Mehmet Paksu / Zafer Dergisi
Bayramı bayram gibi kutlayalım
Dini hayatımızda iki bayram vardır. Biri Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı. Her iki bayramı da bizzat tespit edip belirleyen Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam’dır.
Peygamberimizin bu bayramlarda neler yaptığı, nasıl geçirdiği, nelere izin verdiği, nelere müsaade ettiği, nelere ses çıkarmadığı da bellidir.
Hadis kitaplarında Peygamberimizin bayramlarda neler yaptığı, bayram günlerini nasıl geçirdiği genişçe anlatılıyor.
Bayram gelince namazdan önce yeni, temiz ve güzel elbiselerini giyen Peygamberimiz, halkın arasına örnek bir görünümle çıkıyordu. Bayram namazını kıldıktan sonra sahabilerle bayramlaşıyor, onları, özellikle hanımları sadaka vermeye teşvik ediyor, “Bugünler yeme içme günleridir” diyerek bir ayı oruçlu geçiren müminlerin artık serbestçe yiyip içebileceklerini bildiriyordu.
Bu arada dönemin kendi şartları içinde yapılan gösterilere ve oyunlara kendileri de bizzat eşiyle katılıyor, bunun da insani bir ihtiyaç olduğunu gösteriyordu.
Bu konuda örnekler Buhârî ve Müslim gibi dinin asli kaynaklarından olan hadis kitaplarında veriliyor.
“Bırak şarkı söylesinler Ey Ebu Bekir”
Böyle günlerden birinde, yaşanan bir hadisenin birinci derecede şahidi müminlerin annesi Hz. Âişe validemiz. Gördüklerini ve yaşadıklarını anlatırken diyor ki:
“Kurban Bayramı’nın ilk üç gününden birinde idi. Resulullah (asm) yanıma geldi, karşımda Buâs Harbi üzerine ezgilerini def çalarak okuyan iki kız vardı. Resulullah (asm) yatağına uzanmış ve mübarek yüzünü çevirmişti. O esnada içeriye (babam) Ebu Bekir girdi. Ezgi söyleyen kızları görünce: ‘Bu ne hal? Allah Resulünün huzurunda şeytan sazı öyle mi?’ diyerek bana kızdı ve kızları azarladı. Bunun üzerine Resulullah (asm) ona dönerek: ‘Ey Ebû Bekir, bırak onları söylesinler, her milletin bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır’ buyurdu. Onlar sohbete dalıp, ilgileri kesilince ben kızlara göz ettim çıktılar.” (Buharî, Îdeyn, 3; Müslim, Îdeyn, 16.)
Dikkat edileceği gibi, def çalan ve ezgi söyleyen kızlar Peygamberimizin evinde ve huzurunda bulunuyorlar. Peygamberimiz sesini çıkarmıyor, izin veriyordu. Hz. Ebu Bekir müdahale etmeye kalkınca da, ona karşı çıkmakla kalmıyor, bunun bir bayram eğlencesi olduğunu dile getiriyor, eğlenmeyi bayramın bir parçası olarak görüyordu.
“Müsamahakâr tevhid dini”
Bayram günlerinde buna benzer bir başka eğlence ve oyun örneğini yine Hz. Âişe annemiz haber veriyor:
“Bir bayram günüydü, kulağımıza gürültü ve çocukların bağrışmaları gelmişti. Resulullah (asm) kalktı, kapıdan dışarı baktı. Oysa bu gelenler, çalıp oynayan Habeşli bir gruptu, kılıçları ve kalkanlarıyla oynuyorlardı. Çocuklar da etraflarında halka olmuş, onları seyrediyorlardı. Resulullah (asm) bana:
“Ey Aişe! Sen de gel, seyret.” dedi.
“Resulullah (asm) kapıda durdu, beni arkasına aldı. Ben de başımı omzuna koymuş halde duruyor ve oynayanları seyrediyordum. Usanıncaya kadar böyle devam ettim. Bir ara ‘Yeter mi?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Öyle ise çekil’ dedi.”
