İnsanın kendi serüvenini anlattığı sinema sanatı, bugün, ömrünün kat be kat uzunluğunda bir birikime dayandı. Doğar doğmaz başlayıp ölünceye kadar durmaksızın sinema izlesek yine de yeterli olmayacak, yetişemeyeceğiz ürünlerin tamamına. İşte burada seçici davranmanın, kaliteli ve anlamlı işlerin peşine düşmenin kıymeti ortaya çıkıyor. Yalnızca izleme değil, üretme aşamasında da aynı sancıyı ve çıtayı gözetmek gerekli. Özellikle sinema dünyasına müslümanca bakabilmek, sağlıklı ürünler vermek daha zahmetli, daha zor ve elbette daha masraflı. Bugün rahmetli Mustafa Akkad, işte bu ölçüyü önümüze koyduğu ve henüz aşılamamış bir seviye oluşturduğu için değerli ve eşsiz bir sinema adamıdır.
Bendeyar’ın Doğduğu Yer: Gözyaşı Geceleri
Ağlamaklı bir ses tonunun gece boyu size eşlik ettiği bir program düşünün. İzleyen herkesin bir şekilde gözyaşı dökmesi için sonuca odaklanmış bir sahne performansı. Yalnız, sahnedeki aksakallı, sarıklı, beyazlar içindeki şahsın etrafında oluşan hâle, hep en öndedir. Sürekli O konuşur, herkes dinler, başkaları varken dahi O, hep ön plandadır. Flaş patlamaları, led ışıklar, bilinçaltına dönük sınırsız girişimler yaşanır. Programın sonuna doğru tüm gözlerin kapatılıp Hz. Muhammed’in hayal edilmesi istenir, ortalığa sıkılan gül kokulu duman ile peygamberin kokusunun her tarafta hissedildiği duygusu taşınır. Maneviyatın zirve yapması ve gözyaşı olarak patlayarak maksada ulaşılması hedeflenir. Türk İslam sentezi, “Devrim Yürüyüşü” müziği eşliğinde İstiklal Marşı dinletileri, “Çanakkale Geçilmez!” söylevleriyle birlikte ibretlerle, kıssalarla, hikâyelerle her şey ama her şey halkın duyarlılıklarının derinliğine inilmesi ve cilalanması üzerine kuruludur.
Sahnenin dışında hayat arenasında pek sık görmediğimiz kişilerin, programlarını “deşarj istasyonu” olarak kullanmaları da enteresandır. Binlerce program yapılır. Gözyaşı Geceleri’nin isim hakları ve patentleri alınır. Şirketleşilir. Hatta “Gözyaşı Satış Mağazası” dahi açılır. Yirmi yılın sonunda beyazperdeye giriş yapılmaya karar verilir. Sponsorlara Umre sözü verilir. Fantastik bir macera filmi için İstanbul’da ve Mekke’de gala planlanır.
Bendeyar’ın Üzerinde Haşim Akten Gölgesi
Akten’le yapılan bir röportajda verdiği cevaplarda bakın neler diyor: “Tercih olarak münzevi bir hayat bana daha sevimli geliyor. Onun için Medine’de münzevi bir aile hayatı yaşamayı çok isterdim. Fakat kendi nefsim için bir hayat yaşamak Rasûlullah’ı üzer diye bunu tercih etmezdim.” Konuşmanın devamında “Haşim Akten’in başından geçen en ilginç olay nedir?” sorusuna verdiği yanıt da çok ilginçtir: “Kendisi. Kendimi hala çözebilmiş değilim. Kalpler ancak Allah’ın kudreti elindedir. Programlara giderken ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Dudaklarımdan dökülenlerin sırrına ermek isterdim. Ben yıllardır bu ilginçliği yaşamaktayım. Kendimi bilmek isterim.” Başka bir soruya verdiği yanıt ise “50 yılda 100 yıllık bir ömrü dolu dolu yaşamış gibiyim. Allah’ın bana verdiği ömrün tamamına yakınını O’na adadım.” cümlelerini kuruyor. Tevazunun(!) sınırlarını zorlayan Akten’in tüm tiyatro etkinliklerinde merkezde olması da ilginçtir. Tüm neonlar onu gösterir. Herkes onun ağzının içine bakar. Bendeyar filminin de