Türkiye bir süredir CHP’deki değişimi tartışıyor. Deniz Baykal ile başlayan, Önder Sav’la devam eden sürecin sonunda CHP’de yönetim yenilendi. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, kendi belirlediği/atadığı ekiple yola devam edecek. Baykal, bu süreci “CHP’nin yeniden dizaynı” olarak tanımlamıştı. Bu yeniden düzenlemenin, Türkiye’nin temel sorunlarında ne kadar önaçıcı olup olmadığını birlikte göreceğiz.
Benzer bir parti içi hareketlilik Saadet Partisi’nde yaşandı. Numan Kurtulmuş ve ekibi Necmettin Erbakan ile yollarını ayırarak Halkın Sesi Partisi’ni (HAS) kurdu. Yeniden yapılanmanın, daha doğrusu müdahalenin gündeme geleceği diğer bir parti ise BDP. Demokratik açılımla birlikte pek de iyi sınav vermeyen BDP yönetiminin, 2011 haziran seçimlerine kadar ilan edilen ateşkes süresinde, İmralı operasyonuyla yenilenebileceği belirtiliyor. İmralı’daki gelişmelere hâkim, Kürt siyasetini de yakından bilen bir isim Taraf’a Öcalan’ın BDP’de ciddi değişiklikler yapmaya hazırlandığını söyledi. Abdullah Öcalan’a ulaşan şikâyetler arasında “BDP’nin sürece ağırlık koyamadığı, yetersiz kaldığı, nitelikli yönetim kadrolarından mahrum olduğu” vb. gibi değerlendirmeler yer alıyor. Öcalan, hazırlaması için BDP’ye önerdiği yeni anayasa taslağı ile ilgili çalışmaları eksik buluyor. Aydınlar aracılığıyla Türkiye’ye açılma siyaseti izlenmesi için verdiği tavsiyeler de pek yerine getirilemedi.
Kaynağıma göre Kürt siyasetçileri, Öcalan’ın şekillendireceği yeni BDP’de etkin olmak için ikiye bölünmüş durumda. Öcalan’ın seçimlere BDP yönetimini yenileyerek girmeye başladığı kulisleri üzerine, BDP’de seçim kazanı kaynamaya başladı. Kandil’de bile daha yedi ay kalmasına karşın seçim masaları oluşturulmuş durumda. Ateşkesle birlikte Kürt siyasetçileri arasında da bir yarış başladı. Ve bu yarış, çok görünmese de alttan alta kıran kırana geçiyor.
Gerekçeleri ya da şikâyetleri ne olursa olsun Abdullah Öcalan’ın BDP’de operasyona ihtiyaç duymasının altında devletle İmralı’da başlayan görüşmeler yatıyor. Öcalan’ın bu görüşmeler için Kandil’den tam yetki talep ettiğini Murat Karayılan’ın son açıklamalarından çıkarabiliriz.
Fırat Haber Ajansı’na (ANF) verdiği röportajda Karayılan şu dikkat çekici sözleri sarfediyor: “Kürt sorununun çözümünde tek muhatap Önder Apo’dur. Önder Apo kapsayıcı ve bağlayıcı ilk elden gelen muhataptır. Evet, biz daha önce Önder Apo muhatap alınmazsa hareketin yönetimi var, hareketin yönetimi muhatap alınmazsa BDP var, demiştik. Eğer bugün Önder Apo ile direkt bir diyalog sözkonusu ise bu hepimiz için geçerlidir. Ayrıca bizimle bir ilişkinin olup olmaması o kadar önemli değildir. Pek gerekli de olmayabilir. Olsa bile Önder Apo ile yürütülen diyalogun güçlendirilmesi ve altyapısının oluşturulmasına dönük olabilir. Yani güçlendirici, zenginleştirici olabilir. Yoksa kendi başına ayrı bir diyalog söz konusu olmaz. Yine anayasal ve demokratik haklar protokolü kapsamında BDP de bu sürece ciddi katkılar sunabilir ve bir muhatap olarak o da önderlikle bağ içerisinde bu sürece elbette ki dâhil olabilir.”
Abdullah Öcalan büyük önem verdiği ve hatta tarihî bulduğu İmralı-devlet görüşmelerine gölge düşmesini istemiyor. KCK ve BDP’nin çıkaracağı aykırı bir ses, her şeyi altüst edebilir. Öcalan, demokratik açılım sürecinde pek de iyi sınav veremeyen BDP’yi seçime kendi belirleyeceği ve öne çıkaracağı isimlerle götürmeyi hesaplıyor. Çünkü Öcalan, bir süre sonra daha fazla perde gerisinde durmak zorunda kalacak. Bunun farkında. Yasal siyasetin yani BDP’nin daha fazla öne çıkacağı bir döneme girilecek. Bunun için de sahnedekilerin ‘doğru’ oyuncu olmasına özen gösterecek. BDP’nin öncülü sayılan DTP’nin de Öcalan’ın direktifleri doğrultusunda kurulduğunu anımsayalım. Seçime kadar BDP’de de taşlar yerinden oynayacağa benziyor.
***
Kürt siyasetinin gündemini işgal eden diğer önemli bir konu ise KCK davası. Dava, dünkü duruşmada 2011’e ertelendi. Kürtçe savunma talebini reddeden mahkeme anlaşılan açmazda. Kürtçe savunmaya izin vermediği takdirde davanın kilitleneceği belliydi. Kürtçe savunma önünde yasaların engel teşkil ettiğini ileri sürmek haklı görünmüyor. Mahkeme esneklik göstermediği sürece bu krizin aşılması da mümkün değil.
Kürtçenin kullanılmasıyla ilgili kriz sadece KCK davasıyla sınırlı değil. Diyarbakır Valiliği’nin yerleşim yerlerinin adlarını hem Türkçe ve hem de Kürtçe gösteren tabelaların sökülmesi için verdiği talimat da yeni krizlerin habercisi. Kürtler nasıl düşünür dersiniz; devlet ‘bilinmeyen bir dili konuşuyorsun’ deyip susturuyor, köyünün kasabasının adını Kürtçe olarak ifade etmesini yasaklıyor. Ya bu durumda siz kendinizi nasıl hissedersiniz?
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF