Benden Selam Olsun Pelikan Bey’ine!

İkbal kaygıları, tasfiyecilik hevesleri, fikri polislikler, küçük hesaplarla bu kurumsal kültürün yerleşmesine zarar verecek herkes tarih önünde bunun hesabını verir.

Yıldıray OĞUR / Türkiye Gazetesi

Eğer milliyetçi ve muhafazakâr olmasaydı herhâlde kıymeti daha iyi bilinecek Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik’te anlatır.

Babür İmparatoru Şah Cihan çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal’i kaybedince âdeta yıkılır. Onun anısına eşi benzeri olmayan büyük bir türbe yaptırmaya karar verir. İnşaat başlar, dünyanın her yerinden en usta mimarlar çağrılır, en değerli taşlar, en pahalı mermerler getirtilir. Mezar büyüdükçe büyür. Kubbeler yükseldikçe yükselir. Ama eşinin acısıyla hayata küsen ve kendini Tac Mahal’in mimari bir harika olmasına vakfeden Şah Cihan bir türlü sonuçtan mutlu olmaz. Bir eksik, ahengi bozan bir şey vardır hep. Yıllar geçer. Bir gün yine kubbelerden birinin üstüne çıkan Şah görkemli yapının içinde artık minik bir nokta gibi kalan sevgili eşinin mezarını fark eder ve emri verir: “İşte ahengi bozan şeyi buldum, atın bunu oradan.” 

Pelikan Bildirisi’ni okuyunca aklıma nedense önce bu hikâye geldi.

Yoksa Pelikan bu.

 “Rakiplerini gagalar, gagaları ile ses çıkartır, tehditkâr şekilde kanatlarını açıp sallar, homortu sesi çıkarır, gürültücüdür, çöplüklerde dolaşıp, bulduğu leşlerle birlikte böcekleri, küçük kabukluları, ördekleri ve hatta küçük köpekleri de yiyebilen eklektik ve fırsatçı bir leşçi etoburdur.”

Yapmayacağı işler değil bunlar.

Yine de bu denli bir düşmanına benzeme hikâyesi insanı üzüyor.

Bölgedeki çatışmaları görenler biliyorsunuz hep aynı şeyi söyledi: “PKK, Suriye’de DAEŞ’ten öğrenmiş bu taktikleri.” Meğer cemaatle savaşırken de birileri özenip onlardan taktikler kapmış...

İsimsiz, imzasız ihbar mektubu misali bir yazıyla, gizli tanık ifadesi gibi kimin, nereden, nasıl bilebildiği meçhul iftiralar atılarak, birbiriyle bağlantısız 38 kişiden bir örgüt çıkarılmış. Yazı değil sanki cemaatin sevmediği herkesi bir çuvala doldurduğu Selam Tevhid Örgütü iddianamesi. Ellerinde yeterli imkân olsa, isimlerini sakladıklarına göre hâlâ bir miktar kaldığını varsayabileceğimiz utanma duyguları tümden dip yapsa buradan bir Hocacılar Örgütü çıkaracak bir paralel akıl bu.

Abartı gibi gelmesin. Bu iddianamede birlikte yargılandığımız Ceren Kenar’la adlarımızın yanına şunlar yazılmış örneğin.

Yıldıray Oğur ve Ceren Kenar (bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi gerektiğini yazdı, Mahçupyan’a siper oldular, Babacan’a sahip çıktılar, Can Dündar bırakılınca sevinçten havalara uçtular), Genç Siviller ekibi (Yıldıray Oğur’un talimatıyla AK Parti gençlik kollarının üst kademelerine sızdılar)”

Hakkımızdaki iddialar görüldüğü gibi çok ağır. Daha geçen hafta birine de daha katıldığım, Ceren’in pek çoğuna katıldığı Cumhurbaşkanlığının seyahatlerine davet etmesine engel olamayan, ama Moskova Mahkemeleri’nin rejim koruyucusu savcılarına özenmiş kraldan çok kralcı fikir polislerinin gözünden kaçmayan büyük suçlar...

