Bazı Yazıları Hatırlamakta ve Hatırlatmakta Yarar Var!

Medyadaki müzmin AKP düşmanı kalemlerden Kadri Gürsel bakın seçimden bir hafta önce yazdığı yazıda ne senaryolar çizmiş!

HAKSÖZ-HABER

En hoş analizi ise Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yolunun göründüğüne dair sözleri. Seçimler netleşmiş, AKP iktidar olamamış da Erdoğan muhalefet liderlerini Saray’a ağırlamanın yolunu yapıyormuş!

Birbirinden daha tehlikeli senaryoları ardı ardına sıralayan Kadri Gürsel kafasında tahayyül ettiği Türkiye manzarasının gerçekle alakası olmadığını 1 Kasım seçimleriyle anlamış mıdır? Ne gezer! Seçim sonuçlandıktan sonra dahi televizyon ekranlarında yaptığı saçma sapan analizlerle Kadri Gürsel, bu kafa yapısının asla değişmeyeceğini, asla makul bir zemine oturmayacağının canlı, somut delili gibi!  

***

Kadri Gürsel'in Al Monitor'daki ilgili yazısı:

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diabolik siyasi zekâsına diyecek yok. Bu keskin zekâ, 1 Kasım Genel Seçimleri’nde partisi AKP’nin muhtemel yenilgisini şimdiden bir zafermiş gibi takdim etmek söz konusu olduğunda da “harikalar” yaratıyor.
 

Erdoğan 17 Ekim’de bir açılış töreninde yaptığı konuşmada yasallığı tartışmalı sarayını boykot eden muhalefet liderlerine çatarken, partisi AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi bu seçimden de beklendiği gibi tek başına hükümet kurmaya yeter çoğunluğu elde edemeden çıkması halinde bunu kendi kişisel zaferine nasıl çevireceğini şu sözlerle ilan etti: “Kaçak saray (muhalefetin tabiri) kadar başınıza taş düşsün. Ne kaçak sarayı? Önce ne diyorlardı? ‘Biz oraya gitmeyiz’. Daha sonra ne demeye başladılar? ‘Çağrılırsak gideriz’. Eninde sonunda bunu yapacaksınız, kuzu kuzu geleceksiniz. Başka çareniz yok.”

Muhalefet liderlerini “eninde sonunda, çaresiz, kuzu kuzu saraya gitmeye” ne mecbur bırakabilir? Tabii ki koalisyon ortağı olmak ya da hükümeti kurmakla görevlendirilmek...

Ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu da seçimden sonra saraya çağırılabileceğini sezmiş olmalı ki Erdoğan’ın 1 Kasım sonrasına yönelik bu siyasi yatırımını sıfırlamak için ondan iki gün sonraya rastlayan bir seçim konuşmasında, “Hiç meraklanmayın, tıpış tıpış görev verecek” dedi.

O halde soralım; 1 Kasım akşamı hangi sonuç Erdoğan’ı, partisi AKP’nin bir koalisyon hükümeti kurmasına razı eder? Türkiye işleyen bir demokrasi olsaydı bu soruya “AKP’nin Meclis’te tek başına hükümet kurmaya yeter sandalye sayısına sahip olamaması” cevabını verebilirdik... Ama işte gördük, 7 Haziran seçimlerinin sonucu bir koalisyon kurulmasını gerektirirken Erdoğan sahip olduğu siyasi güç ve yetkiyi kullanarak bunu engelledi ve kaybettiği tek parti iktidarını geri almak için ülkeyi yeniden seçime götürdü.

Dolayısıyla, Erdoğan’ı koalisyona nihayet zorlayacak olan sonuç, kendisine elindeki siyasi enstrümanların artık tükendiğini ve ne yaparsa yapsın başarılı olamayacağını gösterecek olan bir sonuçtur. Bu da AKP’nin 7 Haziran’da gerilediği yüzde 40,8’lik oy oranının da altına düşmesiyle mümkün olabilir.

AKP yüzde 40,8’in altına düşerse, Erdoğan’ın aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile koalisyon kurmayı zorlayacağını öngörebiliriz. 7 Haziran’dan sonra MHP lideri Devlet Bahçeli AKP ile koalisyon için zor önkoşullar ileri sürmeseydi, Erdoğan gerçek hedefi ilk fırsatta erken seçim olan bir AKP-MHP koalisyonuna razı olacaktı. Erdoğan’ın 1 Kasım’dan sonra bir koalisyona mecbur kalması halinde yine MHP’yi tercih edeceği biliniyor.

