Kürt sorununda yeni bir sürecin eşiğinde olduğumuz gittikçe netleşiyor.
Kılıçdaroğlu'nun çıkışı, ABD'nin etkin bir biçimde devreye girmesi, Talabani'nin çabalarını yoğunlaştırması; hükümetin seçmeli Kürtçe atağı ve nihayet Leyla Zana'nın son açıklaması bir arada ele alındığında, önümüzdeki dönemin silahların susması ve demokratik reformların hızlanması noktasında iyi şeylere gebe olduğunu söylemek hayalcilik gibi görünmüyor.
Çoktandır susan Zana'nın Hürriyet'e verdiği röportaj tesadüf değil. Zana bu söyleşide hem Kandil'e hem BDP'ye hem de hükümete önemli mesajlar veriyor. Kandil'e örgütün 1999'da gerçekleştirdiği temel politika değişikliğini hatırlatıp "Bağımsız Birleşik Kürdistan mücadelesi yerine Türkiye ile birleşik yaşam politikası hakim olduğuna göre ve bu değişiklikle birlikte amaç yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokratikleşme haline dönüştüğüne göre, şiddetin sürmesini ve gençlerin ölmesini artık hiçbir vicdanın kabul edemeyeceğini" söylemesi bu konuşmanın en önemli noktası.
Yaptığı önemli açıklamalardan bir başkası da, tüm tartışmaların zemininin Meclis olması gerektiğine işaret etmesi. Bu da onun, mücadelenin demokratik karakterine ve sorunun şiddetle değil meşru zeminde siyaset yaparak çözülebileceğine vurgu yapması anlamını taşıyor.
Bunların yanı sıra, Zana'nın en önemli mesajlarından biri de PKK-BDP çizgisinin AK Parti'ye karşı izlediği düşmanca politikalara karşı çıkışı... Zana zor bir iş yapıyor. PKK-BDP'nin uzun süredir Kürt kitleler arasında propagandasını yaptığı "en büyük düşman AK Parti" çizgisine başkaldırıyor. BDP'nin sistemli bir şekilde oluşturduğu bu psikolojik ortamda, "iktidar işbirlikçisi, etnik hain" gibi yaftalamaları göze alarak yapıyor bunu. Nitekim Demirtaş'tan anında gelen tepki de Zana'nın BDP'nin en hassas noktasına vurduğunu ortaya koyuyor. BDP Başkanı asabi bir dille "Her kim ki 'Başbakanın çözeceğine umutluyum' diyorsa kendini kandırır, sadece kendini aldatır. Başka kimseyi peşine takamaz olsa olsa bu saflık olur. Bu, bir AK Partili gibi düşünmektir. Başbakanın söylemleri eylemleri ortadadır. Hangi politikası bizde umut yaratabilir? Çözüm umudu başbakanda değil, halktadır halkta" derken, bir kez daha BDP için tek önemli meselenin AK Parti ile aralarındaki siyasi rekabet olduğunu; bu rekabet yüzünden AK Parti'nin yaptığı olumlu işleri görmenin ve göstermenin BDP tarafından ölümcül bir tehlike olarak algılandığını ortaya koyuyor.
Tek yol reform
Her an kötü sürprizlerle karşılaşabileceğimiz; her an her şeyin tersine dönebileceği kaypak, tehlikeli bir zeminde olduğumuzun farkındayız. Yarın, kanın sürmesinden medet uman bir gücün girişeceği büyük bir provokasyonla her şey tersine dönebilir ya da bugün "Erdoğan'ın bu sorunu çözeceğine inanıyorum" diyen Zana yarın, kısa bir süre önce söylediği sözlere geri dönüp silahlı mücadelenin Kürtler'in sigortası olduğunu tekrarlayabilir.
Ama hükümet demokratik reformları sürdürmeye devam ettikçe, geri gidişlerin istisna, barış zemini inşasının ise kalıcı olacağını görmek zor değil. Her bir iyileştirme bu zemini daha da güçlendirecek, PKK'yı daha çok sıkıştıracak ve varlık nedenini ortadan kaldıracak, BDP'nin bugün izlediği siyasi çizgiyi etkisizleştirecektir.
Kan dökülmeye devam etse de, gittikçe daha net ortaya çıkıyor ki terörün panzehiri demokrasidir. Zana'yı böyle konuşturan şey AK Parti iktidarının gerçekleştirdiği reformlardır. Zana, AK Parti'yi baş düşman ilan eden BDP çizgisine karşı çıkışıyla, aslında bölge insanının duygularına tercüman olmuştur.
Zira bölge Kürtler'i, BDP'ye oy verenler de dahil büyük bir kesim, devletin resmi Kürt politikasını değiştiren, cumhuriyet tarihinin en önemli reformlarına imza atan bir hükümetin "baş düşman" ilan edilmesini asla anlamıyor, hak vermiyor ve hazmedemiyor.
İnsanların kendi hayatlarında yaşadıkları, gözleriyle gördükleri gerçeklerle hiçbir şekilde örtüşmeyen, sağduyularına bu kadar ters gelen bu politikayı -istedikleri kadar etnik bilince sahip olsunlar- içselleştirebilmeleri mümkün mü?
BUGÜN