‘Beklenen Kurtarıcı Gelmeyecek Arkadaşlar’

Karar yazarı Mustafa Karaalioğlu, yazısında KURAMER’in düzenlediği ‘Beklenen Kurtarıcı İnancı’ sempozyumundan öne çıkan vurguları değerlendirmiş.

Mustafa Karaalioğlu’nun yazısı şöyle:

Beklenen Kurtarıcı Gelmeyecek Arkadaşlar / Karar

Cumartesi günü, Altunizade’deki İSAM salonunda ‘Beklenen Kurtarıcı İnancı’ konulu bir sempozyuma, tabir caizse uğradım. Niyetim, açılış konuşmasını yapacak Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ı dinleyip biraz oyalandıktan sonra çıkmaktı. Ama mümkün olmadı. Akşama kadar, son konuşmacının son cümlesine kadar yerimden kımıldayamadım. Türkiye’nin birçok farklı bölgesinden gelen konuşmacı ve müzakereci akademisyenler birinci sınıf sunumlar yaptılar. Konuyla ilgilenen, akademisyen, araştırmacı ve öğrenciler salonu doldurdu, akşama kadar da kimse ayrılmadı.

KURAMER'in çalışmaları teşekkürü hak ediyor

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de oradaydı. Görmez hem sabah hem de öğlen oturumlarını izledi ve kısa bir konuşma yaptı. Arada kendisine takıldım, “Hocam ayrılamıyorsunuz buradan” dedim. “Ayrılacak gibi değil ki. Çok önemli şeyler konuşuluyor” diye cevapladı. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar da oturum başkanlarından biriydi. Natıkasını kayda geçirdik…

Kur’an Araştırmaları Merkezi (KURAMER)’in bir toplantısıydı. Baştan söyleyeyim. KURAMER’in Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, çalışma arkadaşları Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı ve Ahmet Ertürk içten bir teşekkürü hak ediyor. Zaten, birinci sınıf çalışmalar yapıyorlardı; cumartesi günü de bunun zirvesiydi. Sempozyumlar, paneller, konferanslar, yayınlar, araştırma projeleri, burslu staj programları vs. Zaten bu isimler bir araya gelince kötü bir netice çıkması mümkün değil ama söyleyelim gerçekten kaliteli işlere imza atıyorlar. Kendilerini adamışlar… ‘İlahiyatçı olsam bir şekilde KURAMER’in çevresinde olmanın yolunu arardım’, deyip bahsin bu kısmını noktalayayım.

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak ile sohbet ettik.

“Beklenen kurtarıcı” demek malum en başta Mehdi inancına işaret ediyor. Ama beraberinde tarih boyunca ve günümüzde her türlü “kurtarıcı” ve “kurtarıcılık” akımları ve fenomenleri de tartışıldı. Gayet tabii ki Fetullahçılık da masaya yatırıldı.

Dinin merkezinde mehdi inancı varsa başka bir yola gidiliyor, yoksa başka bir yola. Bu kadar önemli bir mesele… Dolayısıyla, bu mesele üzerinden İslam idraki, İslam’ın ve Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiği ile hadis ve sünnet anlayışı konuşuldu. Usül ve dini kaynakları anlama, kavrama metodu tartışıldı.

İslami düşünceyi etkileyen bir mesele

Tek tek kimin ne söylediğini tırnak içine almayacağım; zira alamayacağım. Çünkü, herbiri bir bağlam içinde o kadar değerli ve özenli cümleler ki birçoğunun tebliğin tamamı okunmadan anlaşılması zor olacak.

Ama bütün konuşmacıların referans verdiği ve saygıyla andığı Ahmet Yaşar hocadan not ettiğim şu cümlelerini aktarayım:

“Mehdilik İslam dışıdır. Bu itibarla sahte mehdi diye bir kavram da yoktur. Mehdilik yoktur ki sahtesi olsun. Tarih boyunca kendisini kurtarıcı olarak ortaya atanlar genelde şizofrenik ve karizmatik kişilerdir. Kurtarıcılık inancının teşekkülünde mitoloji ve birbirleriyle etkileşime giren kültürlerin etkisi olmuştur”

Ayrıca, büyük hadis alimlerimizden Prof. Dr. Ahmet Yücel’in konuşmasının sonucundaki şu kısa cümleyi de aktarayım: “Hadislerden Mehdi çıkmaz!”

Son sunumu yapan Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün nihai cümlesi de bu istikametteydi. Öztürk, “Mehdi inancı, zihnen ve fikren reşit olmayan bir toplumun atalet içinde kalıp kendini elden ayaktan düşmüş bir kötürüm gibi algılamasıyla da irtibatlı bir durumdur” dedi. Daha ne söylenebilir?

Bununla birlikte bilhassa tasavvufta ve İbn’ül- Arabi, Konevi ve İsmail Hakkı Bursevi’de güçlü bir mehdi inancı olduğu da belirtildi. Yrd. Doç. Dr. Okan Öztürk’ün sunumu bu bahis üzerineydi.

Yine de konuşmacıların ağırlıklı bölümü, risaletin hitamından yani Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu gerçeğinin hilafına ‘büyük kurtarıcılık’ diye bir müessesenin olamayacağı görüşünde birleştiler. Böyle bir düşüncenin, Allah’a kulluk, birey olarak mesuliyetlerimiz ve en nihayet İslam’ın mesajıyla kıyaslandığında ortaya çıkan çelişkilerini anlattılar.

