BÇG'li Çetin Doğan'dan Masallar

BBC 28 Şubat darbesi döneminde Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) başkanı olan emekli orgeneral Çetin Doğan’a mikrofon uzatmış.

Çetin Doğan’ın BBC Türkçe’ye anlattığı masalların yer aldığı röportaj şöyle:

Balyoz davasının bir numaralığı sanığı olarak yaklaşık beş yıl hapis yatan Doğan, yargılandığı 28 Şubat davasında ise müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bu davada, sanıkların temyiz süresi boyunca hapis yatmamasına karar verildi.

O dönem askerin siyasete müdahale etmediğini ileri süren Doğan, BÇG'nin de hiçbir kuruma emir ve talimat vermediğini savundu.

Doğan'a göre, sürecin başarılı olmaması 15 Temmuz darbe girişiminin önünü açtı.

28 Şubat'a geçmeden sorayım; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahalelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

27 Mayıs'ı bir ihtilal olarak nitelendiririm çünkü Türk toplumunu dönüştürme, demokrasisine bir sosyal boyut kazandırma hamlesiydi ve o ihtilal sonucunda ortaya çıkan 61 Anayasası'yla Türkiye'de, demokraside bir mesafe alınmıştır. Basın özgürlüğü, yasama ve yürütmede dengeler, işçi hakları vs. (pekiştirilmiştir).

Aslında keşke, hiç darbeler olmadan, kendi süreci içerisinde demokratik gelişme olsaydı, halk her şeyi daha iyi anlardı. 27 Mayıs'ta ne oldu? Halk büyük bir coşkuyla karşıladı. CHP maalesef halka inmemişti. Belli bir kesimin elindeydi, halkın sofrasına oturamamışlardı; halkın hafızasında ise doğrudan doğruya jandarma dipçiği, yol parası gibi faktörlerdi.

Ben 60 ihtilaline Harbiye talebesi olarak katıldım, ama daha sonraki şeylerin hiçbir zaman içerisinde olmadım. Ondan sonra meydana gelen darbelerde askerler, sağ hükümetlerin hiçbir zaman yapamayacakları şeyleri belli çevrelerin bir nevi oyuncağı olarak yerine getirmişlerdir.

İşçi haklarında, Anayasal haklarda kısıtlanma bu şekilde meydana gelmiştir. Gençliği depolitize etmişlerdir, halbuki gençlik Atatürk'ün bu ülkeyi emanet ettiği kitledir. Aynı zamanda sözde din ve ahlak kültürü diye belli cemaatlere hizmet eden, eğitime müdahale suretiyle de belli kafalarda, belli tiplerde insanların yetişmesine geçit veren, onlara cesaret veren müdahaleler olmuştur.

80 ihtilali olduğu zaman ben Genelkurmay'daydım. Üzerimi değiştirmek için eve gittiğim zaman Eşim "Ne oldu" dedi, "Allah kahretsin yine darbe oldu" dedim.

Peki 28 Şubat?

O günkü olayları, irticai faaliyetleri yaşamanız, görmeniz lazım. Bunlar hazmedilir şeyler değildi ve bunlara karşı toplumda geniş bir huzursuzluk vardı. Bunun orduya sıçramaması imkansız. Tencere, tava, malum, ışıkları söndürme olayları var ortada. Meşru zeminde yani Milli Güvenlik Kurulu'nda toplantı yapıldı ve 18 maddelik karar alındı.

Batı Çalışma Grubu (BÇG) nasıl kuruldu?

Silahlı Kuvvetler'de irticayla mücadele için bir kurum kuralım, bu konuda katkı sağlayalım deniyor ve bu görev bana veriliyor. Ben bir taslak genelge hazırlıyorum, görev talimatı aslında bu. Görev talimatı evvela Çevik Bir'e veriliyor, Çevik Bir de Genelkurmay Başkanımızın onayına sunuyor.

Hatta bu süreç içerisinde kendisiyle enteresan konuşmalarımız da var. "Bir zamanlar kibrit kutusu üzerinde orak çekiç gördüğümüz için birçok insan takibata uğruyordu şimdi de masum, mütedeyyin insanlara kesinlikle herhangi bir şey, rahatsız edici bir emir yayımlanmayacak, biz sadece bilgi vereceğiz. Zaten ana (görevimiz) yetkililere ve ilgililere uygun ve yasal platformda bilgi vermektir" diyoruz.

