Vahdettin İnce / Star
Zulüm deryasında adalet adası olmak
Kurban Bayramı'nın birinci günü. Arapçada bayrama "İyd" denir. "Âde" fiilinin mastarı olan bu kelime "dönmek, geri gelmek" anlamına gelir. Bayrama da her sene geri gelmesinden dolayı bu isim verilmiştir.
Genellikle sevinci, coşkuyu, neşeyi, mutluluğu ifade eder. Nitekim kötü hadiselerin vuku buldukları günler de geri gelir, ama onlar için "iyd" (bayram) kelimesi kullanılmaz, çünkü hüzün verirler insana. Türkçede kullandığımız "bayram" kelimesi de eski Farsça bir kelime olarak "pati" (geri, tekrar) kelimesi ile "ram" (huzur, neşe mutluluk) kelimelerinin birleşiminden ibarettir, huzurun, neşenin, mutluluğun geri gelmesi yani. Bu bakımdan Arapçadaki isimlendirme ile aynı anlamı ifade eder.
İsimlendirmenin bu anlamı ile hadisenin kendisi arasında uyum var. İsim ile müsemma örtüşmüş yani. Çünkü hem Ramazan Bayramı'nda hem de Kurban Bayramı'nda büyük bir sevinç, huzur, neşe yaşanır. Özellikle her iki bayram münasebetiyle yoksullara yardım ediliyor olması (fitre ve kurban eti) fakirlerin hanelerini kısa süreli de olsa sevince gark ederken yardım edenlerin içini de manevi bir huzurla doldurmaktadır. Unutmamak gerekir ki toplumlar her zaman bu gibi yardımlara muhtaç insanlar barındırır. Bu gibi yardımları küçümsememek gerektiği gibi bu gibi küçük mutlulukları da azımsamamak lazımdır.
Son yıllarda ülkemizde bir yandan yurt içindeki yoksullara yardım edilirken bir yandan da dünyanın başka yerlerindeki yoksul ülkelerin vatandaşlarına yardım eli uzatılmaktadır. İnsanımız istenen düzeyde ve devamlılıkta olmasa dahi neşesini, huzurunu, mutluluğunu sınır ötesine taşımak, diğer insanlarla paylaşmak için büyük bir gayret içindedir. Yine de bayramın anlamına uygun bu hareketin her sene hem resmi kanallarda hem de sivil toplum kuruluşları aracılığıyla artarak devam ediyor olması gelecek açısından ayrıca mutluluk vericidir.
Ama İslam alemi olarak uzun bir süredir "kara bayram"lar yaşadığımız da ayrı bir gerçek. Bu açıdan bayramlarımız buruk geçmektedir. Çünkü zulüm hiçbir zaman bu kadar ayyuka çıkmamıştı. Hiçbir zaman yeryüzünde böylesine sistematik bir zulüm hüküm sürmemişti. Eskiden de zulümler işleniyordu ama genelde lokal kalırdı ve adil yönetimler her zaman daha fazla olurdu. Ayrıca insanlar zulüm gördükleri bir yerden, adaletin hüküm sürdüğü başka bir yere gitmek açısından bugünkü insanlara göre daha geniş imkanlara sahiptiler. En azından kaleleri, şehirleri istilalara karşı korumak amacıyla yapılan surların dışında, tel örgülerle, duvarlarla çevrili sınırlar pek yoktu. Zulümlerden kaçanları merhamet sahibi insanlar, yönetimler karşılayabiliyordu. Bugünkü gibi mazlumlar azgın sularda boğulsunlar diye onları geri iten ırkçılara ya da sokak sokak mülteci avına çıkmış merhamet yoksunu mendeburlara rastlanmazdı pek.
Bu yüzden zulüm altında inleyen insanlar, toplumlar adil bir yönetime dair umutlarını yitirmezlerdi. Ancak günümüzde geleneksel zulüm yöntemlerini sürdüren yönetimler özellikle toplumların adalet özlemlerini, kurtuluş umutlarını söndürmek hususunda pek mahirdirler. Hatta yeryüzünde bu bağlamda zalimler arasında bir dayanışmadan da söz edebiliriz. Yeryüzünün her tarafında insanların yüzüne sinmiş bedbinlikten hareketle modern zalimlerin başarılı olduklarını söylemek mümkündür.
Ancak adil bir yönetime dair bütün umutlarını yitirmiş bir insan, aşamayacağını bile bile kendini canhıraş bir şekilde denizlerin azgın sularına bırakabilir çünkü. Şu halde paylaştığımız küçük yardımları çoğaltmalıyız ki insanlar adalete dair bir umut kırıntısı kalmışsa onu da büsbütün yitirmesinler. Öncelikle adaleti kendi ülkemizde egemen kılmalıyız ki dünyanın başka tarafındaki mazlumlar bizi müesses zulüm nizamının bir parçası değil, kızgın zulüm çölünün ortasında bir adalet vahası gibi görsünler. O zaman bayram manasını bulmuş olur.
Bu vesileyle bütün müminlerin, mağdurların, mazlumların, zulümden kaçıp ülkemize sığınan muhacirlerin bayramını tebrik ediyorum.