"Ben üzüntümü ve hüznümü yalnız Allah’a havale ediyorum."

"Ben üzüntümü ve hüznümü yalnız Allah’a havale ediyorum."

"Allah adına, hayret" dediler. "Hâlâ Yusuf'u anıp durmaktasın. Sonunda (ya kahrından) hastalanacaksın ya da helake uğrayanlardan olacaksın." (Yusuf-85)

Dedi ki: "Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a havale ediyorum. Ben Allah'tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum." (Yusuf-86)

Kınayıcı, kin dolu bir sözdür bu. Vallahi, halâ Hz. Yusuf’u sayıklayıp duruyorsun. Ona üzülmekten yatağa düşeceksin artık. Üzüntüden eriyip bittin. Boş yere kendini üzmekten, artık mahvolacaksın. Yusuf’tan artık ümit yok sana! O gitti! Artık asla geri gelmeyecek!

Bu sözlere karşılık Hz. Yakub onlardan, kendisini Rabbiyle başbaşa bırakmalarını istiyor. O, Allah dışında kimseye derdini açmak istememektedir. O, onlardan farklı olarak Rabbiyle iletişim içindedir. Bu nedenle de onların bilmediği Allah gerçeği hakkında onlardan farklı bir bilgiye sahiptir.

“Hz. Yakub, oğullarına dedi ki; “Ben acımı ve ızdırabımı yalnız Allah’a şikayet ediyorum ve ben Allah hakkında sizin bilmediklerinizi biliyorum. ”

Bu sözlerde, Allah’la bağlantılı bir yürekte, ilahlık gerçeğini kavramış olmanın verdiği duygu; ayrıca bizzat bu gerçekteki engin yücelik ve bu noktadaki pırıl pırıl inciler gözleniyor.

Bir yanda, Hz. Yusuf’tan artık ümit kesmeyi gerektiren görünürdeki olgu; bırakınız Hz. Yusuf’un dönmesini, onun yaşamından bile ümit kestirebilecek denli onca zaman geçmiş olması… Diğer yandan da bunca ağır bir olgu karşısında aradan geçen onca sürenin ardından Hz. Yakub’un yine de umuda kapılışının, oğullarınca acımasızca kınanması… Ama tüm bunlar, rabbine bağlı bu yaşlı adamın duygularının zerre kadar etkilememektedir. Çünkü O, Rabbi hakkında, O’nun işleri hakkında oğullarının bilemediklerini bilmektedir. Bu noktada oğullarının gözleri ise, görünürdeki sıradan bir realiteyle sözkonusu hakikati göremeyecek denli perdelenmiştir!

Burada Allah’a imanın; Hz. Yakub’un Allah’ı bu denli tanımasının; gözle görüyorcasına bilmesinin; O’nun gücünü ve yazgısını, merhametini ve görüp gözeticiliğini yaşamasının; ilah olarak, O’nun salih kullarıyla nasıl bir ilişki içinde olduğunu kavramasının ne denli paha biçilmez bir değer ifade ettiğini görüyoruz.

Hz. Yakub; “Ben Allah hakkında sizin bilmediklerinizi biliyorum” diyor. Bu gerçeği daha iyi ifade edebilecek, başka bir söz bulamıyoruz. Bu sözlerdeki, ancak onu tadanın, dolayısıyla da bu salih kul Hz. Yakub’un yüreğinde bu sözün neler çağrıştırdığını kavrayabilenin tadacağı zevki aktarabilme noktasında bizim sözcüklerimiz yetersiz kalıyor.

Bu zevki tatmış bir kalbe, sıkıntılar -hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın-, ondaki gözle görürcesine imanın verdiği duygu ve zevki arttırmaktan başka bir şey yapamaz.

Daha fazla söyleyebilecek bir şey bulamıyoruz. Sadece Allah’ın bu noktadaki lütuflarına şükretmekle yetiniyoruz. Bizlerle Allah arasındaki ilişkiyi ise O’nun bilgisine ve görüp gözeticiliğine bırakıyoruz…

FİZİLALİL KUR’AN

Kur'an Haberleri

"Bundan sonra bana düşen güzel bir sabırdır"
"O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır"
"Eşyamızı kendisinde bulduğumuzun dışında, birisini alıkoymamızdan Allah'a sığınırız"
"Sizin düzmekte olduklarınızı Allah daha iyi bilir."
“İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik"