Karaman'da cereyan etmiş olan ve hepimizi üzen, içinde bulunduğumuz hali bir daha gözden geçirmemize, nerede hata edildiğini düşünüp çareler aramamıza vesile olması gereken olaya çeşitli çevreler kendi dava, menfaat ve hedefleri bakımından yaklaşıyorlar. Bu hedeflerin başında da Ensar Vakfı'nı karalamak ve aleyhinde algı oluşturmak var.
Diyelim bir yerde bir hırsızlık vak'ası olmuş, ilgililer haklı olarak gerekli emniyet tedbirlerinin alınıp alınmadığını da (yani bekçiyi de) sorgularlar, eğer makul ölçüde ve herkesin her yerde yaptığı gibi tedbirler alınmış, ama buna rağmen hırsızlık yapılmış ise bekçiye bir diyecekleri olmaz, tedbirde kusur varsa bekçi de sorumlu olur, ama hırsızın yakası bırakılmaz; çünkü asıl suçlu hırsızdır.
Anılan olayda normal olmayan yaklaşım, Ensar vb. vakıfları sevmeyen, bunların varlıklarına ve faaliyetlerine tahammül edemeyen bazı çevrelerin el ve işbirliği yaparak hırsızı bırakıp devamlı bekçiye saldırmalarıdır. Hatta bunlar, bekçiye saldırmakla yetinmiyor ithamı, oradan sırayla emniyet müdürü veya amirine, valiye, İçişleri Bakanı'na, Başbakan'a ve Cumhurbaşkanı'na kadar uzatıyorlar!
CHP'den bir heyet olay mahalline gitmiş, soruşturma yapmış, bir bayan milletvekili açıklama yapıyor ve araya Ensar Vakfı'nın adını sıkıştırıveriyor.
Ensar Vakfı'nın ve onunla kardeş olan ÖNDER, İlim Yayma, TÜRGEV gibi vakıfların yaptıkları hizmetler övgüyü, takdiri, teşekkürü hak eden hizmetlerdir. Bu vakıfların bir yerdeki bir elemanı bir kusur, bir suç işlediğinde önce dönüp merkezin olayı nasıl karşıladığına bakılır; merkez olayı kabullenmiyor, suçluyu adalete teslim ediyor ve gerekli cezayı alması için de çalışıyorsa artık onun yakası bırakılır, suçluya (bekçiye değil, hırsıza) yönelmek gerekir. Bizim vak'ada böyle olmuyor, suçlu neredeyse ikinci plana atılıyor ve bekçi dövülmeye devam ediliyor.
Vakıf ne yapmış?
Herkesin takdirini ve sevgisini kazanmış bir öğretmeni vaktiyle altı ay kadar istihdam etmiş, sonra da bir maddi talebini karşılamadığı için alaka kesilmiş. Adam çalışırken, ondan önce ve sonra şube sorumluları aksatmadan gerekli denetimlerini yapmışlar, ama güvenilen sapık yine de fırsat bulmuş, çalıştığı yerlerde yapacağını yapmış. Bu durumda dönüp bakacağımız husus ve soracağımız sorular şunlar olmalıdır:
1. Bu gibi adamlar hangi şartlarda ve nerede yetişiyorlar?
2. Tamamen yok edilmeleri mümkün olmasa bile en aza indirmek için eğitim sistemimizde ne gibi tedbirler alınıyor?
3. Eğitim sistemimizde ahlak ve vicdan eğitimi için ne yapılıyor?
4. Herkesin bilgi ve eğitim olarak ortak bir ahlaka yönelmelerini sağlayacak bir dersimiz ve eğitimimiz var mıdır? Bu bağlamda zorunlu din (vaktiyle ahlak) derslerine karşı çıkanların sorumlulukları var mıdır?
5. Her şeye rağmen toplum içinde sapıklar olabileceğine göre bunların zararından korunabilmek için ailelere ve eğitim sorumlularına ne gibi vazifeler düşüyor?
Bu ve benzeri sorular üzerinde yoğunlaşmak akıl ve insaf sahiplerinin işi olur; ama maksatları bekçiyi dövmek, bize ait değerlerin yaşaması, çocuklarımızın ve gençlerimizin yabancı ve/veya ahlaksız ellere düşerek zayi olmaması için gayret gösteren şahısları, kurum ve kuruluşları karalamak olan bedhahların işi ise işte bu yaptıkları olur!
Her kap içindekini sızdırır, biz tertemiz gül suyunu süzdürmeye devam edelim.
Yeni Şafak