Görevimiz bu yönergede vardır. Siyasi İslam'a geçit vermemek için, yurt çapında meydana gelen irticai faaliyetlerle ilgili, yetkililere uygun ve yasal platformda bilgi vermek için kurulmuştur. Ne üniversitelere, ne kurumlara, ne de herhangi bir bakanlığa tek bir talimat yoktur. Hepsinin evrakları ortadadır. Mahkemede "Eğer bir evrak bulursanız kendimi Kızılay Meydanı'nda yakarım" dedim.

Dediler ki askerlerden talimat alıyorlar, ben Batı Çalışma Grubu başkanıyım Allah için bana talimat verdiğim bir kimse gösterin.

İsmail Hakkı Karadayı'nın ilk ifadesinde BÇG'den haberdar olmadığını söylemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Karadayı'nın açıklaması bir hafıza zaafı. Daha sonradan hatırladığını beyan etti. "Geçmiş zaman içerisinde çok olaylar vardı, tam berrak hatırlayamadım" dedi. Kendi yazısı var, Batı Çalışma Grubu Bilgi İhtiyaçları Yazısı diye bir şey var. Cumhurbaşkanı'na yazdığı yazı var.

Karadayı'nın bu açıklamayı yaptığı ifadesindeki diğer beyanları, zihninin açık olduğu izlenimi uyandırıyor.

Ama o söylediğinize açıklık kazandırdı. Olayın emir komuta zinciri dışında olmasına olanak yok, ben Genelkurmay Karargahı'nda brifing veriyorum. Bir birimin kurulduğu basına bile yansımış durumda.

O dönem irtica üzerinden hükümeti uyarmak mı istediniz sadece?

Biz bu süreçte, hükümetin meşru zeminde önlem almasını istedik. Aslında darbe yapan aramak isterseniz, Tansu Hanım'ı işaret ederim. Bunu işaret edenler de var çünkü partisi eriyor, bu koalisyondan rahatsız olanlar var, kendisi başbakan olursa o zaman kurtulacağını sanıyor.

31 Mayıs'ta Muhsin Yazıcıoğlu'nu aralarına alarak bir yeni protokol yapıyorlar. Bu protokolle (ortaklık) bir yıla indiriliyor ve seçim şartıyla, Haziran'ın ortasında devredecek. "Ne için istifa ettin" diyor Cumhurbaşkanı Başbakan'a, "senin istifanı isteyen mi var?", "Yok ama sıkıntı var ülkede" diyor.

Cumhurbaşkanı da yeni hükümeti kurma görevini Çiller yerine Mesut Yılmaz'a veriyor.

İşte orasını da Cumhurbaşkanı'na soruyorlar, "Niçin vermedin" diyorlar. O da "listeyi imzalayanlar geldiler, bir kısmı telefon etti, bunlar hatır imzasıdır dediler" diyor. Hükümetin istifa etmesi darbe mi oluyor yani?

Milletvekillerinin o tavrını 28 Şubat sürecinden ayrı değerlendirebilir miyiz?

28 Şubat ne demek? 28 Şubat MGK'daki 18 tane kaide. Yani şunu atın bunu atın değil. Bunun içerisinde aslında Refah Partisi'ni inciten kısım şudur; İlköğretim ve ortaöğretimi birleştiriyor yani sekiz yıllık eğitim. İmam Hatip okullarının orta kısımlarının kaldırılması dolaylı olarak bu yasa gereği.

Ama sonuçta hükümet o kararları imzaya ve uygulamaya zorlanıyor.

28 Şubat davasında siyasiler konuştu. "Tehdit var mı, bu kararları alırken herhangi bir zorlama oldu mu?" Bunu Tansu Hanım'a da sordular, bunu Şevket Kazan'a da sordular. Merhum Erbakan'ın en yakın arkadaşı Kazan kitabında "Sanıyorlar ki biz askerlerden korktuk, yok öyle bir şey diyor. Biz ahde vefadan dolayı böyle yaptık" diyor. Yeni bir protokol yapıyorlar. Ama bir kısım siyasetçi, darbe paranoyası yaratmıştır, ona müdahale edecek halimiz yok.

Yani hiç yoktan bir darbe paranoyası yayıldığını mı savunuyorsunuz?

