Kürt sorununa çözüm arayışları çerçevesinde sürdürülen faaliyetlerin bir bölümü de halkın arasına giren aydın-sanatçı üzerinden yürütülüyor. Bu faaliyetler ülkenin değişik şehir ve ilçelerinde kim planlı kimi de kendi doğallığı içinde devam ediyor. Buna karşın gerek Meclis kürsüsünde CHP ve MHP kadroları gerekse sokakta farklı ulusalcı fraksiyonları temsil eden kadrolu ‘siviller’ eliyle sistematik itibarsızlaştırma operasyonları da hız kesmiyor.
“Türkiye’yi bölme-parçalama ihaneti, ABD-AKP işbirliğiyle Büyük Kürdistan Projesine onay” şeklinde bir kötülük odağı olarak inşa ettikleri imajlarla süreci durdurmak için ulusalcıların elindeki en güçlü silah nedir? Evet, bayrak laik-Kemalist statüko muhafızlarının elindeki en güçlü sembollerden biridir.
Bayrak, modern ulus devletin modern bir fetişi olmayı çoktan aşıp toplumsal duygu ve düşünceleri, dostluk ve düşmanlıkları tek hareketle açık eden keskin bir sembole dönüşmüş durumda. Resmi ideoloji ve iktidar sınıflarının marifetiyle bayrak, bütün kapıları açan kutsal bir tılsım, cümle dertlerin acil şifası, her türlü kem sözü ve belayı başımızdan def edecek nazarlık gibi tartışılamaz, tartışılması teklif dahi edilemez bir dogma olarak hem hayatın merkezinde hem de kimliği tanımlamada en üstte konumlanmış durumda. Peki, bu hayra alamet olmayan konumlanış nasıl çözümlenir?
Sorun: Ulus Devlet, Çözüm: Ulus Bayrak
Öcalan’ın Newroz mesajından sonra hayal kırıklığına uğrayıp Kürt ulusal hareketine “şimdi silah bırakmak da neyin nesi” diye sitemkâr yazılar yazan Baskın Oran’ın sahaya indikten sonra söylemlerinde epeyce değişim oldu. Hemen herkes müsamereyi andıran bir takım ulusalcı-sosyalist protestolar üzerine İzmir Urla’da Baskın Oran’ın “solcu olduğumdan utanıyorum” sözünü hatırlar. Fakat burada hem siyaset bilimi profesörü olarak hem de sol-sosyalistlerden Kürt ulusal çevrelerine kadar hatırı sayılır çevrede sözüne itibar edilen Baskın Hoca ve beraberindeki Tarhan Erdem’in nedense ulus devlet ve bayrak üzerine yaptığı vurgulu konuşma atlanmış.
Şu cümleler Baskın Oran’a ait: “Devlet 12 Eylül’den önce de Kürtler üzerine terör uygulamıştır. Cumhuriyet yanlış kuruldu. Cumhuriyet 1924 Anayasası’ndan itibaren ulus devlet ilan etti. Kürtleri biz böyle isyan ettirdik. Şimdi biz Cumhuriyeti demokratik olarak yeniden kuruyoruz. Başımıza bela olan ulus devletten kurtuluyoruz.”
Aynı mekân, aynı zaman ve bağlam içinde söylenen şu cümleler de Tarhan Erdem’e ait: “Çözüm süreci başarıya ulaştığında Nevruz’da Diyarbakır meydanları kıpkırmızı Türk bayrakları ile dolacaktır. Bayrakla sorunu olan Kürt yok”
Ulus devletin kimlik ve semboller üzerinden yol açmış olduğu tahribat ve yıkımlara çözüm üretmek açısından yakalanan bu güçlü imkân anlaşılan o ki zikzaklar çizerek, çelişkili bir biçimde ilerleyecek. Bir taraftan “ulus devlet belası”ndan kurtulmaktan söz açıp diğer taraftan Diyarbakır meydanlarını Türk bayraklarıyla donatma rüyaları görmeyi başka nasıl izah edeceğiz?
Ortak Payda: İnsan Onurunu Korumak
Elbette daha geçenlerde Başbakan Erdoğan tarafından bir kez daha tekrarlanan “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız” sözünün Türkçü-Atatürkçü iktidar sınıfları tarafından nasıl bir endişe ve öfkenin dışavurumuna vesile olduğunu unutmadık. Üstelik bu endişe ve öfkenin muhafazakâr kesimler tarafından da paylaşıldığı aşikâr. Ama yine de Başbakan’ın “Diyarbakır'da yapılan mitingde Türk bayraklarının olması gerekirdi. Bayrağın olmaması mesaja ters düşüyor; provokatif bir yaklaşımdır” sözleriyle bayrak üzerinden düşülen ikilem/dilemma kendisini tekrar ediyor.
Bu ülkenin insanları ne zamandan beri bayrak etrafında, bayrak ortak paydasında ve tasallutunda birlik ve beraberlik hayali kurmaya mecbur oldu? Kendini bayraksız gerçekleştirip ifade edemeyen birey ve toplum modeli ciddi bir hastalık halidir. Ulus devletin dertlerinden mustarip koca bir topluma ulus devletin bayrağı eşliğinde reçete önermek akıl karı gibi gözükmüyor.
Mevcut sıkıntıları giderilmesi için elzem olan şudur: Ulus kimlik ve sembollerin parçalayıp ayrıştıran iddiaları dışında gerçek anlamıyla insanlığı kuşatan, kardeşliği pekiştiren, adalet ve merhametin tesisinde misyon üstlenen sembol ve söylemlere sarılmak. Toplumun bu değerlere ancak İslam nimetiyle, ümmet kardeşliğiyle, insanlık onuruyla kavuşabileceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in tam da bu tartışmaların ortasında gerçekleştirdiği Diyarbakır ziyareti esnasında ortaya koyduğu söylemlere dikkat kesilmek durumundayız. Çünkü Başkan Görmez, Kur’anı Kerim’de insanın yaradılış gayesini işleyen ayetleri vurguladıktan sonra ilk hedefimizi şöyle hatırlatıyor: “Bu topraklarda istiyoruz ki; onuru zedelenen hiç bir kardeşimiz kalmasın.”
Özetle: İnsanı yaratıp onurlu kılan Allah’tır, ulus devlet ya da bayrak değil.