“(Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi." (Yusuf-52)
"Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yusuf-53)
Bu iki âyet-i Kerimedeki ifadenin, Hz.Yusuf'a mı yoksa vezirin karısına mı ait olduğu hakkınca iki görüş vardır.
Mücahid, Sa´d b.Cübeyr, İkrime, Dehhak, Hasan-ı Basrî ve Katade´ye göre bu ifadeler Hz.Yusuf'a aittir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bunlar, bir önceki âyetin ifadesinin, vezirin karısına ait olmasının bu iki âyetteki ifadenin de Hz.Yusuf'a ait olmasına mani olamayacağını söylemişlerdir. Zira âyetlerdeki ifadelerden herbirinin kime ait olduğu dolaylı olarak ta olsa anlaşılmaktadır. Bunların görüşüne göre âyetin izahı şöyledir:
Vezirin karısının itiraflarından sonra Hz. Yusuf şöyle dedi: "Ben hemen zindandan çıkmayıp, olayın, kadınlardan sorulup açıklığa kavuşturulmasını istedim ki, vezir, evinde bulunmadığı bir sırada ona ihanet etmediğimi ve Allah'ın, hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmayacağını bilmiş olsun. Ben nefsimi her türlü hata ve kusurlardan temize çıkarmak için söylemiyorum. Zira nefis muhakkak ki kötülükleri çok emredendir. Ancak rabbimin merhamet ederek korudukları hariçtir. Zira rabbim çok affeden ve çok merhamet edendir."
Diğer bir görüşe göre bu iki âyette zikredilen ifade, vezirin karısına aittir. Zira bunlardan önceki âyette, vezirin karısının konuştukları zikredilmektedir. İbn-i Kesir bu görüşü tercih etmiştir.
TABERİ TEFSİRİ
Hz. Yusuf (a.s) bu sözleri zindanda, soruşturma sonucunu öğrendikten sonra söylemiş olmalıdır. Fakat İbn Teymiyye ve İbn Kesir gibi büyük alimler de dahil olmak üzere bazı müfessirler bu cümlenin el-Aziz'in hanımının bir önceki konuşmasının devamı olduğu görüşündedirler. Eğer her iki konuşma da iki ayrı şahıs tarafından yapılmış olsaydı iki cümlenin belirli bir kelime ile ayrılması yahut iki cümlenin ayrı olduğunu gösteren bir ipucunun bulunması gerektiği görüşünde müttefiktirler. Ancak ben İbn Teymiyye gibi bir alimin gözünden nasıl olup da bu püf noktasının kaçtığına doğrusu şaşırdım. Çünkü sözkonusu ipucu, konuşmanın içinde açık biçimde geçmektedir. Hanımın 51. ayetteki itirafı onun düşük karakterini yansıtmakta, buna karşılık 52. ayetteki asil ve ağırbaşlı konuşma, hanımı düştüğü seviyeden çıkarmak isteyen bir havadadır. Bu ise yalnızca Hz. Yusuf'un (a.s) asil karakterini yansıtmaktadır. Apaçıktır ki, bu sözler doğru, kerem sahibi, mütevazi ve Allah'tan korkan birinin sözleridir. Öte yandan böyle saf bir konuşma; "Allah beni korusun! Rabbim bana bunca ihsanda bulunmuştur, şimdi nasıl böyle bir kötülüğü işlerim?" ve "Rabbim, zindanı onun beni çağırdığı şeye tercih ederim; eğer onun şeytani vasıtalarını benden uzaklaştırmazsan, onların tuzağına kapılıp gideceğim," diyen birine ait olmalıydı. Bu yüzden bir kimse böyle saf bir konuşmayı tevbe edip imana geldiğine ve yolunu değiştirdiğine dair açık bir ipucu olmaksızın Aziz'in hanımına atfedemez; kaldı ki böyle bir ipucu yoktur. Bu halde konuşmanın Hz. Yusuf (a.s) tarafından yapılmış olduğu gerçeği açıklık kazanmaktadır.
TEFHİMUL KURAN