O dönemde çok saygın bir politikacıya bir resepsiyonda şaka yollu şöyle dedim: "Yarın çocukları dışarı çıkarmayın, eşiniz de çıkmasın, hatta dedim sen de çıkmazsan iyi olur". Bana cevabı şu oldu: "Ben zaten bekliyordum". "Yahu ne bekliyorsun dedim, Aczmendiler, ellerinde sopalar var, geziyorlar, mahalleye girerler, kafa kırarlar bunun için" dedim. Karşılıklı güldük. Yani olay bu.

Yani siz siyasete hiç müdahale etmediğinizi savunuyorsunuz…

Ben, kapalı kapılar arkasında kim ne demiş, bunu bilmem. Yetkili ağızlardan resmen gazeteye yansımış, herhangi bir şey söz konusu değil. Şunu da söyleyeyim, o dönemde hükümetle, Silahlı Kuvvetler arasında bir çekişme, bir sorun olmadı. Örneğin Azerbaycan o dönemde teknik yardım, askeri yardım konusunda çok zor şartlar altındaydı. Doğrudan doğruya Erbakan, müdahalesiyle, ek bütçeler yaparak bizi ferahlattı, oraya yaptığımız yardımları meşru bir zemine koydu ve orada Harp Okulları'nı kurduk. Biz, evet, irticai faaliyetlerden, devamlı rahatsız olan, laik, demokratik Cumhuriyete inanan kimseleriz ama biz parti tutmayız.

Ama o zaman ordu içindeki genel kanı, Refah Partisi'nin irticai faaliyetlerin önünü açan bir parti olduğu yönünde değil miydi? Sonuçta o sürecin sonunda da parti kapatıldı.

Daha sürecin içerisindeyken Vural Savaş kapatma davası açıyor, kapatma davası devam ediyor. Kendisinin bu konuda beyanları var, tek bir askerin davadan haberi bile yok. Benim hiç haberim yok.

Tekrar edecek olsam, o dönem ordunun siyasete müdahale etmediği söylenebilir mi?

Samimi olarak söylüyorum falanca garnizonda, şurada, burada çekişmeler olmuş olabilir, ama bizim üst düzeyde Genelkurmay olarak, siyasete müdahalemiz olmamıştır. Milli Güvenlik Kurulu üyesinin, Milli Güvenlik Kurulu'nda gittiği zaman konuşmaları oluyor. O meşru bir zemin. Oradaki konuşmaların niteliği açıkça tutanaklarda görülüyor. İrticaya karşı ve hükümetin bu konuda yaptığı yanlış bazı olayları da açıkça ortaya koyuyorlar.

Sincan'ı nasıl açıklarsınız? Sincan'la ilgili resmi açıklama rutin tatbikat sırasında bir menfezin yıkılması nedeniyle tankların mecburen oradan geçtiği yönünde.

Rahmetli Süleyman Bey'in dediği gibi, başkente doğru gitmiyor tanklar, bu tanklar başka istikamete gidiyor. Yani hükümete yönelik bir faaliyet değil. Zırhlı birlikler Okulu'nun birliği belli sürelerle oraya gelip (Mürted-Akıncı) oradaki üssün emniyetini alma tatbikatı yapar, mesele bundan ibaret.

Birkaç gün önce Kudüs gecesi yapılmış. Tanklarla ilgili resmi açıklamaya siz inanıyor musunuz?

Ben o dönemde bu olayı hiç yadırgamadım çünkü ben harekatçıyım. Ben bunun tamamen bir tesadüf olduğuna inanıyorum ve birçok kimse (tarafından) "iyi bir tesadüf olmuş, bunlar korktular lafı" kullanıldı onu da duydum.

Ordu içinden de böyle düşünenler oldu mu?

Halkta hangi düşünce varsa, orduda olmamasına imkan yok. Diyen olmuştur tabii.

O dönemki brifingler de eleştiri konusu. Bunlar bir nevi dayatma olarak algılanmıyor muydu?

Öyle bir şey yok çünkü aykırı, her türlü soru vardı. Ben Batı Çalışma Grubu'nun brifinginden bahsedeyim. Bizimkiler, Türk-Yunan sorunları ve iç güvenlikle ilgili sorunlardı, tabii Şubat kararları gündemde olduğu için, sorular tamamen irticaya yönelik oldu. Bunlara verdiğim cevapların hepsi var, hatta hepsi gazeteler eyansımış durumda. Bakın ne diyor burada 'Ordu: devleti koruyalım', 'Ülkeyi biz yönetmiyoruz'.

