Bayramlaşmaların mahiyeti değişti mi?

Necdet Subaşı, geçmiş ile bugün arasında bayramlaşmaların içeriğinin nasıl değiştiğini inceliyor.

Dr. Necdet Subaşı / Açık Görüş

Bir hayırlı amel

Bayramlaşmalarla ilgili izlenimlerimi ve hislerimi yazmak isterim. Uzunca bir zamandır ne yazık ki bayramları dışarıda -Samsun'da- yaşıyorum. Kendi evimizde, Ankara'da olsak sanırım ilk gün olmasa bile diğer günleri hep akraba ve dost ziyaretleriyle geçirirdim. Hoş burada da tanıdıkların çoğunun bayramı bir tatile dönüştürüp şehirden ayrıldıklarını ve nihayetinde yerlerinden uzaklaşmayı seçtikleri de gerçek ya neyse.

Bayramlarda cep telefonuyla başlayan mesajlaşma trafiği de kendine özgü formlarla evirilip gidiyor. Eskiden çok eskiden mesela Konya'da Kayalıpark'ın hemen dibinde yer alan şehir postanesinin önünden aldığımız tebriklerin gündelik hayatımızın akışında kesin başka bir yeri vardı. Uzaktaki akrabalarımıza, arkadaşlarımıza, öğretmenlerimize tek tek ve hiçbirini ayırt etmeksizin birer tebrik yazdığımızı şimdi yakıcı bir hasret duygusuyla hatırlıyorum. Belki de artık bütün bu hikâyenin adı nostaljidir. Ya da böyle tebrik kartlarıyla bayramlaşmak her nasılsa aramızdan çekilip gitti. Artık kimse bırakın tebrik atmayı postanenin yolunu bile bilmiyor.

Şimdi cep telefonu var ve bütün sevgilerimizi, yaşattığımızı sandığımız sıcaklıkları, hatırlama ve özlemeleri bu cihaz üzerinden yönetiyoruz. Niteliği, kalitesi ve hissiyatı ne denli ilginç olursa olsun her şeye rağmen yine de bir ses almak önemli oluyor. Öte yandan giderek azalan ve eski ağırlığını büsbütün kaybeden bayramlaşma trafiği yeni nesilde radikal bir şekilde hepten silinmeye yüz tutsa da bizde bu durum şimdilik aynı minval üzere bir şekilde devam ediyor.

Bayram namazını eda eder etmez ilk işim yaşayan büyüklerimi aramak, onlara ulaşmak olur. Akrabalarımdan herhangi birine mesaj yazmayı ya da belki onlara tahammül edilebilir bir ses dosyası atmayı bile kendi adıma edepsizlik sayarım. Akrabalarımdan gelen yazılı mesajlara karşı da gerçek bir tedirginlik duyarım. Bu nedenle de ilk işim babamdan başlayarak herkesi kendi "kafamdaki liste"ye göre aramak olur. Camiden çıkar çıkmaz hemen yanı başımda birlikte namaza geldiklerimizle bayramlaşmak bambaşkadır. Oğlum, yeğenlerim, kayınpederim, kaynım, işte Allah ne verdiyse, kime orada olmayı birlikte saf tutmayı nasip ettiyse. Daha eve varmadan birinci dereceden büyüklerimize ulaşmak bende farzı ayın mertebesinde bir hayırlı amel olarak yer alır. Ardından ev halkıyla tabii ki öncelikle eşimle ve namaza gelemeyen çocuklarımla bayramlaşırız. Artık ister ramazan olsun ister kurban fark etmez, elimiz gün boyu telefondadır. Bir yandan akrabalara ulaşmaya çalışırken bir yandan da bu trafiği hoş bir şekilde bozan ve dışarıdan gelen telefonlara da cevap vermeye çalışırım. Planlama öylesine akmakta, kesintisiz devam etmektedir; bugün kime gidilecek, kimde ne kadar kalınacak hepsinin hesabı yapılmıştır. Ama öbür taraftan da yurdun hatta dünyanın dört bir tarafına bir selam göndermenin telaşına düşülecektir.

Herkese aynı mesafedeki toplu mesajlar

Benim bu bağlamda en çok ifrit olduğum şey herkese aynı sesle, aynı düzlükle, aynı kelimelerle ulaşmayı marifet sayan toplu mesajlardır. Giderek yaygınlaşan bu tarz bayramlaşma belli başlı telefon operatörleriyle anlaşan politikacılara pek de güzel yakışmaktadır. Ancak dostluklarını buna bağlayarak sürdürenlerin yarattıkları yapaylık ve aradan çıkarma çabasının, gerekçeleri ne olursa olsun kalbi olanları bir hayli incittiğini onlarca kez yaşamış biri olarak söylemek isterim.