Devamını en çok merak ettiklerim AK Parti kabinelerinde 9 yıl boyunca bakanlık yapmış Ali Babacan’a sahip çıkarak ne yaptığımız mesela? Muhasebeci olarak birlikte çalışmaya mı başlamışız, belki de hakkında iki tane iyi cümle kurmuşuzdur.

Tabii özellikle Can Dündar bırakılınca havalara uçtuğumuz anların kayıtlarını merakla bekliyoruz. Herhâlde büyük bir tesadüf eseri internette aynı anda gezerken, aynı anlarda bu yazıyı bulup tweet atan ekipten biri muhakkak paylaşır. Bu işlere bir kere giren sonuna kadar hakkını vermeli...

Tabii bu bir örgüt iddianamesi olduğuna göre bütün bunları örgütsel hiyerarşi içinde, yukarıdan aldığımız emirler çerçevesinde yaptığımız da iddia ediliyor olmalı. Onun da belgelerini, nasıl “Hocacı” örgütünün üyesi olduğumuzu bilmek isterim doğrusu?

Benim hakkımda halkımızın kafasını karıştırabilecek esas ciddi iddia tabii şu:

“Genç Siviller ekibi (Yıldıray Oğur’un talimatıyla AK Parti gençlik kollarının üst kademelerine sızdılar)”

Okudukça insan havaya giriyor aslında. Ofisinin geleni gideni olmadığı için elektrikleri, interneti en son kesik olan Genç Siviller’in ülkeyi 13 yıldır yöneten partinin gençlik kollarının üst kademlerine planlı bir biçimde sızmayı başarması, iktidar için Sloven istihbaratının Türkiye’de darbe yaptırmasından daha utanç verici olmalı.

Ellerinde varsa talimat verdiğim anların kayıtlarını izlemek isterim, bizim haber ekibine iş yaptırırken belki işime yarar. Talimatlarımla hareket eden bir tane Genç Sivil bulsam, ofisin elektrik borcunu ödetirdim doğrusu. Genç Siviller’le mazisi, gönül bağı olan/olmuş insanların sızarak değil, kendi emekleri ve ehliyetleriyle bir yere gelmiş olmaları, bu yazıyı yazıp paylaşan arkadaşlara tuhaf gelebilir ama herhâlde suç değil.

Benimle ilgili bir cümle daha var:

“...Bildiğin, Öğüt’ü sansürlemiştir.

Ama ne Mahçupyan, ne Oğur ne de başka bir özgürlükçü vatandaş bu durumu umursamıştır.”

Özgürlükçü olarak kayıtlara geçmek gurur verici. Her ne kadar biraz yukarıda her biri aleyhimize suç delili yapılmış olsa da “özgürlükçü tavırların” beklendiği biri olmak da. Etyen Mahçupyan’la aynı suçtan yargılanmak da öyle...

Ama insan merak ediyor. Fikirlerine katılmadığınız için insanlara böyle iftira atmanın fetvasını İslami kaynaklarda Zizekçi bir okumayla mı buldunuz?

Korkak fedai pelikan kostümleri giyince koruduğunuzu zannettiğiniz, hâlbuki 13 yıldır halkın madden ve manen koruma kalkanında olan Cumhurbaşkanı tam da bu kafayla mücadele etmiyor muydu?

Cemaatçisinden, PKK’sına, Batı medyasından Rusya’sına İran’ına kadar iftiraların her türlüsünün üzerine atıldığı bir lideri korumak için amatör Fuat Avni kılığında iftiracılığa başvurmak da epey hazin görünüyor buradan...

Bu arada, bu yazıyı büyük bir ifşaat yaparcasına paylaşan Cemil Barlas, yazıyı paylaşan herkesi favlayan Haşmet Babaoğlu da herhalde hangi bilgilerle, referanslarla isimsiz bir yazıdaki örneğin benim hakkımdaki iftiraları yaydıklarını bir ara açıklarlar herhâlde. Bu soru, 28 Şubat, 27 Nisan, Gezi, 17/25 Aralık’ı elinde zeytinyağı şişesiyle karşılamamış insanlara “Brezilya’daki darbe hakkında niye yazmadınız, yoksa...”  diye sormaktan daha mantıklı bir soru olsa gerek.