Ama bir yandan korkuluyor da.

Korkmuyorlar. Hatta ben tedirginlik duymasınlar diye, bu soru cevap veriyordu onlara, kendilerine şöyle bir açılış konuşması yaptım, "Türkiye Cumhuriyeti'ni, devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak ve kollamak görevi", şöyle baktım etrafa, "sadece Silahlı Kuvvetler'in değil, bütün yurttaşların ortak görevidir, ey medya grupları siz burada inanıyoruz, en önde olacaksınız, laik demokratik cumhuriyeti korumak, kollamak başta medyanın görevidir" dedim.

Gazeteciler bu konuşmayı tam da "Asker bize bunu yapın" dedi olarak algılamaz mı?

Öyle anlarsa ona diyecek bir şey yok.

MGK kararlarının muhtıra olmadığını söyleyebilir misiniz? Kamuoyunda bu açıkça böyle algılandı, gazeteler böyle manşetler attı.

Orada siyasi iktidarın imzası var. Muhtıra olur mu? Siyasi iktidar kendi kendine muhtıra mı verecek? Nihayetinde ortaya konan da bir icra emri falan değil nihayet bir tavsiye kararı.

Ama herkes biliyor ki bu sadece tavsiye olarak algılanmıyordu.

Bu görüşmelerin içeriğine bakacaksınız. Mahkemede bu kararlar alınırken bir tehdit bir cebir işleme olup olmadığını ortaya koymak için Milli Güvenlik Kurulu toplantı tutanaklarını isteyelim dedim.

Kamudaki başörtüsü yasağı 28 Şubat'la yaygınlaştırıldı, sıkılaştırıldı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bir yasak varsa yasak uygulanır. Yasağı gevşek uygulama, bilmem ne uygulama diye bir şey olamaması lazım. Kaldı ki 1989'da Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda kararı var ve daha evvel alınmış karar da var. Daha sonra da devam etti, daha önce de vardı.

O yasakların getirilmesi için bizden tek bir emir çıkmamıştır, Genelkurmay'dan o konuda tek bir müdahalede bulunulmamıştır.

YÖK, yargı üyeleriyle brifinglerin de mi etkisi olmadı diyorsunuz?

YÖK üyelerine bizim 'Giydirmeyin, etmeyin' gibi tek bir lafımız yok, brifing metinleri açık.

Bugünden bakınca, olup bitenlerden sonra Necmettin Erbakan'ı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erbakan mütedeyyin bir kimse, dini inançlarıyla İslami düşünce ile belli bir çizgide olan bir kimse ama aynı zamanda Türk milliyetçisi, Türkiye'yi öne çıkartan vatanını öne çıkartan bir insan. Bir Osmanlıcı değil.

Çok saygılı, efendi, çok nazik, gerçekten de çok centilmen bir kimse. Kafa yapısı olarak çağdaş diyoruz biz. Yani o çizgide olmasa bile, çağdaş çizgide olanlarla aynı pota içerisinde bu ülkeyi savunan bir kimse. Türk insanına karşı bir yakınlığı, bir adanmışlığı vardır.

Erbakan'ın İslam ülkeleri için de olumlu düşünceleri vardı. Malum D-8 hikayesi falan var ama bu, onlara ağabeylik etme, onlara yol gösterici olma çerçevesinde. Yoksa onları alırım, onları bütünleştiririm, Osmanlı'yı ihya ederim gibi bir düşüncesi olmamıştır. Kendi temaslarımız çerçevesinde de Türkiye dışında bir arayış içerisinde olduğunu görmedim o yüzden de kendisine saygı duyarım.

Erbakan, 28 Şubat sürecini eleştirirken bunun arkasında ABD, İsrail'in olduğunu öne sürüyordu. Türkiye'de başka bazı kesimler de 28 Şubat'ın ABD'nin ılımlı İslam projesiyle uyumlu olduğu analizini savundular.

Ilımlı bir İslami proje, Büyük Ortadoğu Projesi olarak ortaya çıkıyor. Bütün 23 tane ülkenin rejimlerinin değişeceğini zaten Condoleezza Rice söylüyor. Bu bir gerçek ama bunu yaparken dini kullandığınız zaman ılımsıza dönüşür. Bu yüzden nitekim, bunun yanlışlığını kendileri de anlamış durumdalar. Erbakan buna yol açsa beraber yürüyebilirlerdi. Ama Erbakan'ın diğer doğurduğu partiden farkı milli olmasıydı. Öbürünün milli olma davası yoktu. Milli olma davası yok ki bugün milli olan ne varsa elimizden gitti.

