Bekaroğlunun Evrenden farkı!

Bülent Korucu

Türkiye'de siyasete iki türlü bakış açısı var. İkisi de içinde arızalar barındırıyor. İlki siyaseti, kastın üst katmanlarına mensup kimselerin yapabileceğini düşünen seçkinci yapı.

Daha çok Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde ve Demokrat Parti'nin iktidar yıllarında kendilerini belli ediyorlardı. 'Ağzı çorba kokanlar'ın ülke yönetiminde söz sahibi olmasını hiçbir zaman kabullenmediler. Sadece zamanla seslerinin seviyesi düştü ve sayıları epey azaldı. Günümüzde 'Çobanla filancanın oyu bir mi?' mukayesesi ile ortaya çıkanlara; bir de halkın tercihini aşağılamak için 'göbeğini kaşıyan adam' ve 'bidon kafa' gibi nitelemeler yapanlara rastlanıyor.

İkinci yaklaşım ise siyaseti aşağılayan tavır. Siyaset kurumuna güvenmeyen ve politikacılara 'at hırsızı' muamelesi çeken kesimin özde birincilerden pek farkı yok. Aslında 'kaçan ciğere kötü diyenler' olarak sınıflandırabiliriz. Politik arenada etkinliği kaybedince bürokrasi kalelerine sığınan, statüko savunucuları bu cenahta. En meşhur yalanları 'ballı' emeklilik. Öyle propaganda yaptılar ki, halk, milletvekillerinin iki yılda süper emekli olduğunu sanıyor. Hâlbuki her vatandaş kadar gün doldurmak ve prim ödemek zorundalar. Parlamento'da iki yıllarını doldurduklarında vekil emekliliğine hak kazanıyorlar. O da başbakanlık müsteşarına eşitlenmiş bir emeklilik. Böyle onlarca çarpıtma örneği yazabiliriz. Bunların amaçları, siyaseti tukaka gösterip, bürokrasinin hukuk dışı müdahalelerini meşrulaştırmaktır.

Ülkemizde sonu gelmekte olduğunu umut ettiğimiz vesayetçi yapının beyin takımı yer ve zamana göre bu iki yaklaşımı da kullanıyor. Seçilmiş ve takdis edilmiş bir azınlığın siyaset yapabilmesi en büyük arzuları. Bütün darbeler mevcut kadroları biçmek ve icazetli yenilerin önünü açmak amacındaydı. Demokraside bunu sürdürmek mümkün olmayınca, siyaseti kötülemek dışında alternatif kalmıyor. Böylece hem yetişmiş insan gücünün siyaset kanallarına akmasını engelliyor hem de bürokratik oligarşiyi meşrulaştırıyorlar.

Bu meyanda dikkat çeken başka bir tavır ise statükonun gayri meşru ilan ettiklerinin cellatlarını modellemesi; jakoben duruşun izlerini üzerinde taşıması. Vesayetçiler, "vergini öde; askere git, ölünmesi gerekiyorsa öl; çok ısrar ediyorsan oyunu kullan, gerisine karışma" diyordu. Onlar da benzer şeyler söylüyor. Halkın Sesi Partisi'nden Mehmet Bekaroğlu'nun hafta sonu bir gazeteye verdiği beyanat bunun örneği.

Şöyle diyor Bekaroğlu: "Türk siyasetinin Pennsylvania ile ilişkisi içler acısı bir durum. Fethullah Hoca okul açıyor, dinî bir önder, ona gönül bağlayanlar var, onlar dayanışıyor, çocuk okutuyorlar filan, buna kimse bir şey diyemez. Burada bir problem yok. Ama siyasetçilerin Pennsylvania ilişkileri çok ayıp bir şey. Böyle bir şey olamaz. Bir siyasi partinin Pennsylvania ile ne ilişkisi olabilir? Eğer Fethullah Gülen, bir dinî cemaatin, bir hayır kurumunun lideri ise tamam. Ama eğer Gülen siyaset yapıyorsa o zaman bizzat siyasi parti olur, orada yapar." Önce şu tespiti yapmak lazım, Gülen ya da bir başkası siyaset yapmak istiyorsa yapar. Bunun için kimseden icazet almasına gerek yok. Ama Gülen, güncel siyasetin parçası olmak istemediğini defalarca beyan etti. Milletin geleceği ile ilgili siyaset üstü meselelere müdahil olmasının politik duruş olmadığını belirtiyor. Her parti ve siyasetçiye aynı mesafede durduğunu örnekleriyle anlatıyor. Tam da Mehmet Bey'in eleştirdiği nokta onun farkı. "Fethullah Gülen'le hükümetin ilişkisi, Baykal'ın selam göndermesi filan... Herkes selam gönderiyor, bu anlaşılır bir şey değil." diye eleştiriyor Mehmet Bey. Gülen, herkese eşit mesafede durarak iddia edilenin aksine siyasallaşmamayı başarıyor. HAS Parti, gerçekten halkın sesi olmayı düşünüyorsa, Kenan Evren gibi icazet dağıtma işine heveslenmemeli. Tam aksine siyasetin kapısını herkese açmanın peşinde olmalı.

ZAMAN