Bir kere bana ismimle hitap edilerek ya da hoşlandığım sıfatlarla yazılan mesajlar içime inanılmaz derecede ferahlık verir. "Hocam bayramınız kutlu olsun" sadeliğinde bir ifade bile hızlı ve coşkulu bir yoğunlukta bir yere kadar tolere edilebilir bir kalıp tebrik cümlesidir. Burada da beni esas acıtan bize kimin mesaj göndermekle yetinebileceğinin, kimin bizzat arayarak hâl hatır sormasını uygun olacağıyla ilgili milletçe hayat içinde öğrendiğimiz o zarif ve onarıcı kardeşlik akordunun ihlal edilmesidir. Ondandır bazen öteden beri kendimi yakın hissettiğim kimi arkadaşlarımın kuru bir selamla yetinen mesajları bende tarifi imkânsız sarsıntılar yaratır. Öyle ya hani biz adamakıllı birer dosttuk; birbirimizi bu kadar hızla bu kadar aceleyle geçiştirebilir miydik? Anlaşılıyor ki pek çok insan bu konuda gösterilmesi gereken asgari inceliği ihmal etme noktasında pek de umursayıcı olmuyor. Eh kıvamı bozulmuş dostluklar da böyle bir havada müsaade Allah'tan, pek tabii berhava oluyor.

Aradıklarımda bir hiyerarşi gözetirim. Yediğim içtiğim ayrı gitmeyenlere mesaj çekmeyi bir başka açıdan "mesaj verme" olarak görürüm. "Yoğundunuz", "ulaşamadım", "hatlar ah hatlar!" gibi ifadelerin uzun bayram günlerinde affedilir bir tarafı yoktur. Bu düzenlemede aile büyüklerinin hemen arkasında önümüzde, arkamızda, kaderimizdeki emektarlar sıralanır. Üzerimde hakkı ve emeği olanlardan özellikle berhayat olanlarını unutmaktan fena halde korkarım. Unuttuklarım kesin oluyor nihayetinde rahmetli annemin "düğüne çağrılacaklar" diye hazırladığı bir listem yok. Dedim ya aklımda, kalbimde ve umurumda olan kişileri ne yapıp edip bulmam, onlarla senede iki kere de olsa yakınlığımı tazelemem lazımdır. Meslektaşlarımı, kafa ve gönül ortaklığı eşliğinde başka diğerlerinden esaslı bir şekilde ayrılarak fark yaratan dostlarımı es geçmemin en azından benim için hiçbir mazereti yoktur. Kendimi zırt pırt hatırlatmanın beni küçültmekten başka bir anlamı olmasa da yine de aynı şekilde unutulmanın, dışarıda bırakılmanın, hatırlanmamanın bendeki ağrısı bir başka kişiyle paylaşmasam bile yürek burkan cinsten ağır ve hüzünlüdür.

Bayramlarda eski ve yeni öğrencilerimin telefonları beni çok mutlu eder. Kamuda ya da başka ortamlarda birlikte ortak mesai yaptığımız arkadaşların arada bir de olsa arayıp hâl hatır sormaları yaşlılığımızın habercisi olarak kayıt düşse de yine de bu türden hatırlamalar bir yaşamanın pekâlâ sürdürülebileceğine dair keyifli tatlar ve uyarıcı detekler yaratır.

Unutulmayı kim ister?

İnsan aranmak ister hem unutulmayı kim talep edebilir? İyiliklerin, vefanın, emek ve katkının çetelesini tutmanın savunulacak bir tarafı yok, dile getirmek bile ayıp ama işte insan bir başkasıyla konuşup deşifre etmese de içinden o sesi duymak istediğini de saklayamaz. Bu bağlamda bu gidişle ne yazık ki vefasızlık da unutmak da ihmal de kendi en üst sınırına ulaşmayı aklına koymuş gibidir. Tabii ki burada tek taraflı değerlendirmelerin, bizi hatırlamayanların kusurlu tercihleri üzerine kesilen faturaların bir anlamı yoktur. Belki oturup diğer tarafları da dinlemek gerekir. Ne oldu da ne oldu sorusu, üzerine birkaç celsenin kurulabileceği birbirinden değerli nazlanmalara fırsat verir

Sesli arama, ulaşılamayınca sesli not bırakma iyi bir fikir. Bu bayram kendi adıma birkaç dostuma sesli mesaj gönderdim. Her şeye rağmen kabul edilebilir sayılabilecek mesajlardan ayrı olarak geçiştirme kabilinden kaleme alınan kuru ve soğuk mesajlara da üşenmedim sesli notlar gönderdim. "Sevgili namütenahi kardeşim" falan dedim, "mübarek bayramın kutlu olsun, mesajın için teşekkür ederim." Gerçi bayramda tatlı yenir tatlı konuşulur ama ben sanırım dolmuşum ondandır, bu iğnelemeleri açık adres göndermeyi değerli bulmuş olmalıyım.

