Baykalın altın üçgeni

Mümtazer Türköne

Baykal, 23 Nisan'da Meclis kürsüsünü, üç gün sonraki kurultayın açılışı olarak kullandı. İyi ve tecrübeli bir hatip için bu zeminler, hem gündelik siyasetin hem de yapısal sorunların muhasebesi için bir fırsattır. Baykal iyi bir hatip.

Her şeyden önce bir tarzı var. İki kişi arasında fiskos masası etrafındaki dedikoduları bile, cerbezeli bir üslupla kürsüden aktarabiliyor. Ancak bu yeteneği, söylediklerini hiç olmazsa kendi içinde tutarlı ve anlamlı kılmaya yetmiyor.

"Demokrasimizin sağladığı olanakları, cumhuriyetin ve devletin milli ve laik kimliğini ortadan kaldırmak için kullanmak tam bir aymazlıktır." Bu cümle, iktidarı hedef alıyor ve AK Parti'yi "cumhuriyetin ve devletin millî ve laik kimliği"ne düşman ilan ediyor. Baykal'a göre AK Parti, sandıkta kazandığı güçle, millî ve laik kimliği ortadan kaldırmaya kastediyor. Baykal aslında demokrasi ile cumhuriyet arasındaki çelişkiden bahsediyor. Demokrasi cumhuriyete meydan okuyabilir. Demokrasi, "laik ve millî düzeni" ortadan kaldırabilir. Bu retoriğin atladığı bir şeyi hatırlayalım. Demokrasi neydi? Yönetme hakkının halkta olması değil mi? O zaman halk, laik ve millî düzen için bir tehdit oluşturuyor. Kestirmeden söyleyelim: Bir siyasî parti lideri demokrasiyi mahkûm ederken halkı mahkûm etmiş oluyor. Çelişkiyi aşmanın tek yolu var: Demokrasiden vazgeçmek.

"'Çoğunluğumuz vardır' deyip anayasayı değiştirmeye kalkmak, unutulmamalıdır ki bu iktidarların kendi meşruiyet temellerinin sorgulanmasına yol açar." Baykal böyle söylüyor. "Meşruiyet sorgulaması" ise, "çoğunluk diktası" argümanına dayanacak. Anayasayı (üstelik bir dikta yönetiminin eseri olan bir anayasayı), anayasada yazılı kurallara uyarak değiştirmeye kalkmak bile, bir meşruiyet sorgulamasına yol açacak ise halkı yönetime nasıl dahil edeceğiz?

CHP'yi, aslında bir siyasî parti olmaktan çıkartan bir muhakeme tarzı bu. Çoğunluk yönetimini ancak dikta yönetimlerinin benimseyebileceği en uç noktada, yani halkın yönetme hakkına itiraz ederek reddetmek. "Çoğunluk diktası", demokrasinin kuralları gereği yönetme hakkını elinde bulunduran çoğunluğun, azınlığı baskı altına almasına denir. Çoğunluğun azınlığı baskı altına alması ise temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalarla olur. Baykal'ın yaptığı gibi devlet ile halkı iki kutba yerleştirip, demokrasi aracılığıyla halkın devlet yönetiminde söz sahibi olmasına itiraz ederseniz, geride demokrasi adına bir şey kalmaz. Laikliğin militan yorumu, azınlığın çoğunluk üzerinde diktasını getirir. Demokratik laiklik, demokrasiyi koruyan ve demokrasiden güç alan laikliktir.

CHP liderinin telaffuz ettiği ve bugün Türkiye'de rejim gerginliğinin gerekçesi olarak ifade edilen problem, nihaî olarak demokrasinin demokratik yöntemlerle tiranlığa dönüşme ihtimalinden başka bir şey değil. Bu paradoks, ilk defa 2500 yıl önce Eflatun tarafından formüle edildi. Demokrasinin çoğunluk diktasına dönüşmesini engellemek için önünüzde iki yol var: Azınlık diktasını savunmak veya özgürlükleri garanti altına almak. Cumhuriyet ve devletle demokrasiyi karşı karşıya getirdiğiniz zaman, bundan azınlık diktası çıkar. Çoğunluk diktasını önlemenin yolu, özgürlükleri savunmaktır.

301. madde, tam da bu kavşakta karşımıza çıkan bir turnusol kâğıdı. Düşünce özgürlüğünü geliştirmek, aynı zamanda laikliği de pekiştiren açılımdır. CHP'nin demokrasi sınavında sınıfta kaldığı ve kendi ayağına kurşun sıktığı yer, laikliği savunurken özgürlüklere karşı çıkması. CHP, özgürlükleri sınırlandıran militan laikliği savunurken, özgürlükçü laikliğin yaşayacağı demokrasiye de karşı çıkmış oluyor.

Baykal, içinden çıkamadığı ve çıkmasının mümkün görünmediği bu çukurdan, "Türk toplumunda İslamiyet, laiklik ve demokrasi bir altın üçgen oluşturmuştur." gibi içi bütünüyle boş retorikle çıkmaya çalışıyor. Delilimiz ise şu: Bu söz, AK Partili bir milletvekilinin ağzından çıksaydı, o dakika iddianameye girmez miydi?

Zaman gazetesi