı bu aileler ciddi mağduriyetler yaşamaktalar. Ayrıca yaşanan ekonomik problemlerin yanında sık sık sınır dışı edilmek istenmeleri de mülteci sorununa kalıcı çözümler getirilmediğinin bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.
En son Kafkasyalı Havva teyze ve üç torununu yaşadıklarıyla beraber mülteci sorunu bir kez daha gündemimize düştü. Havva teyze üç şehit annesi... Ve biri zihinsel engelli üç yetim torunuyla beraber Türkiye’den sınır dışı edilmek isteniyor. Devletin elinin uzanamadığı ailelerden birisi de Havva teyze. Özellikle Kafkasyalı mültecilere maddi ve manevi anlamda destek olmaya çalışan İmkan-Der konuyla ilgili bir basın açıklaması düzenledi. Üç torunuyla beraber basın açıklamasında konuşan gözü yaşlı teyze Türkiye Hükümeti’ne seslenirken Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğunu düşünerek buraya geldiğini belirtti. Ve şöyle devam etti. “Sayın Erdoğan, siz de babasınız. Çocukların halinden en iyi siz anlarsınız. Bu karar bana tebliğ edildiğinde çok ağladım. Oğullarım şehit edildiğinde bu kadar ağlamamıştım.”
Oysa düzenlenen yasa gereği mülteci konumunda bulunan hiçbir insanın insanlık dışı muamele görmeyeceği, onurunu kırılmayacağı, işkenceye maruz kalmayacağı ve hayatının, hürriyetinin tehdit altında olduğu bir yere gönderilmeyeceği ifade edilmişti. Ne yazık ki Türkiye’de yapılan tüm kanuni düzenlemelere rağmen mültecilere karşı insanlık dışı ve keyfi tutum devam etmekte. Bu açıdan Türkiye Hükümeti’nin mülteciler konusunda daha kalıcı ve daha kuşatıcı çözümler üretmesi gerekiyor.
Peki, hükümet neler yapabilir?
İlk olarak mülteci kardeşlerimize “vatandaşlık” statüsü verilmeli ve özellikle Türkiye’de doğan mültecilere ise doğrudan vatandaşlık hakkı sağlanabilmelidir. Bunlarla beraber bu insanların yaşam koşullarını iyileştirebilmeleri için acil olarak çalışma izni verilerek mülteci sorununa kalıcı çözümler üretmek mümkün…
Yoksa keyfi tutumlar sebebiyle sık sık sınır dışı edilmek istenen birçok Havva teyze ve torunlarıyla karşılaşmamız kaçınılmaz görünüyor. Havva teyzenin torununun “BENİ SINIR DIŞI ETMEYİN!” Yazılı tişörtü ise, küçücük bir çocuğun yaşam kaygısını en iyi şekilde özetliyor aslında.
Müşrikler Habeş Kralı Necaşi’den mü’minleri isteyince Necaşi şöyle demişti: “Onlar benim misafirlerim. Canları ve malları bana emanet.” Belklide Necaşi, 1400 yıl önce bu sözleriyle dünya tarihinde mültecilerin hukukunun temellerini atmıştı. Bu yüzden gelin mülteci kardeşlerimize Ensar olalım. Tıpkı Necaşi’nin mü’minlere kucak açtığı gibi… Tıpkı Rasul’ün Ensar’ı muhacire kardeş kıldığı gibi…
...
Bu satırları yazarken Suriyeli Mülteci kardeşlerimizden acı bir haber düştü ekranlara. Baas rejimi birlikleri Hatay’ın Reyhanlı İlçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısının ilerisinde yer alan ve yakınlarında Suriyeli mültecilerin kaldığı çadırların bulunduğu Bab el-Hava Sınır kapısını misket bombası ile bombaladı. Ve ölen çocuklar var… Ve ölen analar var… Atılan misket bombası hepimizin yüreğini bir kez daha paramparça etti.