Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Gerçekten acayip!
Çeşitli mecralarda paylaşıldı, muhtemelen görmüşsünüzdür; New York Moda Haftası’nda korsan bir gösterici kimseye çaktırmadan podyuma çıkıp bir manken gibi yürümeye başlıyor. Üstüne bildiğimiz battal boy şeffaf market poşetine kol açarak yaptığı bir tür bluz var, altında da pembe bir şort... Sahnenin gerisinden koşarak gelen güvenlik görevlisi onu derdest edip zorla sahneden indirmese kimse bunun zekice bir protesto gösterisi olduğunu farketmeyecek. Nasıl farketsin, bu tür gösterilerde en az bu kadar, belki zaman zaman bundan da acayip şeyler giyilerek o meşhur manken adımlarıyla o podyumlar arşınlanıyor ve büyük alkış alıyor. Şimdilerde sosyal mecralarda evdeki poşet, mukavva kutu ve saireyi üstüne takıp takıştırıp manken yürüyüşü yapan ve bunlarla dalgasını geçen tipler var. Orijinali mi, yoksa taklidi mi daha komik, daha acayip, insan karar veremiyor.
Acayip deyip duruyorum ama dünyanın dev sektörlerinden biri moda sektörü ve bu gösteriler milyonlarca doların döndüğü bu piyasanın vitrinini kurduğu gösteriler... Bunları bekleyen nice insan var, bunların bir kısmı parasını o sektörden kazanan insanlar, diğer bir kısmı da yeni trendlere meraklı zengin insanlar... Moda anlayışları ve trendleri yukarıdan aşağıya oluşuyor. Bu uç kreasyonlar çoğunlukla sokaklar için değil; hem trendleri uçlarından belirlemek için hem de dikkat çekici gösterilerle insanları moda illüzyonunun parçası kılmak için... Sokaklara inmeden önce biraz ‘normalize’ ediliyor tasarımlar... Ama yine de zevkler ve renkler her zaman bizim normallerimize kadar da getirilmiyor. Çünkü işin temel mantığı, bu sektörel düzeni bizim normallerimizde kurmama ve moda belirleme işini bizim aklımızın ermeyeceği bir yerde kurmayı gerektiriyor. Neden böyle? Çünkü aklımız ererse kendimiz yapar, kendimize neyi yakıştıracağımızı kendimiz seçeriz. Yani modanın bir endüstriye dönüşmesinden önceki dünyada asırlar boyunca olduğu gibi...
Bu konuya ilişkin olarak Guy Debord, “Gerçek dünyanın basit imajlara dönüştüğü yerde basit imajlar gerçek varlıklar ve hipnotik bir davranışın etkili motivasyonları haline gelir” diyor ‘Gösteri Toplumu’ isimli kitabında.
Sosyal mecralara düşen son örnek modadan olduğu için konuyu buradan açtım; benzer bir durum kültür-sanat organizasyonları için de geçerli aslında. İşinin hakkını veren insanları elbette dışarıda tutuyorum ama son yıllarda bienal kavramı ve küratörlük müessesesi de oldukça tartışmalı, hadi bugün dilimize takılan kelimeyle ifade edelim, acayip örnekler ortaya koyuyor. Gerçekten neresinden sanat eseri olduğunu, nasıl bir sanatçılığın ürünü olarak ortaya çıktığını ve kültürle bağlantısını kavrayamadığımız birtakım malzemeler, deneysellik adı altında, büyük de paralar ödenerek kamuoyunun önüne konuyor, salonlar bunlara tahsis ediliyor, medyada gündem oluyor. Acayipliğine sanat etiketi koyup bu işlerden servet kazanan birtakım tipler var, full-imaj tipler ve gerçekten de sanatçı muamelesi görüyorlar. Gerçekten! Ama her zaman, her ortamda bir poşetli adam çıkıp bu acayipliğe ayna tutmuyor. Yine de bazen kendi kendine bir şeyler oluyor. Yine sosyal medyada gördüğüm bir örneği aktarayım. San Francisco Sanat Müzesi’nde bir sergi hazırlıkları sırasında şaka videolarıyla ünlü iki fenomen salonun zeminine bir gözlük bırakıyor. Ne oluyor dersiniz? Ziyaretçiler yerdeki gözlüğü bir sanat eseri zannediyor ve diğer eserlerle birlikte onu da uzun uzun inceliyor, hatta pek çok ziyaretçi yere kadar eğilerek fotoğrafını çekiyor.
Acayip ama değil mi?
Gerçekten acayip!