Bayrak Fetişizmi Neyi Örtüyor?

Alper Görmüş, dün Kemalistlerin dindar camiayı hizaya getirmek için bir sopa gibi kullandığı bayrağın dünün kurbanları tarafından bugün başarısızlıkları perdeleme aracı olarak devreye sokulduğuna dikkat çekiyor.

Milliyetçiliğin en sert sembollerinden biri olan ulusal bayrağın siyasi amaçlar için nasıl istismar edildiğine değinen Alper Görmüş, dün Kemalistlerin dindar camiayı hizaya getirmek için bir sopa gibi kullandığı bayrağın dünün kurbanları tarafından bugün başarısızlıkları perdeleme aracı olarak devreye sokulduğuna dikkat çekiyor.  

Alper Görmüş’ün Serbestiyet.com’daki köşesinde yayımlanan yazısını ilginize sunuyoruz:

Bayrak İstismarının Kısa Tarihi: Dün Sopaydı, Bugün Perde

Halen yürürlükte olan 2893 numaralı Türk Bayrağı Kanunu, bayrağın nerelere, ne surette asılacağını kesin kurallara bağlıyor. Madde 3:

“Bayrak, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yurt dışı temsilciliklerine ve kamu kuruluşlarıyla gerçek ve tüzelkişilerin deniz vasıtalarına çekilir. Yurt içinde ve  yurt dışında yetkililerin araçlarına takılır.”

Bayrak Kanunu’nun bu maddesinin fiilen ortadan kalkmasının ve bayrağı başta evler olmak üzere isteyenin istediği yere, istediği zamanda, istediği süreyle hem de kanun koyucunun özel müsamahasıyla asmasının başlangıcını 28 Şubat’a kadar uzatabiliriz.

Bayrak asma pratiğinin ilk olarak 28 Şubat’la birlikte değişmeye başlamasının bize ne söylediği açık: Bayrak artık, sevgisini bütün bir ulusun ortaklaşa paylaştığı bir sembol olmaktan çıkmaya ve onu sevmeye hakkı olmayanlara beslenen öfkenin ifadesi olmaya başlamıştı. Bayrak artık bir sopaydı.

Refah Partisi’nin defterinin dürülmesinden ve yerine askerlerin kontrolünde, laik hassasiyetleri temel alan üçlü bir koalisyonun kurulmasından sonra bayrak öforisi epeyce gevşedi, ta ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) kuruluşuna kadar...

Bayrak yeniden sopa haline geliyor

Böylece, bayrağın sopa suretinde araçsallaştırılması yeniden gündeme geldi.

Artk basın da devredeydi ve bu yoldaki ittirmecenin başını “camilere bayrak” sloganıyla zamanın Hürriyet yazarı Emin Çölaşan çekiyordu. Çölaşan ilk “camilere bayrak” çağrısını 15 Mart 2002’de yapmış, sonraki yıllarda da aralıklarla bu çağrısını yinelemişti. (Bu çağrılara Diyanet bir süre camilerin millî mekânlar olmadığı gerekçesiyle uymamış, 2006-2007’den itibaren bu kararını yumuşatmıştı.)

Bilmiyorum Çölaşan yıllar içinde böyle kaç yazı yazdı, fakat bütün bu yazılara sinmiş temel motifin, talebin daha da yaygınlaşması ve muhtemel bir fiilî uygulama durumunda ortaya çıkabilecek itirazlar üzerinden, itirazcıların “gayri millî” özlerini ifşa etmek olduğu hususunda benim şahsen hiçbir kuşkum yok.

Cumhuriyet mitingleri: Yeni bir aşama

2007’ye gelindiğinde, bayrağın “muhafazakâr kafalara indirilen sopa” işlevi iyice kitleselleşti. Cumhuriyet mitinglerinin kırmızı rengi, “bayrak asın” çağrılarıyla birlikte büyük şehirlerin apartmanlarının da rengi haline gelmeye başladı.

Bayrak artık birleştirici değil düpedüz bölücü bir rol oynamaya başlamıştı. Çünkü çağrıyı yapanların bunu hangi amaçla yaptıkları biliniyordu ve dolayısıyla AK Parti’ye oy veren ve bayrakla hiçbir sorunu olmayan milyonlarca insan, çağrıya uyup bayrak sayısını artırdıklarında bunun ne anlama geleceğini biliyorlardı. O kadar ki, AK parti mitinglerinde bile istisnai durumları saymazsak neredeyse hiç bayrak kullanılmıyordu.

Bu kıskaç ancak Cumhuriyet mitinglerinin ve 367 skandalının ardından düzenlenen 2007 genel seçimlerinde kırılabildi ve o tarihten sonra da bayrak, toplumun laik kesiminin tekelinde olmaktan çıktı, muhafazakârların tepesinde sopa olma özelliğini yitirdi.

