İMC Televizyonu'ndaki (Bu vesileyle "hayırlı olsun" diyelim) "Gündem Müzakere" programına katılan BDP'nin desteklediği Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu'nun adaylarından Leyla Zana, söz başörtülü milletvekili meselesine gelince şöyle demiş:
"Acaba bu sefer de türbanı mı takıp gitsem. Ecelime mi susadım, hayır. Bu Başbakan çok umut verdi ama üniversiteden pek çok genç kızın hayatını kararttı. Eğitim alıyorlar. Beynini değiştiremediğin insanın örtüsünü değiştirmişsin ne olur. Biz her şeyi total aldığımız için bir türlü değiştiremiyoruz. Kürtlerde de Türkler de de ara formül yok. Bırakın eğitimini bitirsin, ondan sonra tartışılsın. Öyle bir şey yapsam ama bana kalmaz. Birileri bu görevi yerine getirmeli. Bir hakkın gaspı varsa o hak verilmeli."
Leyla Zana, hayatında pek az "gün yüzü" görmüş bir kadın. Meclis kürsüsünde, halkın oylarıyla seçilmiş bir milletvekili olarak, devletin zorladığı o militarist yemin metnini okuduktan sonra Kürtçe "Türk ve Kürt halklarının kardeşliği için" dediği için yaka paça sürüklenip hapse tıkılmış bir kadın... Uzun yıllar eşine ve ailesine hasret yaşamış, yıllarca hapislerde kalmış, işkenceden faili meçhule Kürt meselesinin ne kadar çirkin yüzü varsa maruz kalmış, büyük bedeller ödemiş ama eline hiç silah almamış bir kadın. Yapacağım eleştiri veya siyasal pozisyonlarımızdaki fark ne olursa olsun, sırf bu yüzden kendisine saygı duyduğumu baştan belirteyim.
Ancak yukarıda alıntıladığım sözleri, son dönemde tabanının dinî hassasiyetleriyle barışmaya çalışan BDP'nin din ve başörtüsüne dair esas tavrını temsil ediyor. Malumunuz BDP, özellikle Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi blok adaylarıyla Kürtlerin dindar temsiline vurgu yapıyor; "sivil Cuma"larla dini siyasal direnişin göbeğine yerleştirmeye çalışıyor. "Kürdüm" dediği için insanların öldürüldüğü bir dönemde helikopterlerden Kürtçe tercümeli, ayet ve hadis destekli "PKK'ya katılmayın" çağrılarını havadan köylere dağıtmak gibi devletin de uzun yıllar aynı politika üzerinden üzerinden "iş gördüğü" düşünülürse bu şaşırtıcı bir taktik de değil.
Fakat Leyla Zana'nın açıklamasında olduğu gibi bir hakkı savunurken "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" anlayışı hâkim değil. Aksine "bırakınız okusunlar, sonra tartışırız." PKK ile aynı ideolojik damardan beslenen BDP'nin "kadın özgürleşmesi" anlayışı, "beyinleri değiştirerek" başörtüsünden 'özgürleşmek'ten ayrı düşünülecek bir durum değil zaten. Biraz da bu yüzden, Leyla Zana'nın hayat öyküsünün anlatıldığı metinlerde kendisinin özgürleşme sürecinin başörtüsünü çıkartmasıyla başladığının altı çizilir.
Bundan önce Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan gibi adayların, bloğun başörtülü aday göstermemesi hususunda "İstedik ama olmadı" diye özetlenebilecek mahcup açıklamalar yaptığına şahit olmuştum. Ancak Leyla Zana'nın mevcut açıklaması BDP'nin çizgisini temsil açısından daha "tutarlı" zira Kemalizm'in başörtülüleri dışlayan "aydın Türk kadını" imgesini yüceleştirmesine benzer olarak Kürt hareketinin de "aydın Kürt kadını" imgesinde başörtülü temsiline yer yoktur. Tabanının çoğunluğunu oluşturan başörtülü kadınlardan birisini bile aday gösteremeyişleri de bundandır.
Bu noktada Aysel Tuğluk'un 2008'deki üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırmak için AK Parti'nin öncülük ettiği anayasa değişikliği tartışmaları sırasında yayınladığı "Geri dönüş" makalesini hatırlamakta fayda var. Öcalan'ın din ve Kemalizm'e dair fikirlerini özetleyen önemli metinlerden olduğunu düşündüğüm bu yazıdaki "ölümcül vuruş" şöyle:
"Cumhuriyet'in kazanımları Türk-İslam karışımı bir milliyetçilik/dincilikle bitirilmek isteniyor. Kemalizm eğer Cumhuriyet aydınları tarafından sol ve demokrat yorumla güncelleştirilebilseydi bunun önüne geçilebilirdi. İşte o zaman demokratik ulus var edilebilirdi ve dincilik de, aşiretçilik de ırkçılık da bugünkü tehlikeli düzeyine ulaşamazdı."
"Cumhuriyet'in kazanımları" ve Kemalizm'in güncellenmesi gereğine yapılan vurgu, Abdullah Öcalan'ın da Cumhuriyet tarihi ve Mustafa Kemal'le alakalı yaptığı yorumlara birebir uyuyor. Ancak BDP'nin tabanıyla arasındaki mesafeyi kapatma çabasında, Tuğluk'un argümanlarının çöktüğünü ve kendi deyimiyle 'dinci' eylem ve aktörlerin siyasal mücadelelerinde etkin bir rol oynadıklarını da görmek gerek.
Son olarak, Leyla Hanım'ın "Bana kalmaz" diyerek meseleyi kapatmasına sevindim. Çünkü başörtülü aday göstermedikten sonra kürsüye başörtüsüyle çıkmanın en azından benim nezdimde pek bir anlamı yok. Tabanındaki kadınların % 80'inin başörtülü olduğu bir parti için "esas cesaret" başörtülü aday gösterebilmekti, olmadı. Gerisi "şov"dan öteye gitmez.
YENİ ŞAFAK