Ben de dostlarıma mesaj gönderdim ama toplu mesaj hiç değil. Tebriklerde isimleri bizzat anmaya, bahusus kendileriyle bütünleşmiş terkipler kullanmaya özellikle dikkat ettim. Maksat ona ayrılmış bir vakit içinde bu notları gönderdiğimi hatırlatmak olmalıydı. Gönderdiğim mesajlara geri dönülmediği de oldu. Onları da fazla dert etmedim, hüsnü zannın galip gelmesi için içimdeki şeytanı ciddiye almamam gerektiği noktasında aziz bayram günlerinin bereketiyle kendimi ikna etmem zor olmadı. Ama hakikaten mübarek bayram, insanın ne kadar da çok canını sıkan şeyler oluyor. Allah'ım, her gün mü imtihan, bizim için her gün mü hesap verilebilir olmak zorunda? Mesela telefonla dört beş kez aradığım halde geri dönmeyen yüksek bürokratlara acaba şu tuhaf aralıkta "bana da bir şey ayarla" diye mi ulaşmış olabilirim? İyi de kardeş daha dün seninle birlikte limanda ya da körfezdeki iskelede oturup birlikte ortak hedeflere verip veriştirmiyor muyduk? Neyse ki neyse.

Hiç aramayanlar da oldu. Nezaket gereği bunları burada dile getirmek şık olmasa da oluyor işte. İnsan sevdiği insanların aramalarından da hâl hatır sormalarından da bizatihi mütehassıs oluyor. Ama işte bu mübarek vesileleri bile göz ardı eden insanlar olabiliyor. Hiç unutmam köyümüzde, bayramlaşmaların şehirdekilerden daha yüklü ve etkili yanları vardı. Bir kere küs müs de ne demekti? Olsa bile bu bayramdan bayrama olmalıydı, orda da kalmalıydı. Bunun lamı cimi yoktu. Millet bunu unutmaya hazırdı, tekraren sabit bir yasaydı. Kim ne durumda olursa olsun o gün cami kapısında herkes birbiriyle bayramlaşacak, sarılıp tokalaşacaktı. Cümle alem bildiği için Allah'tan da saklanmayan bu uzun süreli dargınlıkların pek çoğuna da ancak cemaat içinde son verilirdi. Bunu bilen ve gavurluğundan dolayı da barışmaya eli gitmeyen bazı uyanıklar imam bayram duasına el kaldırdığında usulca camiden sıvışır ve hızla evlerine giderdi. Maksat orada oldu bittiye maruz kalıp maazallah barış marış olmasındı. Bu kişilerin abdesti bozulmuş havasında basit tiyatro numaralarıyla ıkına sıkına camiden çıkmalarını seyretmenin başka bir lezzeti vardır. Hem hınzır nedir, başka nerede öğrenecektik?

Neyse herkesin canı sağolsun. Kim ne yaparsa kendine. Selam veren de hâl hatır soran da sonuçta kendi varlığının başka kalplerde de yer etmesini seçmiştir. Tersini yapanlar da eğer masum gerekçeleri varsa ne ala ve ama yoksa onlar da kendi kendilerine kastetmiş, gönüllü yalnızlığı seçmişlerdir.

Biz böyle beylik laflar ediyoruz ama gençlerin bayramlaşma konularındaki yönelimleri dudak ısırtacak düzeyde farklılaşmış ve takip edilmesi zor bir kopuşu harekete geçirmiştir. Oturup onların bu tercihlerini tartışmak varken kalkmış bin bir yerinden zedelenmiş kalplerimize bayramda bile acımayan dostlarımızın alıp başını gitmelerine kahrediyoruz.

Cümlemizin geçmiş bayramı kutlu olsun. Cenabı Hak daha nice bayramlara hepimizi neşe ve huzur içinde eriştirmeyi nasip ve müyesser eylesin.

Yorum Analiz Haberleri

UCM'nin tutuklama kararları Siyonist çete İsrail'i yalnızlaştırıyor
Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim
Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!