 “Yerli ve millî”den sonrası

Sonrası fena geldi ama... AK Parti, yıllardır yediği sopa sayesinde bayrağın nasıl kullanışlı bir araç olabileceğini öğrenmişti. Partinin lideri ve başbakan Erdoğan’ın rotayı “yerli ve millî”ye çevirmesinden itibaren, işler değişmeye başladı.

Bayrağın eski usul (yani sopa olarak) ve tabii bu defa roller tersine dönmüş olarak kullanılması mümkün değildi, çünkü laiklerin bayrak asma geleneği sürüyordu. Onların belirli günlerde evlerini bayraklarla donatmasının, muhafazakârların bayrağı sahiplenmesinin hanesine yazılması mümkün değildi.

Zaten buna gerek de yoktu, çünkü iktidar bayrağa artık bir sopa olarak değil, bazı şeylerin görülmemesini sağlayacak bir perde olarak ihtiyaç duyuyordu.

Bir ara özet yaparsak: Bayrak, 28 Şubat’tan sonra laik bir müdahaleyle birleştirici sembol olmaktan çıktı ve “onu sevmeye hakkı olmayan” muhafazakârlara beslenen bölücü öfkenin ifadesi oldu (sopa). Şimdi, muhafazakâr iktidarın yeni döneminde ise kâh “domates-biber-patlıcan”ın yarattığı rahatsızlığı, kâh çöken bir binada can verenler adına sorulacak soruları görünmez kılmak için kullanılıyor (perde).

Kadro isteyenlere bayrak perdesi

Bayrağın ya doğrudan nesne olarak ya da onun simgelediği duygular üzerinden bir perde olarak nasıl kullanıldığına, aynı gün gelen iki çarpıcı örnek üzerinden bakalım...

Birinci örnek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim kampanyasını başlattığı Sivas mitinginden... Erdoğan, tam seçimle “ülkenin bekası” arasındaki bağı bir kez daha ve etkili bir hitabetle hatırlatırken, mitinge katılanlar arasından birileri “kadro isteriz” diye bağırmaya başladılar. Erdoğan, bol keseden kadro talep edenlerle ucuz domates-biber-patlıcan isteyenlerin nefesini kesmek için bayrak ve onun simgelediği duyarlılığı  bir perde olarak bakın nasıl kullandı:

"Cudi'de, Gabar'da, Tendürek'te, Kandil'de terörle mücadele ederken, sizin söylediklerinize bakın. Hala bu mücadele bütün ciddiyetiyle devam ediyor. Biz bunu yaparken, birileri, bizi farklı yerlerden vurmaya çalışıyor. Ne diyorlar? 'Domates, biber, patlıcan, sivri biber'. Yahu düşünün, bir merminin fiyatı nedir? Düşünün. Benim Mehmet'imin giyinip, kuşanması, bu teröre karşı verdiği mücadelenin bedeli nedir? Düşünün. Bunları bu iktidar yapıyor, başarıyorsa hala kalkıyor; patates, soğan sivri biber bunları konuşuyorlar. George da Hans da bizleri vurmak istiyor, bunlar da ön ayak oluyorlar.”

Doğrusu, bayrak perdesi işlevini o mitingde hakkıyla yerine getirdi, kadro isteyenler sustu, bundan sonraki mitinglerde de kimsenin böyle bir şeye cüret etmeyeceğini güvenle öne sürebiliriz.

Enkaz altındakilere karşı bayrak perdesi

İkinci örnek 21 insanın ölümüyle sonuçlanan Kartal’daki utanç verici çöküntünün enkazının arasından çıktı.

Enkazda arama kurtarma çalışması yapan bir görevli, bulduğu Türk bayrağını temizleyip cebine koyarken görüntülenmişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, twitter sayfasından bu hareketi şöyle takdir etti:

“Kartal’da arama kurtarma çalışmaları sırasında enkazda bulduğu Bayrağımızı temizleyip cebine koyan kahraman itfaiye erimizi göstermiş olduğu hassasiyetten dolayı tebrik ediyoruz.”

Belediyeciler, enkazdan çıkan bayrağın temizlenmesini öne çıkarmanın, yirmi bir insanın cansız bedenine nasıl bir saygısızlık olduğunu bilmiyor olabilirler mi? Hiç kuşkusuz hayır, fakat belli ki bayrağın kullanışlı bir araç olarak rolünü onlar da anlamıştı ve muhtemelen takdir görecekleri duygusuyla atmışlardı o tweet’i...

Ulusal bayrakların, ulusların birliğinin başta gelen sembolü olduğu doğruysa, bayrağın Türkiye’deki son çeyrek yüzyıldaki kullanımının doğru olduğu söylenemez. Çünkü sopa olarak kullanıldığında da, perde olarak kullanıldığında da birleştirmiyor, bölüyor.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!