Belediyelerin Alevi Açılımı

KENAN ALPAY

CHP yönetimi geçen hafta bütün CHP’li belediyelerin Şubat ayında yapılacak ilk meclis toplantısında Alevi toplumuna ait cemevlerini ibadethane statüsünde tanıması yönünde bir tavsiye kararı almıştı. CHP adına alınan kararı açıklayan Genel Başkan yardımcısı Veli Ağbaba, cemevlerinin gider, bakım ve onarım masraflarının CHP’li belediyelerce karşılanacağını beyan etmişti.

Maltepe ve Didim belediyeleri CHP Genel Merkezi tarafından alınan “cemevlerine ibadethane statüsü tanıma” ve “giderlerini bütçeden karşılama” kararı derhal uygulamaya geçirdi. 5393 Sayılı Kanun’un ilgili bendi 'belde sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunmak' hükmüne dayanak gösteriliyor.

Bütün Belediyeler Özerklik İsterse!

CHP belli ki, “devletin atamadığı adımı atmak” istiyor. Bu sebeple Alevilerin inanç ve ibadetlerini önkoşulsuz olarak gerçekleştirebilmesi adına cemevlerine ibadethane statüsü tanıma kararını hem devletin laik niteliğine hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin cemevlerini ibadet yeri kabul eden kararına dayandırılıyor. İlaveten bu karar Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Fevzi Gümüş ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Sekreteri Cemal Özdamar ile birlikte kamuoyuna deklare ediliyor.

Bir süredir Alevi federasyonları tarafından devletin kendilerine ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle elektrik, su ve doğalgaz faturalarını ödememe kararı aldığını hatırlayalım. Ödenmeyen faturalar için cezalı işlemler ve hacizlerin gelmesi zaten sürpriz değildi. Bazı Alevi dernekleri duruma tepki gösterip vergi ödememe, kepenk kapatma eylemi hatta din derslerini boykot edip çocuklarını okula göndermeme gibi sert tepkilerle karşılık verecekleri ilan etmişlerdi.

Cemevlerinin hacze düşmemesi için CHP’li belediyeler gibi harekete geçen HDP’li belediyeler de sınırları içinde bulunan cemevlerinin giderlerini karşılama taahhüdünde bulunmuştu. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Alevi vakıf ve dernek federasyonlarının temsilcileriyle İstanbul’da bulunan Garip Dede Dergahı’ndaki buluşmasında bu yönde bir karar alınmıştı zaten.

Yerel yönetimlerden, belediye meclislerinden AK parti hükümetini zorlamaya veya Sünni-dindar toplumu sıkıştırmaya yönelik kararlar çıkarmak siyasi bir açılım sayılabilir. Bu türden adımlarla siyasi-mezhebi açılımı hem yerel hem de bölgesel ölçekte sıkı bir desteğe dönüştürmek de mümkün olabilir. Özgürlük ve hakların sahiplerine iadesi söylemiyle avantajlı bir pozisyonda tahkim edilebilir. Hepsi ve daha fazlası mümkündür.

Ancak bu açılımların bir de ‘karşı’ adımları teşvik edici yönü bulunduğunu unutmamak gerekir. Yarın öbür gün Alevi cemaati-toplumu için meşru kabul edilenler diğer cemaat ve tarikatlar için de gündeme geldiğinde hiç kimse laiklik adına endişe ve gözyaşlarına boğulma rolüne soyunmasın.

Devlet Yardımı mı, Kendi Öz Kaynakları mı?

Ermeni, Rum, Süryani vakıflarının iadesi gibi hatta onla kıyaslanamayacak kadar büyük bir yekûnu teşkil eden İslami vakıfların sahiplerine iadesi de muhakkak surette gündeme gelecektir. Cumhuriyet döneminde cami, medrese, cemaat, külliye, dergâh vb. kurumların hem mal varlıklarına hem de sosyal-kültürel temsillerine el koyuldu. Resmi ideolojinin ulusçu ve laik karakteri adına hadım edilmek istenen Müslümanların siyasi, sosyal ve iktisadi birikim ve tecrübelerini şimdiden sonra ne bastırmak ne de inkâr etmek mümkün olacaktır.

Alevileri bugünkü çıkmaz sokakta debelenmesine vesile olan da Tekke ve Zaviyeler Kanunu olduğu gibi koruma inat ve saplantısıdır. “Alevi tekkelerinin açılması diğer tekkelerin açılmasına emsal teşkil etmesin!” zorba siyaseti dönüp sahiplerini vurdu. Öyle ki “Alisiz Alevilik” perspektifi Alevi toplumunu hem Kemalizmin hem de kimi Marksist örgüt ve aktörler üzerinden AB’nin ‘taşeronu’na dönüştürmeye endekslendi.

Şimdi de ayrı bir din ve toplum olarak Kemalist sol ve AB’nin nüfuz casusları marifetiyle Sünni topluma karşı konumlandırılmak isteniyorlar. Son bir hatırlatma da şu olsun: Cemevlerinin muhteva ve işleyişi adına sıkıntı kaynağı olarak ısrarla Sünniliği işaretleyenler esasında Kemalist cumhuriyetin inkâr ve asimilasyona dayalı ceberrut laik sistemini temize çıkarmaya çalışıyorlar.

Alevi kimlik ve toplumunu Kemalizmin fedailiğine koşmak hususunda örgütlü yapıların sergilediği kapsamlı ve bitimsiz seferberlik artık hakikaten ciddiye alınma eşiğinin çok altına düştü. Bugünlerde Eğitim-Sen’le birlikte Alevi dernek ve vakıfların federasyonları tarafından başlatılan kampanya bu ciddiye alınma eşiğinin çok altına düşüşü bir kez daha teyit ediyor.

8 Şubat’ta yapmak istedikleri “Laik-Bilimsel-Anadilde Eğitim ve Demokratik Yaşam" mitingi için çağrıda bulunan ilgili kuruluşların şu sloganlarına bir bakalım: “Mescit değil laboratuar istiyoruz" ve “9 yaşında türbanlı 13 yaşında çocuk gelin olmayacağım". “Mescidsiz bilim, başörtüsüz öğrenci” korku ütopyasına tutkunluk ancak bu kadar özlü ifade edilirdi.

Zorunlu din dersine karşı çıkmak, itiraz etmek en tabii hak elbette. Ama Alevi toplumu “dini-ahlaki değerler dersi hiç olmasın, laiklik-Kemalizm bütün çocuklar için her derste zorunlu olsun” diye feryat edip duruyor. Oysa bu feryadın hedefi ne meşru ne de mümkün.