Tembellik için bir gerekçe mi?

Büyük (veya küçük) kurtarıcılık fikri tek başına kendi iddiasıyla sınırlı değildir. Kurtarıcının beklendiği yıllar, onyıllar boyunca insanların hayatını ve dini mükellefiyetlerini de şekillendiriyor. Bir hayat ve anlayış tarzını dayatıyor. Mesela,Aliya İzzetbegoviç, “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır” der.

Başta, Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak hocanın konferansı olmak üzere bütün tebliğ ve konuşmaların bir an önce basımını ve yayınını heyecanla bekliyorum. Herkese de şiddetle tavsiye ediyorum. Siz de sempozyumun kayıtlarını www.kuramer.org adresinden takip etmeye devam edin. Basıldığında da mutlaka edinin.

Kadroyu da söyleyeyim ki, çalışmalarını ayrı ayrı izleme imkanı olsun.

Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, Prof. Dr. Ömer Faruk Harman, Yrd. Doç. Dr. Nihal Şahin Utku, Prof. Dr. Cemil Hakyemez, Prof. Dr. Bünyamin Erol, Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz, Yrd. Doç. Dr. Özkan Öztürk, Dr. Necdet Subaşı, Yrd. Doç. Dr. Sevde Düzgüner, Prof. Dr. Sönmez Kutlu, Prof. Dr. Mustafa Öztürk…

İtiraf edeyim… İslam dünyasının şu karanlık günlerinde bu isimlerin herbiri benim için ‘beklenen kurtarıcı!’ gibiydi. İyi ki böyle değerli ilim insanlarına sahibiz. Nitekim, sempozyumun sonunda söz alan dostum tarihçi İsmail Küçükkılınç,“KURAMER olduğu sürece Türkiye’nin geleceği aydınlıktır” deyince önce “Üstad biraz abartıyor” diye düşündüm. Sonra da “Haklı… Bu ülkede kaç tane pırıltılı ilmi kurum kaldı ki” diye hak verdim. İnşallah, Bardakoğlu hoca, Çağrıcı hoca ve arkadaşları böyle devam ederler, edebilirler.

Son bir not… Ahmet Ertürk, en az üç ayda bir İslam dünyasının düşünsel ve zihinsel sorunları üzerine bir sempozyum düzenleyeceklerini söyledi.

Mehmet Akif'ten eskimeyen bir mesaj

Hüda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hüda

Prof. Mustafa Öztürk, Akif’in Safahat’ından bulup çıkarmış, ben de onun tebliğinden alıntılıyorum. Mehmet Akif Ersoy, Fatih Kürsüsü’nde ‘yan gelip yatarak’ her işi Allah’a havale eden tevekkül anlayışını şöyle eleştiriyor:

Hüdâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak!

Onun hazîne-i in’âmı kendi veznendir!

Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir!

Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;

Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!

Çekip kumandası altında ordu ordu melek;

Senin hesabına küffârı hâk-sâr edecek!

Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:

“Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur; bakacak;

Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;

Çoluk çocuk O’na ait, lalan, bacın, dadın O;

Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;

Alış seninse de, mes’ûl olan verişten O;

Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;

Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;

Tabîb-i aile, eczacı… Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?

Hüdâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hüdâ;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha?

Halil İnalcık’a tarihçilerin kutbu ünvanını kim verdi?

Büyük tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık’ın bu yılın Temmuz ayının 25’inde kaybetmiştik. Bazı ölümler bende “Eyvah, şimdi o olmadan biz ne yaparız” hissi uyandırır.İnalcık da böyle bir kayıptır benim için.

Prof. İnalcık, Kutb’ül Müverrihin idi, yani tarihçilerin kutbu. O’na çok yakışan hiç şüphesiz fazlasıyla hak ettiği bir ünvandır. Merhuma bu ünvanı bir kurum ya da bir üniversite vermemiştir, bizatihi tarihçiler böyle isimlendirmiştir.

Bir dönem İnalcık Hoca’ya Şeyh-ül Müverrihin denirdi. Yani, tarihçilerin şeyhi. Bunu da ilk kullanan Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu olmuştu.

Halil İnalcık’ın 85. yaşını ve o güne kadar tarih bilimine yaptığı hizmetleri konuşmak için Ankara’da yapılan bir toplantıda unvan değişti.

Bundan sonrasını bana anlatanın ifadesiyle aktarıyorum.

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, o toplantıda kürsüye çıkmış ve “Siz tarihçilerin şeyhi değilsiniz!” demiş. Soğuk duş… Salonda bir şaşkınlık; Hoca’nın yüzünde de bir hayret…

“Şeyh çoktur hocam” diye devam etmiş Ahmet Yaşar Ocak. “Şeyh çoktur ama kutup tektir. Siz Kutb’ül Müverrihinsiniz. Tarihçilerin kutbusunuz” demiş. Gayet tabii salon alkıştan yıkılmış ve bir anlamda Ahmet Yaşar Ocak’ın teklifi, cümle tarihçilerin kabulüyle İnalcık Hoca Tarihçilerin Kutbu ilan edilmiş.

Çok merak ederdim ama hikayesini bilmezdim. Cumartesi günü birlikte yemek yediğim ve sohbet etme imkanı bulduğum Ahmet Yaşar hocadan dinledim.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!