“Ben İslamcı Değilim” Diyenler ve Gülen Çizgisi

Hamza Türkmen, İslamcılık yazılarına Fethullah Gülen Cemaati üzerinden devam etti.

HAKSÖZ-HABER

Hamza Türkmen, sitemiz için kaleme aldığı yazısında Ali Bulaç’la başlayan, sol-liberal çevrelere kadar yayılan İslamcılık tartışmalarını analiz etmeye devam ediyor. Başta Ali Ünal olmak üzere Bulaç’ın yazılarına cevap veren Gülen çizgisi üzerinden değerlendirme yapan Türkmen’in yazısını ilginize sunuyoruz:

“Ben İslamcı Değilim” Diyenler ve Gülen Çizgisi

HAMZA TÜRKMEN

“Ben İslamcı değilim”; Kur’an’daki tanımlamaya bağlılık adına “Ben sadece Müslümanlardanım” diyenlerin Kur’ani bütünlükten ve ümmetin maslahatından kopuk da olsa samimi kaygılarına saygı gösterilmelidir. Ama Rabbimiz Müslümanlığımızı Yüce Kitab’ındaki vahyi ile “mü’min, muttaki, şahit, şehit, alim, murabıt” gibi sıfatlarla da pekiştirmektedir.  

Ali Haydar Haksal Milli Gazete’deki (14 Eylül’12) yazısında Mehmet Şevket Eygi ile birlikte bazı gazete yazarlarının kendilerini “İslamcı değil Müslüman” olarak takdim etmelerinin, Müslümanlık kavramına yeterli bir netlik sağlamadığını belirtmiştir. Haksal, Türkiye nüfusunun kahir ekseriyetinin “Müslümanım” demesine rağmen, “Müslümanım” demenin bilinçli, sahih ve hakiki Müslümanlığı kuşatmadığını vurgulamaktadır. Haksal, muhafazakâr demokratlar da, seküler hayatı seçenler de, suya sabuna dokunmayan dindarlar da, Türkçüler ve Batıcılar da Türkiye Müslümanlığı içinde kendilerine Müslüman dediklerini hatırlatmaktadır.

Ali Haydar Bey, Türkiye’de “Kime sorsanız kendisini Müslüman olarak tanımlar. Bunların içinde laikler, sekülerler, solcular, alkol alanlar da var.” demektedir. Tabii ki bunlar kendilerini Müslüman olarak tanımladıktan sonra hayır siz Müslüman değilsiniz denemez. Onlar kendilerini öyle görüyorsa Müslümandırlar. İşte Haksal demektedir ki;  bu bağlamda yayıncılık yapan dindar bir gazetede rakı, şarap, faiz reklâmları ve tam sayfa kadın endamlı reklâmlar basılmasına rağmen bu gazetenin yöneticileri "Ben Müslümanım, İslâmcı değilim" diyebilmektedirler. Haksal sormaktadır: “Bu tür çeşitli zaaflarla malul Müslümanlarla birlikte mi yaşamak istersiniz; yoksa İslâm için mücadele eden, Müslümanca yaşayanların arasında olmayı mı tercih edersiniz?” Ve eklemektedir: “İslâm adına hem siyasal, hem kültürel hemen her alanda mücadele veren Müslümanların mücadelesi İslamcılıktır.

Gündemdeki son İslamcılık tartışmalarında Ali Bulaç’ın da, Hayrettin Karaman’ın da, Yasin Aktay’ın da, Abdurrahman Arslan’ın da İslamcılık sıfatına yükledikleri mana, iman edenleri yeniden iman etmeye davet etmek keyfiyetini taşımaktadır. Yine bu mana “mü’min, muttaki, şahit, şehit, alim, murabıt”  sıfatlarının Müslümanlığımızda “muvahhid, mübelliğ, mücahid” sıfatları gibi derinleşmesini ve tanıklaşmasını istemektedir.

Türkiye’de Kemalist veya kolonyalist politikalarla ezilen Müslümanlığımızın vahyi ölçülere yönelen ve silkinen sesi ancak 1970’li yılların ortalarında neşvünema bulmaya başlayabildi. Tabii ki bu yeni ve taze sesin birçok kazanımı yanında zaafları da vardı. “Öze dönüş”,  “İslami diriliş”, “İslami hareket”, “ıslah ve inşa” söylemleri güçlenmeli ve vahyi ölçülerle yenilenmeliydi. Ama 28 Şubat’ın karabasanı karşısında kimliksel olarak hakiki aidiyetlerini oluşturamamış, vahyi kavrama usulü olarak netleşememiş veya cahili tutkularından hicret edememiş Müslümanlarımızdan tevhidi mücadele hattını bırakanlarımız ve “İslamcılık bitti” haykırışları arasında “Yağmurdan Sonra birçok şey mubah” edebiyatı yapanlarımız oldu.