Bir AKP-MHP koalisyonu, Erdoğan’a bu milliyetçi partinin AKP’ninki ile aynı olan sosyo-kültürel profile sahip MHP tabanını kemirme imkânı verir. Benzer tabanlara sahip iki partinin koalisyonundan genellikle küçük olanın zararlı çıktığı da tecrübeyle sabit.

AKP-MHP koalisyonu, Erdoğan’ın “yeniden tek başına iktidar olmak” şeklinde özetlenebilecek kısa vadeli hedeflerine hizmet etse de Türkiye’deki kutuplaşmayı daha da derinleştirecektir. Düşünün; Sünni-Alevi kutuplaşmasının “Sünni” unsuru, İslamcı-Laik kutuplaşmasının “İslamcı” unsuru ve nihayet Türk-Kürt kutuplaşmasının da “Türk” unsuru iktidarda temsil edilirken, Erdoğan rejimine itiraz eden tüm diğerleri, yani Aleviler, laikler ve Kürtler hep birlikte muhalefette olacaklar... Böyle bir Türkiye’nin barış ve istikrar içinde yönetilebileceğini düşünmek imkânsız. Ayrıca PKK’yla her türlü müzakereyi reddeden ve sadece askeri çözümü savunan şahin MHP’nin AKP’yle iktidarı paylaştığı bir koalisyonda, PKK’yla çatışmayı bitirmenin ne kadar zor olacağı da belli.

CHP’yle bir koalisyonu Ahmet Davutoğlu istese de Erdoğan’ın bu seçeneğe “Olur” demesi koşullara bağlı. Bu ancak MHP’nin AKP’yle koalisyona yanaşmaması ve AKP’nin de koalisyondan başka şansının kalmaması durumunda açılabilecek bir yol.

AKP’nin CHP ya da MHP’yle hükümeti paylaşmak zorunda kalması, Erdoğan’ın mutlak ve telafisi imkânsız bir güç kaybına uğramasına neden olacak. Hele CHP’yle bir “büyük koalisyon”, kutuplaşmalardaki Alevi ve laik unsurun MHP’ninkinden daha fazla sayıda bakanlık alacak bir iktidar ortağında temsil edilmesi anlamına geleceğinden, Türkiye’deki gerilimi azaltacak ve Erdoğan’a daha büyük bir güç kaybı yaşatacak.

Tabii bunlardan birinin gerçekleşmesi için AKP’nin mutlak surette yüzde 40.8’in altına düşmesi gerekiyor. Son yapılan hemen bütün kamuoyu yoklamaları ise AKP’nin oyunu yüzde 40,8’in üzerinde, yüzde 41-42 bandında gösteriyor. Bu ise tek başına iktidar olmak için yetersiz. İşte bu nedenle şu sorunun cevabı etrafında adeta bahisler oynanıyor şimdi Türkiye’de: 1 Kasım akşamı AKP yüzde 40,8’in üzerinde ve fakat tek başına iktidarı getirecek bir yüzdenin de hemen altında kalıp, Meclis çoğunluğuna daha yakın bir sayıda sandalye kazanırsa Erdoğan ülkeyi üçüncü kez seçime götürür mü?

Erdoğan’a herhangi bir rasyonellik atfedenler kendisinin bu yola meyletmeyebileceğini düşünüyorlar. Bu iyimserlikleri, üçüncü bir seçimin doğuracağı belirsizlik ortamının ülkeyi daha da istikrarsızlaştıracağının ve ekonomiyi daha da kırılgan hale getireceğinin rasyonel bir karar verici tarafından öngörülebileceği varsayımına dayanıyor.

Erdoğan’ın rasyonel bir aktör olmadığını ve dolayısıyla siyasi kararlarının bu çerçeve içinde öngörülemeyeceğini ileri sürenler ise akla sığmasa bile hayale sığabilecek ihtimallere karşı hazırlıklı olunması gerektiğini söylüyorlar.