yapımcısı olmakla kalmaz, söylemleri, eylemleri, mekânları, kostümleri, aksesuarları, makyajın ölçülerini bile bizzat belirler ve filmin pek çok sahnesinde arz-ı endam eder. Türlü kıyafetlerle ama hep duygu insanı, keramet göstermeye hazır bir ermiş olarak yıldızlaştıkça yıldızlaşır. Bendeyar’ın adı vardır, tek başına ajanların hakkından gelemez ve Akçakoca imdadına yetişir. Gençlere kahraman göstermek, aksiyon çıkarmak lazım diyen Akten, ekranda ve sahnede rakip kabul etmez. Bol bol fotoğraf verir. Film boyunca Risale-i Nur’a sık göndermeler yapılır, Mesnevi eksik edilmez, bununla birlikte anti emperyalist duruş ile eklektik ve pragmatik dil tamamlanır. Haşim Akten, ağlak programların öncüsüdür. Son yıllarda da popüler olan Nihat Hatipoğlu’nun (oğluna da şimdiden tüm mimiklerini, duygu denizinde yol alan gözlerini ve el hareketlerini devretmiştir) bol reytingli, her türlü kullanıma açık ağlamaklı titrek sunumların patenti Haşim Akten’e aittir neredeyse.
Bendeyar İslami Bir Film midir?
Afşin hapiste iken ziyaretine Uluslararası Af Örgütü temsilcileri gelir. Kendisine yapılan herhangi bir işkence olup olmadığını sorulunca Afşin, “Biz kendi zalimlerimizle başa çıkarız. Siz Guantanamo’ya gidin.” der. Mesaj güzel ama zamanlama yanlıştır. Filmde bu sahne 1996 yılında geçmektedir ama 2000’li yılların gündemi olan (tam olarak 2002) Guantanamo Kampı tam anlamıyla bir senaryo hatası olarak sahnede yer alır. Bu esnada telepati yöntemi ile Afşin’in beynine giren ajan kadın (Şemsa Deniz Tolunay) aradığı bilgileri adamımızın zihninden çalıverir. Burada gelen kişilerin af örgütü üyesi kılığına girmiş ajan mı oldukları yahut bu örgütün tamamen bu işlere hizmet mi ettiği fikri birbirine girer.
Afşin hücreye dönünce, Akçakoca, ziyaretçileri görmediği halde gelen kadının terapist olduğunu söyler ve ajanların Afşin’in evine gittiğini haber verir. Bu esnada Afşin’in eşi Leyla Yılmaz’ın (Yasemin Balık) bilgisayar klavyesini on parmak kullanarak bir şeyler karıştırdığını görürüz. Ulaştığı bilgileri bir diske kaydeden kadın, nesneyi kızının oyuncak ayısının içine saklar. Oyuncak ayının içi pek çok filmde disketlerin saklanmak için en sevdiği yerdir ne de olsa. Bu esnada Akçakoca, telepati yöntemi ile sağ kolu Hasan’a (Yaşar Alptekin) kadının evine gitme talimatı verir ama o yetişemeden Leyla, ajanlarca öldürülür. Kadın ajan, Leyla’yı öldürmeden önce beynini okur ama ne hikmetse disketin yerini öğrenemez. Üstelik yıllar boyunca o ayıcık, Leyla’nın kızı Betül’ün (Ezgi Mutlu) elinde durur ama ne kız fark eder ne de ajanlar. Ne zamanki Afşin hapisten tahliye olur, işte o zaman disket de ortaya çıkar.
Afşin, Akçakoca’nın içsel terbiyesinden geçmeye karar verir. Bendeyar olmak için Esmaül Hüsna’nın künhüne varmak gerektiğini bildiren Akçakoca, sünnet-i seniyyeye tabi olmak gerektiğini söyler. Hatta “Bendeyar” olanın görünmez olacağını söylemekten de geri durmaz. Bu esnada cami imamı (Senai Demirci) hutbede Cuma namazına kadınların da gelmesine yönelik oldukça samimi mesajlar verir. Filmden kopuk olan sahnelerde sağlıklı mesajlar verildiğini kayıt düşmek gereklidir. Hutbe sırasında kadınların üst katta yani süpürgelikte değil de erkeklerin arkasında olmaları güzel bir örneklik teşkil eder.