Hadisin bir başka rivayetinde de Efendimizin, Hz. Aişe’nin kendi arzusuyla seyre son verinceye kadar bakmasına müsaade ettiği belirtilir. (Buharî, Salat, 69, Îdeyn, 2; Müslim, Îdeyn, 17)
Bu konuda Hz. Âişe, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu da haber verir: “Yahudiler, dinimizdeki genişliği görsünler. Ben, müsamahakâr tevhid dini ile gönderildim.”
Rasulullah: “Müslümanlar şakalaşsın”
Saadet Asrında görülen ve uygulanan bayram eğlencelerindeki bu genişlik ve müsamaha, zaman içinde ilerleyen yıllarda kısıtlanmış ve daraltılmış olsa gerektir ki, İbni Mace’nin rivayetine göre, sahabeden Iyâz bin el-Eş’arî, bugün Irak topraklarında bulunan Enbâr’da bulunduğu sıralarda, bir bayram gününün sönük geçmesine üzülmüştü de oradakilere şu sözleri söylemekten kendini alamamıştı:
“Neden Resulullahın (asm) huzurunda oynandığı gibi siz de oyunlar oynamıyorsunuz, şaşıyorum.” (İbni Mâce, İkame, 163)
İbni Kuteybe, eğlence isteğinin insanın yaratılışında var olduğunu, yaratılış ve huylara ise karşı gelinemeyeceğini söyler ve delil olarak şu hadisi nakleder:
“Resulullah, ‘Müslümanlar da şakalaşsınlar’ diye şaka yapmış, kılıç kalkan oynayanlara, ‘Oynayın ey Erfideoğulları! Yahudiler dininizde müsamaha olduğunu anlasınlar’ demiştir.” (Müsned, 6: 116)
Gençlerin eğlenmesine fırsat vermeliyiz
Sünnet çerçevesinde, pekâla meşru dairede bir oyun ve eğlenme ortamının varlığı her zaman mümkündür. Hadislerde yer aldığı gibi, bayram günlerinde mutlaka böyle yapılması gerekir diye bir şart olmadığı gibi, yapılmazsa sünnet terk edilmiş anlamı da taşımamalıdır.
Burada anlatılmak istenen nokta ve verilen ölçü, bayram günlerinde özellikle gençlerin eğlenmelerini ve tatil günlerini değişik müzik, oyun ve sportif etkinliklerle geçirmelerine karşı çıkarak, onların yaşlı insanlar gibi bir kenarda ve köşede oturup gün geçirmelerini beklememek lazım.
Hadislerde anlatılanlar ve verilen ölçüler bütünüyle bir ruhsat, bir müsaade ve bir müsamahadan başka bir şey olmasa gerektir. Diğer yandan, insanın eğlenmeye de ihtiyacı vardır.
Bediüzzaman’ın belirttiği gibi, “İnsanlık hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin tembelleşmesine, sefahate düşmesine ve önemli görevlerin eksik bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar.” (RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1837)
Eğlenirken şükrü unutmayalım
“Oynayacağım, eğleneceğim, oynamak, eğlenmek genç bir insan olarak benim de hakkım ve ihtiyacım” deyip de bayramı bütünüyle “vur patlasın, çal oynasın” gibi bir şekle çevirmemek de lazım. Aşırıya kaçmamak, çizgiyi aşmamak, sınırı zorlamamak kaydıyla tabiî ki eğlenmek de güzel. Her şey gibi bunun da bir dengesinin olduğunu unutmamak lazım.
Bu dengenin temeli, ruhun ve kalbin de ihtiyacını unutmamaktan geçiyor. Bu ihtiyaç manevi gıdalardır, bayram nimetini bir şükür vesilesi olarak görmek ve ona göre hareket etmektir. Bediüzzaman yaptığı tespitler ve ikazlarla bu dengeyi şöyle hatırlatır:
“Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip gayr-i meşru daireye sapmamak için, rivâyetlerde zikrullaha (Allah’ı zikretmeye) ve şükre azim tergibat (büyük teşvikler) vardır. Ta ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır.”