Bu bakımdan güçlü ihtimal, Erdoğan’ın seçimden sonra yapacağı görevlendirmeyi izleyen 45 gün içinde herhangi bir hükümetin kurulmasını önleyerek, ülkeyi yenilenecek bir geçici hükümet altında muhtemelen nisan başında bir kez daha seçime götürmesidir.

Burada bir parantez açalım: Erdoğan partisinin tek başına iktidarı için eksik kalan sandalyeleri MHP’den milletvekili transfer ederek kapatmayı da deneyebilir.

Parantezi kapatıp bir soruyla devam edelim: 7 Haziran seçimleri öncesi Türkiye’sinin 1 Kasım seçimleri arifesindeki Türkiye’den farkı nedir ve bu fark Erdoğan’ın kararını nasıl etkileyebilir? Kuşkusuz ki 7 Haziran öncesinin Türkiye’sindeki koşullar bugünkü Türkiye’deki kadar olumsuz değildi. Birincisi, hükümet güçleri ve PKK arasında, iki taraftan da yüzlerce kişinin ve çok sayıda sivilin öldürülmesine neden olan mevcut çatışma 7 Haziran öncesinde yoktu. Bu savaş 24 Temmuz’dan itibaren Türk savaş uçaklarının Kandil’i bombalamasıyla başladı.

Değinmek gereken ikinci husus da IŞİD’e atfedilen terör saldırılarıdır. 20 Temmuz’da Kobani’nin Türkiye’deki kuzey komşusu Suruç’ta 32 solcu aktivistin ölümüne neden olan intihar saldırısı, hükümet güçleri ve PKK arasında yeni bir savaşın başlatılmasını tetikledi. Bu savaşın bitmesini isteyen sendika, dernek ve partilerin 10 Ekim’de Ankara’daki gösterisinde düzenlenen çifte intihar saldırısı da 102 kişinin ölümüne yol açtı.

Bu süre zarfında Dolar kurunda yaşanan dalgalanmalarda siyasi belirsizlik ve şiddet ortamının da büyük payı oldu.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen anketler AKP oylarında az da olsa bir artış meydana geldiğini işaret ediyorsa bunun tek bir açıklaması olabilir: Bir kısım seçmen yaratılan istikrarsızlık, iç çatışma ve terör tehdidi karşısında siyasi değişim istemekten vazgeçip Erdoğan rejiminin devamını tercih eder olmuştur. Anketlerin gösterdiği artış azdır, tek başına iktidar olmaya yetmemektedir... Ama seçimlerin sonucu anketleri doğrularsa, iktidardakiler pekâlâ mevcut çatışma ortamının bir süre daha devam etmesi halinde bir sonraki seçimi kazanabileceklerini varsayabilirler. Dolayısıyla, 1 Kasım’da AKP oylarında meydana gelebilecek küçük bir artış, Türkiye’nin 1 Kasım sonrasında bugünkünden de olumsuz ve riskli bir zemine çekilmesine neden olabilir.

Türkiye’de medya özgürlüğünün 7 Haziran’dan sonra ve özellikle de eylülden itibaren gazete baskınları, gazetecilere fiziksel saldırılar, Erdoğan’a hakaret edildiği suçlamasıyla açılan davalar, gazetecilere gözaltılar, sansür ve yayın yasakları, muhalif TV kanallarının izleyiciye erişiminin engellenmesi ve terör soruşturmaları ile görülmemiş ölçüde kısıtlanması da iktidarın seçim kazanma taktiği olarak gündeme gelmiştir. Erdoğan 1 Kasım’dan sonra yeniden seçim kararı verirse, bu baskıların her türlü bağımsız medyanın varlığına yönelik daha büyük bir tehdit oluşturacak biçimde artırılması beklenmelidir.

Türkiye’nin sorunu, Erdoğan’ın 7 Haziran’da sandıktan çıkan sonuca uygun siyasi reaksiyonu göstermeyip, AKP iktidarının bir kısmının başka bir partiyle paylaşılmasına engel olmasıdır. 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının tehdidi altında yaşayan Erdoğan kendisini iktidara mahkûm hissediyor. İktidarını seçimle kaybetmek istemeyen Erdoğan, kendisini hep iktidarda tutacak seçim sonuçlarını verecek koşulları oluşturmak isterken Türkiye demokrasiden mütemadiyen uzaklaşıyor.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!