Geçtiğimiz günlerde Kadıköy Belediyesi reklam panolarında yayınladığı iki farklı bayram tebriğiyle küçük çaplı fakat son derece stratejik bir tartışma başlattı. Panonun birinde Mustafa Kemal'in kalpaklı bir fotoğrafına eşlik eden "30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun" ifadesi yer alıyordu. Diğerinde ise dantele benzer bir takım motifler üzerinde farklı renklerden oluşan tuhaf bazı şekillerin yanında yer alan "Kurban Bayramınız Kutlu Olsun" mesajı geçilmişti. "Bayramımız ve bayramınız" ayrımı Kadıköy Belediyesi'nin resmi internet sitesinde de aynı şekilde yer almıştı. Yani bir yanlışlık veya tashih sorunu yoktu ortada.
Bizim gazete dahil hemen her yerde olay 'skandal bayram afişi' başlığıyla haberleştirildi. Gerçekten de ortada bir 'skandal' var mıydı, ciddi ciddi tartışmak gerekir!? Seküler-ulusal bayramlarla İslami bayramlar arasında ayrım yapmak 'kötü bir üslup' sorunundan mı ibaret acaba? Kimileri unutmak istese veya şimdilik konuşmaktan imtina etse de Kemalist oligarşinin Müslüman toplumu Türk ulus kimliğine dönüştürmek üzere kurguladığı araçlardan biri de resmi bayram geçit ve protokolleriydi. Diğer seküler-ulus devletlerde olduğu gibi Kemalist rejim de ihdas ettiği ve katılımı zorunlu kıldığı resmi bayramlarla Ramazan ve Kurban bayramlarını gölgelemek, zayıflatmak ve kamusal alanda hakim kılmak istediği kimlik, duygu ve pratikleri silikleştirmeyi hedeflemiştir.
İki Ayrı Dünya: Mübarek ve Kutlu
Resmi bayram dediğimiz nevzuhur teamüller kitlesel boyutta görsellik arz eden modern ritüellerdir. Ancak zorbaca bir toplum mühendisliği işlevi gören bu modern ritüeller seküler bir kimlik oluşturmayı önceler hatta tek kurtuluş reçetesi olarak dayatır. Resmi bayramların hemen tamamı militarist, ırkçı ve açıktan karşıt değilse bile İslam dışı söylem, sembol ve pratiklerden oluşur. Biraz olsun hafızamızı canlandırsak, alelusul bilgilerimizi eşelesek Cumhuriyet dönemi resmi bayramlarına yüklenen anlam ve önemin bu ülke ve toplum için ne ağır bedeller ürettiğine dair kapsamlı bir külliyat çıkar ortaya.
Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'den Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Reşit Galip'e oradan son dönem TSK, Yüksek Yargı, Akademi ve üst düzey bürokrasisine kadar bayram demek Türkçü-Atatürkçü ideoloji ve siyasetin hegemonyasını tahkim edecek bir imkan demektir. Hem 'Ebedi Şef' Mustafa Kemal dönemi hem de takip eden 'Milli Şef' İsmet İnönü döneminde (ki Tek Parti despotizmi olarak işlemiştir) Ramazan ve Kurban Bayramları nasıl kutlanmıştır? Mesela Mustafa Kemal'in Ramazan ve Kurban bayramına ilişkin yayınladığı bir kaç mesajı veya pratiği neden hiç gündeme getirilmez? Aynı soruyu İsmet İnönü için de sorabiliriz, neden? Çünkü yok, çünkü gerek bile duymadılar böyle bir şeye. Eski defterleri karıştırmayalım, tarihi tecrübelerden ayrışma üretmeyelim plağı devreye girecektir hemen. Efsaneleştirilmiş bir tarihi sorgulamadan benimsememiz dayatılıyor hala.
Ramazan ve Kurban bayramlarının Kemalizm ve Kemalist kadrolar nezdinde neredeyse hiç bir yeri ve değeri yoktur. Ama daha önemlisi bu gibi değerleri toplumsal hayattan kazımak üzere devreye sokulan tedbirlerin çokluğu, yoğunluğu ve disiplinidir. Bir prototip olarak Ahmet Necdet Sezer'in temsil ettiği tüm olumsuzluklar bu hastalıklı ve faşist kafanın günümüze ulaşan dört dörtlük bir numunesidir. Yine 28 Şubat post-modern darbe sürecinin de Tek Parti oligarşisini daha güçlü bir biçimde tahkim etmeye yönelik topyekun bir hamle olduğunu hatırdan çıkarmamak gerek.
Melezleştirilmemiş Bayramlar Berekettir
Tarihi barıştıralım, duygularımızı çatıştırmayalım ve toplumsal kutuplaşmaya geçit vermeyelim gibi kim iyi niyetli, kimi safça kimi hince ve münafıkça teklifler uçuşuyor havalarda. Bu söylemler "çatışarak değil kuşatarak eritelim" veya "ideolojik ve duygusal açıdan boşalan içeriğe takılmazsak gittikçe çöküşü hızlanır" gibi temelsiz niyet ve mantıksız planlara yaslanıyor büyük oranda. Ama itikatla kayıtlı ve Sünnete yaslanan alanlar keyfi esnemelere müsaade etmez. Aksine müdahane (yaltaklanma ve yağcılık) bir sapma olarak yasaklanır ve bütün mü'minler bu tarzdan uzak tutulur.
Bayram İslami hayatın öylesine tabii ve mecburi bir parçasıdır ki tayin edilmiş günlerde neler yapılacağı kadar neler yapılamayacağı da kayıt altına alınmıştır. Yoklukta bile paylaşmak, en zorlu ortamlarda dahi sevinip ümidi ve mücadeleyi büyütme gayreti bayramın temel direğidir. Kurbanla yani Allah için uygun bir hayvanı boğazlamakla namaz ve sadaka, akraba ve komşuları gözetme, muhacir ve mücahitleri destekleme, tekbir ve tevhid arasında koparılamaz bağlar mevcuttur. Kurban bu bağlam ve ilişkiler ağı içerisinde hakikaten Allah'a yaklaşmak ve yakınlaşmaktır.
Açık yüreklilikle kendimize ve muhataplarımıza soralım: İşgal ve katliamlarla çökertilen Afganistan, Suriye ve Irak'ı kapsamayan bir bayram sevinç ve hüznü makbul müdür? Mısır ve Libya'dan Bangladeş'e uzanan coğrafyamızda despotik iktidarların ürettiği zulümlere karşı direnen kardeşlerimizi sahiplenmeyen bir iklimde bayram bereketi yaşamak ne kadar mümkündür? Muhacir ve ensar kimliğine savaş açmış, infakı değil israfı teşvik eden kişi ve kurumlarla dost olanların Allah'ın rızasını kazanma olasılığı var mıdır? İslami kimliği kamusal ve toplumsal hayattan kazımaya ahdetmiş ulu önder, ebedi şef, milli şef gibi karakterlerin ürettiği modern ritüelleri bayram diye benimsemenin Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'deki hükmü nedir? İlahi öğretiyle seküler kimliğin önermelerini harmanlayıp melez bir hayat türetmek doğru ve mümkün müdür?
Tatil-eğlence kültürü bayram olmadığı gibi seküler-ulusal kimlik ritüelleri de asla bayram değildir. Bazı bayramlar sahipleri için 'kutlu' olur mu bilemem ama millet-i İbrahim için inşallah bütün bayramlar her daim mübarek olur.