Filmin merkezinde aşk vardır. İnsanın iki kanatlı kuş misali olduğu ruh ve bedenin uyumunun önemi anlatılır. Deri omuzluklar giyen oğlanlara telepati ilminin zalimlerin eline geçmemesini anlatan Akçakoca, “âşık olursanız göremediğiniz yer kalmaz” derken talebelerin donuk soruları diyalogların yetersizliğini bir kez daha gösterir. “Müminin ferasetinden sakınınız” hadisini telepati yoluyla görülemeyenleri görmek olarak yorumlayan Akçakoca’nın, aklın aşkın yanında çamura batmış eşek gibi olduğunu söylemesi acıklı bir tablo oluşturur.
Senaryonun neresinden tutsanız elinizde kalır. “Beyaz saray’da ezan sesi istemiyorum” diyen ajanın bunu ne için söylediğini ve ne ile tam olarak mücadele ettiğini Akçakoca ve talebelerinin bu süreçte siteleri hacklamaktan başka neler yaptıklarını öğrenemeyiz. Ayrıca, Afşin hapisten çıkınca teşkilattan çağrılır ama o kabul etmez. “Buradan ölün çıkar!” sözünü söylerler ama film boyu buna ilişkin bir gönderme bile yaşanmaz. Cümleler havada, öylece asılı kalır.
Filmdeki tek olumsuz müslüman tipini cami alanında yer alan çay bahçesinde görürüz. Sakalı kireçle beyazlatılmış gibi duran yaşlı amca, biriyle konuşmaktadır. Bu esnada uzakta oturan Afşin’in/Bendeyar’ın olağanüstü kulak sistemi devreye girer ve adamı dedikodu yaptığı için fırçalar. Akçakoca ekibi dışında yalnızca böyle bir müslüman tipinin gösterilmesi de bir zafiyet unsurudur. Ayrıca 6 yıl ön hazırlığının sürdüğü film 3 ayda çekilmiş olması montaj süresinin kısalığından mütevellit çok ciddi kurgu hataları oluşturur; kopukluklar dikkat dağıtıcı boyuttadır.
Tüm bu olumsuzlukların dışında, bir filmde Kur’an tilavetinin ve dua figürlerinin olmasını, namaz ibadetinin görsel olarak perdeye taşınmasını, sağlıklı tesettür örneklerinin bulunmasını, aklı başında örnek imam prototipinin gösterilmesini önemsediğimizi de not etmek gerekir.
SONUÇ
Türkiye’ye ve ülkenin siyasal sorunlarına ilişkin tek cümlenin kurulmadığı filmde, topu topu iki ajan için mücadele verilir ve yapılan işin kutsallığına inanmamız beklenir. Sembolik olarak 99 dk. süren film kendi çapında subliminal/bilinçaltı mesajlarla doldurulmaya çalışılmış ama ortada ne tam anlamıyla bir senaryo ne de kaliteli oyunculuk vardır. Kısır, abartılı ve basit bir yapım olan Bendeyar, bir ilk gençlik filmi olarak telakki edildiğinde bir başlangıç olarak algılanabilir; bunun dışında büyük beklentiler oluşturulmamalı ve var olan sinema boşluğunu doldurma, Akkad gibi yönetmenlerin koltuğuna oturma adına komik çıkarmalar yapmaktan uzak durulmalıdır.
Haşim Akten’e düşen ilgilendiği gençlerin elinden tutup geri planda kalarak, böyle bir filmin çekilmesini sağlamak olmalıydı. Haşim Akten gibi yaşlı başlı bir insanın, böyle ergen işi bir yapımda özellikle de ön planda olmaması daha doğru bir tercih olurdu. Bu sayede beklenti çıtasının düşük seyretmesi sağlanarak ilerleyen sinema ürünlerinde çıtanın yükselmesi beklenebilirdi. Zira Bendeyar, ne yazık ki sinema dünyasına müslümanların örnek katkılarından biri olarak değil, “Dünyayı Kurtaran Adam” misali komik fantastik filmler liginde değerlendirilecek bir yapım olarak anılacaktır.
Bu yazı aynı zamanda Umran Dergisi’nin Kasım 2011 sayısında da yayınlanmıştır.