Milliyetçilik duygularını kışkırtan, ulusal sembolleri tekrar siyasal-sosyal hayatın merkezine doğru itekleyen bir iklim yaşıyoruz. PKK-HDP hem Kürt milliyetçiliğini hem de Türk milliyetçiliğini ajite eden, provoke eden söylem ve eylemlerle hâkimiyet alanını genişletmeye çalışıyor. Özyönetim, kanton, koridor ve nihayet Büyük Kürdistan aşamalarına endekslediği Kürt milliyetçiliğine paralel olarak PKK, Türk milliyetçiliğini de beka, bölünme ve parçalanma kaygısına düşürerek güçlü bir dalgaya sebebiyet veriyor.
Önceki dönemlerde güçlü ve egemen Türk milliyetçiliği zayıf ve ezilen Kürt milliyetçiliğine ebelik yapıyordu. Lakin şimdi denge tam tersine döndü. Kürt milliyetçiliği aldığı çok boyutlu iç-dış destekle güçlü ve egemen pozisyona geçerken epey bir zamandır belirleyici rolü silinmiş Türk milliyetçiliği tekrar sahne almaya, söylem ve sembolleriyle olduğu kadar sokağa inen kitlelere kılavuzluk eden ruh ve eylem biçimiyle de başrole talip olmaya başladı.
Protesto Hak ve Sorumluluk Ama…
PKK’nın HDP üzerinden akıl ve ahlaktan yoksun özyönetim müsamerelerini hayata geçirmek üzere Cizre, Silvan, Varto, Hizan vs. bölgelerde kazdığı hendeklerin, kurduğu barikatların hiç kimseye bir faydası olamayacağı gün gibi aşikârdı. Kürtçü propaganda mekanizmasının PKK’lı ve HDP’li çarkları için olduğu kadar onlar üzerinden Hükümeti yıpratmak üzere seferber olan ulusal, liberal, paralel kanatlar için de bu durumun bir önemi yoktu elbette. Maksat kaosu besleyecek, istikrarsızlığı besleyecek her türlü araca sıkı sıkıya sarılmaktan ibaretti.
24 saat içerisinde Dağlıca ve Cizre’deki saldırılarda katledilen asker ve polislerin sayısının 30’u aşmış olması doğal olarak Türkiye’nin dört bir tarafında kitleleri protesto maksadıyla sokağa döktü. Sokağa dökülen kitleler gerek mayınlarla gerekse uzun namlulu silahlarla pusu kurularak katledilen insanların acısını paylaştılar elbette. Bununla birlikte bu katliamları tertipleyen PKK cinayet şebekesi ve siyasi uzantısı HDP’yi lanetleyip protesto ettiler. Nihayet Hükümeti PKK’nın şehir merkezlerine kadar inen pusularına karşı gerekli tedbirleri almaya davet ettiler.
Meydanlara inen, caddelerde kortejler oluşturan kitleler duygu ve düşüncelerini, talep ve itirazlarını nasıl, neyle ifade ettiler? Ne yazık ki burada uzun yıllar görmeye, duymaya alışık olduğumuz klasik sembollerin dışında bir şey yoktu. Yani şu: bol bol İstiklal Marşı okumak, olabildiğince büyük ve çok sayıda bayrakla kitleyi donatmak. Bir de “Her Türk Asker Doğar, Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi sloganları tekrar etmek. Aslında bu protesto konsepti PKK-HDP merkezi tarafından yükseltilen Kürt milliyetçi şiddet ve propagandasını zayıflatmak bir kenara tam tersine kuvvetlendirmek hatta meşruiyet kazandırmak gibi bir misyon ifa etmektedir.
Türklük vurgulu söylem ve semboller üzerinden gerçekleştirilen kitlesel protestolar olsa olsa Kürtlük vurgulu söylem ve semboller üzerinden yürütülen siyasi ve militarist projenin işini kolaylaştırmaktadır. İstiklal Marşı, bayrak ve Türklü vurgulu sloganlar PKK ve HDP’nin egemenlik kurduğu/kurmak istediği kitleler üzerinde birleştirici-bütünleştirici bir rol oynamamaktadırlar. Aksine PKK-HDP’ye yönelik haklı bir öfkeyi değil de Kürt toplumuna yönelik milliyetçi bir öfkeyi sembolize ettiği şeklinde algılanmaktadır.
Milliyetçi Ezberin Dışına Çıkamaz mıyız?
Tırmandırılan şiddetin, yaygınlaştırılmak istenen çatışmanın temelinde etnik/milliyetçi kimlikler var. Şiddet, çatışma ve ayrışmaya etnik/milliyetçi temelden ulaşmaya çalışan PKK’ya karşı başka bir etnik/milli kimlikten çözüm üretmek hiç mümkün değil. Sokağa taşan öfkenin MHP ve türevi örgüt ve çevrelerce tamamen Türkçü duygu ve düşüncelere kanalize edilmesi felaketin büyümesine yönelik güçlü bir ihtardır. PKK-HDP resmi ideolojiyle hesaplaşan, inkâr ve asimilasyona son veren, yasak ve dayatmaları kaldıran Hükümeti tasfiye etmek için en çok da sokaklara MHP üzerinden hâkim olacak Türkçü öfkeye ihtiyaç duymaktadır.
Kitlelerin sokaklara dökülmesi, öfke ve nefretlerini ifade etmesine engel olunamaz. Ancak bu öfke ve nefretin makul ve doğru hedeflere yönlendirilmesi esas meseledir. HDP tabelasını indirip Türk bayrağı asınca, HDP binasının önünde İstiklal Marşı okuyunca haklı öfke ve protesto derhal milliyetçi histeri, etnik düşmanlık olarak tercüme ediliyor. Oysa bu protestolarda katledilen asker, polis, sivil vatandaşların resimlerini taşımak gerekmez mi? PKK tarafından katledilmiş insanların tek tek hesabını sormak hukuka ve toplumsal taleplere daha uygun değil mi? HDP tabelalarını indirmek yerine bu teşkilatların kapısına PKK tarafından katledilmiş insanlarımızın resimlerini, geride kalan sembolik kimi eşyalarını ve hayat hikâyelerini bırakarak tarihe anlamlı bir not düşmek de mümkündür.
Milli Güvenlik derslerinde ve askerde öğrendiği militarist sloganlardan öteye geçemeyen bir topluluk olmaktan kurtulma vakti çoktan geldi de geçti bile. Milliyetçi sembol ve söylemlerle hak aramak, zulmü protesto etmek ve zalimlerle hesaplaşmaya teşebbüs etmek kaynağı resmi ideoloji olan öğrenilmiş bir çaresizliktir. Acilen insani ve İslami sembol ve söylemlerle örülü kuşatıcı bir konsept üretmek mecburiyetindeyiz.