İslami mücadele veya “İslamcılık” hattını kaybedenlerden bir kısmı mistisizme, bir kısmı milli dindarlığa, bir kısmı post-modern kimlikleri yeniden üretmeye yöneldi. Münzevi bir dindarlık pratiğine sığınanlarımız yanında; istisnai hallerdeki çok eşlilik ruhsatına harem zihniyetiyle yaklaşmayı, birinci sınıflar için ayrılan plaj ve otellerde cenneti dünyevileştirmeyi, imkan bulamadıysa mülkiyeti eşitleyip zihni ve siyasi olarak Şeyh Bedrettin anarşizmini gündemleştirmeyi; okey ve tavla oynamayı, nahoş yerlerde nargile çekmeyi, tesettür defilelerinden sonra flörtü ve makyajı meşrulaştırmayı marifet bilenlerimiz oldu. Ayrıca entelektüalizm hastalığına, medyatik ve görünür olma kompleksine ve her türlü köşe dönme ve makam kapma sevdasına esir olanlarımız oldu.

Ama mücadele hattında hakikat arayışını, tanıklık görevini, takva elbisesini terk etmeyenler de vardı. Tevhidi uyanıştaki hattının istikametine sahip çıkanlar yeniden bir iman neslini diriltebilmek için “direniş, ıslah ve inşa çizgisi”nden hiç kopmadılar.

 

İslamcılık Entelektüellik mi?

Türkiye’deki İslamcılık tartışmaları Ali Bulaç’ın Zaman gazetesindeki “İslamcılık Nedir?” başlıklı yazısının (21 Temmuz’12) tartışılmaya başlanmasıyla yeniden gündeme gelmişti. Ali Bulaç İslamcılığı, “İslam’ın ana referans kaynaklarından hareketle ‘yeni’ bir insan, toplum, siyaset/devlet ve dünya tasavvurunu, buna bağlı yeni bir sosyal örgütlenme modelini ve evrensel anlamda İslam Birliği’ni hedefleyen” bütünsel bir hareket olarak tanımlamıştı. Ona göre başka bir deyişle İslamcılık, “İslam’ın hayat bulması, hükümlerinin uygulanması, dünyanın her tarihsel ve toplumsal durumunda İslam’a göre yeniden kurulması ideali ve çabası” idi.

İslamcılıkla ilgili anlatılan bu muhteva, tüm rasullerin anlattığı ve insanları yaratılış sorumluluğuna davet ettikleri vahyi çağrının iyi bir özetini ifade etmektedir. Bu doğru tespitleri yapan Bulaç’ı ve bu tanımını, Mehmet Durmuş’un İktibas’ta (Ağustos’12) yaptığı gibi onun özgeçmişine dönük eleştiri sunarak, bazı şaz ve tartışmalı yaklaşımlarını hatırlatarak önemsizleştirmeye çalışmak doğru olmamalıdır. Yok, bu tanımdaki İslamcılık sıfatını beğenmiyorsanız yerine ister İslamlaşma ister İslami sorumluluğun idraki ve ilanı içinde Müslümanlık diyebilirsiniz.

Ali Bulaç, İslamcılık tartışmaları içinde Kur’ani arınma ve tevhidi uyanış çağrısını Hizmet Cemaati’nin gazetesi Zaman’da gündemleştirmeye çalıştı. Bir nevi Cemaat’in “gemi”sini önceleyen Bulaç’ın Cemaat’in yaşadığı entelektüel boşluğu liberallere ve milliyetçilere kaptırmamak niyetiyle ortaya koyduğunu düşündüğümüz bu gayretine, bu gazetede veya diğer mahfillerde yazan ve konuşan birçok yazardan ve entelektüelden olumsuz tepki geldi.  Milliyetçi, gelenekçi, liberal hatta solcu camiaların oluşturduğu İslamcılık karşıtı tepkilerin en sonuncusu ama en önemlisi ise Ali Ünal tarafından ortaya konuldu.

Ali Ünal, daha öncede belirttiğimiz gibi Ali Bulaç’la birlikte 1970’li yılların ortasında öze dönüş, arınma ve tevhidi bilinçlenme sürecine Düşünce Dergisi havzası veya çevresi içinde adım atmıştı. Ama romantik İslam devrimi ve devleti hedefi içinde bilinçaltlarına kazınan iktidar ve güç olma tutkusu Ali Ünal’ı önce İran İslam Devrimi’nin irfani denilen batini ve taklitçi koridorlarına, oradan da Fethullah Gülen’in milli dindarlık birikimi içindeki keşf ve dini organizasyonlar otobanına itmişti. (...)

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

 

 

Yorum Analiz Haberleri

Amerika ikileminden kurtulalım
Yasadışı bahis bağımlılığının feci boyutları
Türkiye’de toplumsal değerlerin karmaşıklığı
Filistinlilerin yenilgiyi kabul etmesini mi bekliyorlar?
Atatürkçüsünün kendini Kemalist, inançlısının kendini dindar görmediği garip bir toplum…