Bela

Ahmet Altan

Benim bu dönemde en korktuğum iş, kitlelerin hareketlenmesidir.

Çünkü büyük bir değişimin kıyısına gelen Türkiye’yi ancak bu “büyüklükte” bir felaket durdurabilir.

Düşünsenize “tek parti” döneminin bütün “kudretli” egemenleri teker teker “olmaları gereken” pozisyonlara geriliyor.

Ordu ve yüksek yargı, son anayasa değişiklikleriyle birlikte biraz daha “hukukun ve halkın” denetimine giriyor.

Yeni yeni şekillenen bir medya, artık “dokunulmazların” sırlarını ortaya çıkarıyor.

Halk sorguluyor.

Yeni şekillenen bir medya, “merkez medyanın” sakladıklarını ortaya çıkarıyor.

Kulluğu reddeden ve iktidardan hak ettiği payı isteyen Anadolu kökenli bir sermaye hareketi büyüyor.

İçeride tartışılamayan, konuşulamayan hemen hemen hiçbir “tabu” kalmıyor.

Kürtlerle Türklerin “ayrılması” bile televizyon programlarında uzun uzun konuşuluyor.

Büyüyen ekonomisi ve ihracatıyla Türkiye dünyada kendine bir yer arıyor.

Arada sırada taktik hatalarla tökezlese de Amerika ve İngiltere’nin desteğini sağlıyor.

Ortadoğu’da ağırlığı artıyor.

Dünyadaki kriz ortamına rağmen ekonomik veriler olumlu, büyüme yeniden hızlanıyor, adam başına düşen milli gelir on bin dolara yaklaşıyor.

Bütün bunları yan yana koyduğunuzda Türkiye’nin kabuk değiştirmenin eşiğinde olduğunu görüyorsunuz.

Ama bu “olumlu” gelişmelerin yanında “umutsuzluk” yaratan, birbirine bağlı iki büyük sorunu var Türkiye’nin.

Birincisi, Türklerin, bu “yeni aşamaya” Kürtlerle el ele ve eşit şartlarda geçmeyi bir türlü içlerine sindirememeleri.

Türklerin sahip olduğu bütün haklara Kürtlerin de aynı şekilde sahip olmasını kabullenememeleri.

Hâlbuki bunu kabullenebilseler, hep birlikte çok daha özgür ve çok daha zengin bir ülke olabileceğiz.

Kürtleri sürekli mağdur etmenin, onlara “birinci sınıf” vatandaşlığı çok görmenin, hem Türklere hem Kürtlere ağır bir faturası var.

Çünkü, Türkiye’nin değişiminde “iktidarını” kaybedecek “güçlerin” son sığınağı, son umudu, kitlesel bir kaos yaratmak.

Bunun için de kullanabilecekleri tek koz “Türk Kürt” sürtüşmesi.

İnegöl’de ve Hatay’da bunun nasıl kullanılabileceğini gördük.

Daha kalabalık olan Türkler Kürtlere saldırdı.

Büyük bir ihtimalle bu saldırıların altında bir “kışkırtma” var ama o kışkırtmanın üstüne oturduğu bir “zemin” de var.

Türk medyası, Kürtlerin taleplerini neredeyse “bu ne küstahlık” havasında veriyor, sanki “eşit” olmayı istemek bir küstahlıkmış, haksız bir talepmiş, “nankörlükmüş” gibi, “daha ne vereceğiz” diye sorup duruyorlar.

Zaten mesele, Türklerin kendilerini “hakları verecek efendiler” gibi görmesi.

Sorunu yaratan bu eşitsizlik.

Burası Türklerin ülkesi değil.

Burası, burada yaşayan herkesin ülkesi.

Kürtlerin bu ülkede varlıkları reddedildi, uzun zaman “Kürt yoktur” dendi, binlercesi işkenceden geçti, on yedi bini sokaklarda faili meçhule kurban edildi, üç bin köyleri yakıldı, yüz binlercesi topraklarından sürüldü.

Kürtler buna başkaldırınca da “terörist” damgası yediler.

Medya, olayın nasıl başladığına hiç değinmeden, Kürtleri sürekli suçlayarak, yirmi beş yıl boyunca Türklerin beynini yıkadı.

Türklerin arasında “ırkçı” bir gençlik yaratıldı.

Bu da, kendi “karşıtını”, “ırkçı” bir Kürt gençliğini yarattı.

Şimdi birbirinden ölesiye nefret eden, diğerinin “yenildiğini” görmek için yok olmaya razı iki gençlik var elimizde, her türlü kışkırtmaya açıklar.

Hem Türk siyasetçileri arasında, hem Kürt siyasetçileri arasında bu “ırkçı, öfkeli” gençlik üzerinden siyaset yürütmeye çabalayanlar, “kaos” isteyen “derin” güçlerin hizmetindeler.

Kitleler arasında çatışma başlatmak, yirmi beş yıllık bir nefret birikimini harekete geçirir, bir anda bir ölüm tırpanı işlemeye başlar ülkenin içinde.

Bunu başlatabilirsiniz ama bir kere başladıktan sonra bunu durduramazsınız.

Öyle şeyler yaşarız ki “bölünmeyi” özler ama bölünmeyi bile beceremeden kanlar içinde paramparça oluruz.

Büyük bir değişimle, korkunç bir felaketin tam ortasında duruyoruz.

Türklerle Kürtler el ele verirse birlikte mutlu bir değişimi sağlarız, yok bunu yapmaz da çatışmayı tercih ederlerse birlikte mahvoluruz.

Şu aşamada artık ne yaşanacaksa “birlikte” yaşanacak.

Ne yaşanacağına da siz karar vereceksiniz.

ahmetaltan111@gmail.com

TARAF