“Kâbus gibi. Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya.. İşte öyle bir şey” diyerek bu büyük hakikatleri anlattıktan sonra herhâlde Pelikan Bey artık rahat bir uyku çekmiştir.

Herhalde güne şu manşetlerle uyanınca da yaptığı işten büyük bir gurur duymuştur:

Cumhuriyet: Ankara’da Pelikan depremi. Rotahaber: Reisçilerden Davutoğlu Harekâtı. T24: Erdoğan için canını feda edeceklerden Davutoğlu’na yaylım. Diken: Reisçiler düğmeye bastı.

Ne kadar övünse az. Bir imzasız blog yazısıyla Başbakan’ın istifasının gündeme gelebildiği başka kaç ülke var ki?

Daha iki gün önce “Kendi göbeğimizi biz keseriz” demiş, Putin’den Obama’ya gerektiğinde herkese meydan okumuş bir liderin, kendi kararıyla koltuğu devrettiği Başbakan’la isimsiz blog yazıları üzerinden konuşacağını ya da böyle bir liderin isimsiz blog yazılarıyla korunacağını zannedenlere değildi tabii bu soru.

Bu soru, “Acaba arkasında kim var” diye pusuya yatmayıp, ilk işareti beklemeden, daha birkaç yıl önce internetten isimsiz iftiralar yağarken yan yana durduğunuz insanların, aynı yöntemlerle uğradığı saldırıya karşı hukuklarını kurda kuşa yem etmeden korumuş akil ve adil büyük çoğunluğa...

Sahiden bu ülkeyi seven insanlar olarak üzerine düşünüp endişeye kapılalım diye.

Eminim ki onların çoğu da bu okudukları metnin sahihliğinden en çok “Hoca yüzünden Suriye’de böyle oldu, Erdoğan’ı yanılttı” cümlelerini okuyunca şüpheye düştüler. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın Suriye meselesiyle ilgili farklı tek bir açıklaması ortada yokken üstelik. Hem de üstelik yanı başımızda Halep yanarken.. Halep yanarken, komşusunun evinin yangınında yumurtasını pişirmeye çalışanları mı konuşacaktık?

Tabii ki siyaset bir iktidar oyunudur. Aktörler arasında tartışmalar, güç mücadeleleri, farklı fikirler, ayrışmalar olabilir. Kadrolar yenilenir, isimler değişir. Bizim gibi gazetecilere bunu izlemek ve anlamaya çalışmak düşer.

Ama herhâlde hiçbir siyasi hareket kendi kadrolarını isimsiz yazılarla kurda kuşa yem ettirerek topluma iyi bir mesaj vereceğini düşünmez.

AK Parti, Türkiye’de büyük bir kitlenin uzun yıllar sonra elde ettikleri en hayati kazanım. Cumhurbaşkanı Erdoğan da büyük kitleler için bunu şahsında temsil ediyor. 2023, 2053, 2071 hedefleri olan bir partinin muhakkak kalıcı olma, kurumsallaşma, 90 yıldır öyle böyle ayakta duran CHP’nin karşısındaki adres olma gibi bir iddiası da var demektir.

İkbal kaygıları, tasfiyecilik hevesleri, fikri polislikler, küçük hesaplarla bu kurumsal kültürün yerleşmesine zarar verecek herkes tarih önünde bunun hesabını verir. Bugüne kadar elde edilmiş, üzerlerinde hiçbir emekleri olmayan kazanımları müsrif bir mirasyedi gibi harcayanlar da... Ve Tarih önünde hesap verirken sizi arkanızda bugün çok güvendiğiniz ağabeyleriniz koruyamaz.

Hikâyenin başına dönebiliriz.

Tarih korumaya çalıştıklarına zarar veren fedailerin acı hikâyeleriyle doludur. Hatta bazıları kendini durduramaz, günün birinde çıkış noktasını da unutur ve bağırırlar: “İşte ahengi bozan şeyi buldum, atın bunu oradan.”

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!