Bayram Gelmiş Neyimize

MUSTAFA SİEL

Bayram kelimesinin kökeni ile ilgili olarak, Farsça sevinç ve eğlence günü anlamına gelen “bezram” kelimesinden Türkçeleştirildiği bildiriliyor kaynaklarda. Arapçada, tekrar dönüp gelen anlamında avede kökünden gelen “ıyd” kullanılıyor bayramı ifade etmek için.

Arapçada ramazan bayramı için ıydul fıtr, kurban bayramı için ıydul duha terimleri kullanılıyor. Bu iki bayram Kur’anda bildirilmezken, peygamberimizden gelen mütevatir sünnet olarak kutlanıyor. Ramazan bayramı, ramazan ayının ve orucun bitimini müteakip Şevval ayının ilk 3 günü kutlanırken, Kurban Bayramı ise Zilhicce ayının 10, 11, 12 ve 13. günleri kutlanıyor. Bayramların bir gün öncesi günlere arefe günü deniyor.

Bayram kutlamalarının sahabe devrinde nasıl yapıldığı ile ilgili net bilgiler yok kaynaklarda. Günümüzdeki aile ziyaretleri, büyüklerin elini öpmeler, şeker ve benzeri tatlılar ikram etmeler çok sonraları ortaya çıkmış. Sadece, bayram namazlarının kadınlar dahil toplu olarak kılındığına dair rivayetler söz konusu. Birde, bayramlarda Müslümanların birbirlerine “tekabbelallahu minna ve minkum – Allah bizden ve sizden kabul buyursun” diyerek bayramlaştıklarına dair bilgiler var.

Günümüzdeki bayramınızı tebrik ederim ifadesindeki tebrik ifadesi Arapça bereke kökünden geliyor. Barik, bereket, mübarek, teberrük aynı kökten gelen kelimeler olup, özellikle manevi yönde bolluğu, bol hayırlar temennisini ifade ediyor.

Bu anlamda, bayramlaşmayı ifade eden Türkçe kökenli kutlamak – kutlu olsun gibi ifadelerde, tebrik ederim ifadesine yakın anlamda. Türkçeden kut kökü, kutsallık ve manevi hayırları ifade eden bir kelime olarak Arapça bereke köküne yakın anlamlar içeriyor. Kutlu, kutluk, kutsal gibi ifadeler kut kökünden geliyor.

Bayramlarda büyükleri ve komşuları ziyaret, 4.Nisa Suresi 36. ayetteki ana baba ve yakınlara, komşulara vs. iyi davranmak–ihsan emrinin bir yansıması olarak düşünülebilir.

Müslümanların bu iki bayramdan başka bayramı bulunmayıp, bunlardan başka bayram kabul etmek, islamla bağdaştırılması mümkün olmayan bir durumdur. Hıdırellez, nevruz gibi ğaybi şirk içerikli cahili günler ile, ulusal denen siyasi şirk içerikli cahili günleri bayram kabul etmek ve/veya kutlamak, en hafif ifade ile şirke kapı açan inanış ve uygulamalardır.

Bu nedenle, Müslümanlar bu tür günleri bayram kabul etmek ve kutlamak bir yana, bunları ifade ederken bayram ifadesini bile kullanmamalı, nevruz günü, ulusal törenler gibi nötr ifadeler kullanmalıdırlar.

Önümüzde ramazan bayramı var. İftarları günlük oruçların sonunda kazanılan cennet nimetlerine benzetirsek, ramazan bayramını da, ramazan ayının sonunda kazanılan cennet nimetlerine benzetebiliriz. Allah için gönüllü çekilen sıkıntı ve yoksunlukların ardından gelen sevinç ve neşe anları. Zaten dünya hayatında Allah’ın rızası için sabredilen sıkıntı ve yoksunlukların bayramı değil mi cennet hayatı da?

Konuya bu açıdan baktığımızda, gerçek bayramın ahiretteki sonsuz ve eksiksiz huzur ve mutluluk yurdu olan cennet hayatı olduğunu söylememiz mümkündür. Dünyadaki bayramlarımız ise, ahirettteki bayramımızın küçük bir provası gibi düşünülebilir. Zaten denmiyor mu 2.Bakara Suresi 25. ayette, cennetlikler kendilerine ikram edilen cennet nimetlerinin dünyadakilere benzediğini?

Buraya kadar yapılan açıklamalar çerçevesinde, bayramların bizler için sevinç ve neşe – ferah  günleri olması gerektiğini söyleyebiliriz. Lakin bu gün bizlerin böyle bir sevinç ve neşe yaşamaya hak ve takatimiz var mı?

Elbette Allah’a samimi olarak kulluk etmeyen çalışan, Allah’ın rızasını kazanmak için O’nun dinine göre yaşamaya çalışan ve bu amaçla bir ayı oruçlu geçiren mü’minlerin bayram yapmaya hakları vardır. Lakin bu gün bu hakkı kullanacak bir ortam, bu hakkı kullanacak takatımız var mı? Bu hususu  sorgulamak gerekir kanaatindeyim.