Ilımlı İslam'la ilgili savunanlar da buna paralel olarak 28 Şubat'ın yani askerlerin müdahalesinin AKP'yi doğurduğunu öne sürüyor.

Bu, Refah Partisi'nin kapatılması sonucunda olmuştur. Ama biz askerler, böyle bir projenin içerisinde değildik. Biz ne İsrail'in ne Amerika'nın çıkarlarını (savunuruz), Türkiye'nin milliyetçi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan insanlarız. Bu konuda Amerikalılarla yaptığımız tartışmalar, konuşmalar, vermediğimiz geçitler vardır. Silahlı Kuvvetler'de milli (değerlere) bağlı, hiç kimseye taviz vermeyecek birinci sınıf askerleri tasfiye etmelerinin nedeni budur. Deniz Kuvvetleri'nin yüzde 50'sinden fazlası bu yüzden Balyoz'la tasfiye edildi.

Peki o dönem ülke içindeki siyasi gelişmelerle ilgili Amerikalılarla ya da başka ülkelerdekilerle temas, tartışma vs. oluyor mu?

Hayır kendi milli, iç politikayla ilgili konularımızı dışarıya herhangi bir şekilde tartışma yapma konumuz olmadı.

Gülencilerin 28 Şubat'ı desteklediği iddiaları var. O dönem Gülen yapılanması mensuplarının TSK içinden yeterli derecede temizlendiğini düşünüyor musunuz?

Silahlı Kuvvetler'de irticadan her dönem adam atılmıştır. Ama o dönemde atılanların çok önemli bir bölümü Gülencidir. Bizim davamızda, CD'yi veren kişinin atılış sebebi de cemaat üyesi olmaktır.

Bir kere kesinlikle üst kademelere çıkma olanakları yoktu. Bu, 28 Şubat'tan önce de böyleydi. Orduda Gülencilere yer açan tasfiyelerle mevcut iktidar olmuştur. 2003'ten itibaren, hükümet irtica vesilesiyle atılmalara şerh koydu. Harp okullarına hepsine senede sekiz yüz civarında öğrenci alınır. Bunların kaynağı askeri liselerdir. Ama dışarıdan da yaklaşık yüzde 5'i geçmeyen oranda, sivilden personel alınır. 15 Temmuz darbe girişimine iştirak eden, cumhurbaşkanının yaveri olan falan hepsi o dönemlerde sivillerden gelenler. Askerlerden de vardır. Askerlerden de genç olanlardır.

28 Şubat'ın 15 Temmuz'la ilişkisi sizce nedir?

Mevcut hükümet, bu tür adamların atılmasını engelledi. Atılmasını engellediği adamlar bu darbeyi yapanlar. Bu süreç devam etse, başarılı olsa, bu iş sonuna kadar devam etseydi, Silahlı Kuvvetler'de irticai yapılanmaya geçit verilmezdi, 15 Temmuz gibi alçakça bir kalkışma hareketi olmazdı.

Bugün iktidarın Gülen yapılanmasıyla, resmi tanımla 'FETÖ'yle mücadelesini destekliyor musunuz?

FETÖ'yle mücadeleyi destekliyorum ama çok dikkatli olunması lazım. Yargılamalar yapılıyor ama yarım yapılıyor.

Siz bu davayı, Ergenekon, Balyoz vb. davalar gibi bir kumpas davası olarak mı görüyorsunuz?

Tamamen kumpas çünkü belgeler sahte, konuşmalar sahte, her şey sahte. Asıl müşteki olması gereken hükümet üyelerinden hiçbirisi müşteki değil, Tansu Hanım bile müşteki olmadığını söyledi. Bu davaya sayın Binali Yıldırım ve şu anda AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanımızın müdahaleleri var, siyasi bir dava haline gelmiştir.

O dönemle ilgili herhangi bir pişmanlığınız var mı?

Yok. Attığım adımlarda, söylediğim sözlerde hepsinin hesabını veririm.

Sizce Türkiye'de bugün de bir irtica tehdidi var mı?

Artık irtica tehdit olmaktan çıktı. Laik, demokratik bir cumhuriyette olması gereken şeyler olmuyor, olmaması gereken şeyler oluyor.

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"