Beklenen Film, Beklenen Son!

KENAN ALPAY

Cehaletimi mazur görün ama ben yeni öğrendim. Önder Çakar, epeyce meşhur bir film yönetmeniymiş. Oysa kamuoyu kendisini ‘Gemide’ ve ‘Takva’ gibi filmlerden bu yana zaten tanıyormuş. Ancak kendisi önce HDP tarafından tertiplenen Suruç’taki protestolara katılmış, sınır nöbeti tutmuş. Sonra da uzun zamandır bulunduğu Kobani’de IŞİD’e karşı savaşan PKK-PYD saflarındayken yaralanmış.

Kobani halkına destek vermek üzere bulunduğu PYD-PKK cephesi IŞİD tarafından bombalanınca Önder Çakar da bir duvardan atlarken yaralanmış. Derhal Suruç Hastanesine getirilen Önder Çakar tedavi altına alınmış ve ziyarete gelen gazeteci arkadaşlarına hem Kobani’ye ‘senarist’ olarak gittiğini söylemeyi hem de zafer işareti yaparak poz vermeyi de ihmal etmemiş.

Kötü Senaryo, Beceriksiz Artist

Sanatsal olmasa da film çevirme işi zannedilenden çok daha yaygın. Önder Çakar’dan daha uzun metrajlı hatta dizi diyebileceğimiz filmleri çevirenler arasında Yüksek Yargı mensuplarını da görmek çok zor değil. Mesela Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın seçim barajıyla alakalı son çıkışını (çıkıntılığını mı demeliydik?) dikkatli seyretmek gerekiyor. Senaryo, aktörler, kullanılan teknik her ne kadar çok tanıdık gelse de bu türden filmler gişede değilse bile bazı festivallerde epeyce ilgi görüyor.

AYM Başkanı Haşim Kılıç önce seçim barajının hak ihlali olup olmadığına ilişkin bireysel başvurunun 3 haftaya kadar sonuçlandırılacağını ifade etti. Şayet AYM hak ihlali olduğu konusunda karar verirse Kılıç, hiç beklenmeden 2015 seçimlerinde bu kararın yürürlüğe gireceğini de beyan etti. Ancak tepkiler özellikle Hükümet kanadından gelenler o kadar sert oldu ki iki gün geçtikten sonra AYM adına yapılan kurumsal açıklamada Kılıç’ın görüşü hiç beyan edilmemiş gibi bir çark edişe şahit olduk.

Meğerse Haber Türk Gazetesi yazarı Muharrem Sarıkaya tarafından AYM başkanı Kılıç’a teknik bir soru sorulmuş Kılıç da teknik bir cevap vermiş. Pes dedirten pişkinlik bununla da kalmıyor maalesef. Üstüne bir de “AYM üyesi hukukçuların görüşülmekte olan bir dava için olumsuz sonuçlar doğurabilecek açıklamalar yapmayacak kadar bilgili ve tecrübeli oldukları da izahtan varestedir” gibi son derece küstah ve toplumu aptal yerine koyan cümleler ekleniyor.

Kamuoyunda infiale sebep olacak ve yargı muhtırası kabilinden siyasete açıkça müdahale anlamına gelen bu teşebbüs bir süreliğine püskürtülmüş gözüküyor. Bu konuda Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun “Tamamen yetkisiz ve yok hükmünde bir işlemdir” itirazı önemliydi. Ancak aynı konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değerlendirmesi çok daha ağır ve çarpıcıydı. Erdoğan şunları söylerken kat edilen mesafeyi görmemek mümkün değildi: Egemenlik yargı ve askeri bürokrasinin değildir, Anayasa Mahkemesi’nin de değildir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. 1960 Türkiye’sinde değiliz. Darbe ortamında hiç değiliz. Peyami Safa’nın güzel bir sözü var. Kitap yüklü merkeplere değil, kitabın içindekini sindiren insanlara ihtiyacımız var."

Görüldüğü üzere bürokratik oligarşi adına cephe savaşı veren Haşim Kılıç ve ekip arkadaşları da PKK-PYD adına Kobani’de cephe savaşına girişen Önder Çakar gibi rol kesiyorlar. Yani hem ‘senaristiz’ diyorlar hem de ‘zafer işaretli pozlar’ veriyorlar. Delikanlıca bir mücadele, dürüstçe ve harbiden bir savaş verecek adam konusunda resmen kıtlık yaşıyoruz. Devrimciyle bürokratın, Kemalist’le sosyalistin farkı yok neredeyse.

AİHM’in Alevilik Rotası

Bilimsel görünümlü yoğun siyasi-tarihi tartışmaların ardından Avrupa Alevilik meselesi için bu hafta ‘hukuki’ kararını da vermiş oldu. Uzun zamandır ama özellikle AK Parti Hükümetleri döneminde Türkiye’ye yönelik ciddi bir baskı aracı olarak kullanılan Alevilik meselesi ‘yeni’ bir safhaya girecek mi? Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’deki cemevlerinin statüsüyle alakalı yapılan başvuruyu ‘karara’ bağladı.

Üstelik AİHM’nin bu kararı Taraf gibi liberal-sol ve Fethullah Gülen cephesinin ortak yayın organları tarafından “AİHM Son Noktayı Koydu: Cemevi İbadethane” manşeti üzerinden sevinç naralarıyla kamuoyuna ilan edildi. AİHM’e göre Türkiye cem evlerine ayrımcılık yapıyor ama cemevleri cami, kilise ve sinagoglara uygulanan muafiyet ve desteklerden aynı şekilde istifade etme hakkına sahip olmalı.

Peki, AİHM’in kararı Alevilere yönelik ayrımcılığı gidermeye mi yönelik? Yoksa Aleviliği İslam’dan ayrı ve İslam’a düşman bir seküler din olarak örgütleme hedefinin yeni bir aşaması mı? “Alevilik İslam’dan mıdır, din midir, mezhep midir, tarikat mıdır, modernize edilmiş Bâtıni bir ideoloji midir?” gibi tartışmalar sürüp gidecek elbette.

Ancak Aleviliği Müslümanların değil de Kemalistlerin, sosyalistlerin, liberallerin ardından AİHM gibi emperyalist-sömürgeci temellerde yükselen kurumların ‘meşru tanım’a oturtmasına razı olmayı kimse bu toplumdan beklememeli. AB ve ABD’den üstte “Meşru Yol Haritası” tanımayanlara duyurulur.