En yakınımızdan başlayalım. Memleketimizde islam gerçeği bilinmiyor, şirk unsurları karışmış gelenekler islam diye biliniyor. En yakınlarımız ve halkımızın ekserisi şirk karışık imanları, bozuk amelleri, yapmaları gereken salih amellerden haberdar bile olmamaları nedeniyle cehenneme doğru sürüklenip gidiyor. Halkımızı uyarması gereken geleneksel camia ve cemaatler ise, benzer şirk ve hurafeler içinde yüzüyorlar.

Bu memlekette Allah’ın hükümleri hafife alınıyor, değil kamusal ve siyasi alanda uygulanmak, böyle bir istek bile tüyleri diken diken etmeye yetiyor. Çıplaklık, fuhuş, faiz, ekonomik ve cinsel sömürü, insanların haklarının verilmemesi gibi büyük günahlar kamuya hakim durumda. İtleri salmışlar, taşları bağlamışlar deyimine uygun bir durum var.

Memleketimizin güneydoğusunu rejimin ırkçı ve seküler dayatmalarının en ciddi neticelerinden birisi olan kürt sorunu olanca hararetiyle yakıyor özellikle bu bölgede yaşayan halkımızı ve dokundukça batıda yaşayanları. İşine gelince kardeş olduğunu ifade eden bir sistem ve halk, işine gelmeyince bu kardeşlerine! yavura yapılmayacak muameleleri yapmakta hiç tereddüt etmiyor.

Yüz yıl önce aynı memleketin bir parçası olan Suriye’de, laik ve zorba baas rejimi Müslüman halka kan kusturuyor. Suriye intifadasının başladığı Mart 2011’den bu yana geçen 18 ayda çocuk ve kadınlarla sivillerinde içlerinde bulunduğu yaklaşık 20 bin kişinin katledildiği ifade ediliyor. Resmi ağızlarca 27 olarak ifade edilen işkence merkezinde daimi işkence gören Müslümanlar ile kaybedilen ve ortadan kaybolan Müslümanların sayısı hakkında ciddi bir rakam zikreden kimse yok.

Yine yüz yıl önce aynı memleketin bir parçası olan, işgalci Siyonist İsrail isimli sözde devlet çetesi tarafından % 80’i işgal edilen Filistin gün ve gün Yahudileştiriliyor. İleride Filistin diye bir islam beldesinin olduğunu bile hafızalardan silecek sinsi ve planlı bir proje, tüm küfür dünyası ile sözde müslüman işbirlikçilerinin göz yumması ve gizli onayı altında adım adım gerçekleştiriliyor.

Yine yüz yıl önce aynı memleketin bir parçası olan Irak fiilen 3’e bölünmüş durumda. Mevcut iktidarın şii taassubuyla hakkaniyetsiz ve adaletsiz idaresi ile muhaliflerin bir kısmının hikmetsiz canlı bomba eylemleri neredeyse her gün onlarca masum insanın parçalanarak ölmesine sebep oluyor. Mezhebi taassub ve bağnazlıklar gün geçtikçe keskinleşiyor. Benzer sıkıntılar Pakistan’da ve halen Amerika ve yandaşlarının fiili işgali altında bulunan Afganistan’dada yaşanmaya devam ediyor.

Son bir ay içinde Uzakdoğu - Burmada (Myanmar) Budist putperestlerce 1000’e yakın Müslüman acımasızca, bir kısmı canlı canlı yakılarak katledilmiş, 90.000 tanesinin evleri yakılıp yurtdışına kaçmaya zorlanmış olup, burmada son 50 yılda 200.000 civarında müslüman katledilmiş durumda. Burma’da yaşayan 1.000.000. Arakanlı müslüman komşu islam ülkelerine kaçmaya ve Arakanda islamın izleri silinmeye çalışılmakta.

Komşusu açken tok yatan bizden değildir buyurmuştur peygamberimiz. Peki, bütün Müslümanlar kardeş olduğuna göre, yakın yada uzaktaki kardeşlerimiz, bırakın açlığı; can ve namus emniyetinden yoksunken, sinek öldürülür gibi Müslüman öldürülür, namusları kirletilirken, bizler sevinç ve neşe içinde bayram kutlayabilir miyiz?

Şimdi düşünelim, annesi, eşi yada çocuğu küfürde, şirkte, acı ve sıkıntı içinde yaşayan bir insan bayram yapabilir mi? Tüm Müslümanlar dinden, Müslüman olmasa bile tüm mazlum ve mustazaflar insanlıktan yana kardeşimiz değil mi?

Bu durumda iken nasıl bayram yapalım, nasıl sevinç ve neşe ile dolalım.

Bu nedenle, Suriyede, Burmada, Filistinde, Hindistan işgal ve zulmü altındaki Keşmirde, Rusyanın işgal ve zulmü altındaki Kafkasyada, Çin’in işgal ve zulmü altındaki Doğu Türkistanda, Amarika’nın işgal ve zulmü altındaki Afganistan’da ve başka yerlerde bulunan mazlum ve mağdur Müslüman kardeşlerimizi ve hatta gayrimüslüm tüm mazlumları hatırlamak, onlar için dua etmek için bir vesile kılalım bayramlarımızı. Bu sevinç günlerinde bu acılarımızı hatırlayarak hüzünlenelim, Rabbimize dua edelim halkımızın hidayeti, islamı doğru ve eksiksiz anlayıp yaşayabilmesi,  tüm ümmetin ve mazlumların kurtuluşu için.