Baykal hariç, herkes üzerine düşeni yapıyor, rolünü oynuyor. Baykal ise, sanki bulunması gereken yerde değil. Söylemesi gereken lafların tam tersini söylüyor. Aksayan, aksadığı için de şu kritik hengâmede rahatsızlık veren bir durum. Bir açıklaması olmalı.
Benzetme çok tanıdık. "Sabaha karşı kapınızı çalan sütçü ise orası demokrasi, eyvah geldiler diyorsanız o ülke demokratik olmaktan çıkmıştır." Kapıyı çalan polis, gözaltına alınanlar darbecilikle itham ediliyor. Baykal'ın grup konuşmasındaki bu benzetmenin devamı şöyle olmalıydı: "Bu gözaltılar sizlerin, sabah saat dörtte kapınız çaldığında güvenle açıp, sütünüzü almanız içindir." Doğru mantık bu değil mi? Sabahın köründe kapımızı çalıp kafamıza silah dayayacak olanlar darbecilerden başka kim olabilir?
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs", yani darbe teşebbüsü suçlamasıyla 48 muvazzaf ve emekli subay gözaltına alındı ve sorgulandı. İlk defa emrinde askerî birlik bulunanlar, hatta tümamiral ve tuğamiral rütbesindeki komutanlar tutuklanıp cezaevine konuldu. Savcılar akıllarına eseni yapmıyor; çok ciddi soruşturmalar yürütüyorlar. Mahkemeler tutuklama kararı verirken kılı kırk yarıyorlar. Eğer ortada bir suç varsa "soruşturulmasın" demek doğrudan yargıya müdahale. Tutuklananlar silahlı kişilerse, bu konudan bahsederken yargıya müdahale anlamına gelmemesi için ses tonunuza bile dikkat etmeye mecbursunuz.
Baykal açıkça ve göstere göstere tersini yapıyor ve 7 yıl önceki darbe planını savunuyor. "2003'te bir askerî tatbikat vesilesiyle aslında bir askerî darbeye yönelik proje ortaya koymuşlar." mazeretini öne sürüyor. "Aradan yedi yıl geçmiş, darbe de olmamış, niye bu adamları gözaltına alıyorsun?" mealinde bir savunma yapıyor. Çok açık biçimde darbecileri ve darbe planlarını, sanki o ekibin kadrolu elemanı gibi veya basın sözcüsü edasıyla savunmaya girişiyor.
Her şeyin alt-üst olabileceği çok keskin bir virajı geçiyoruz. Devlet üzerindeki silahlı egemenlik dönemi sona eriyor. Kurumlaşmış, kendi geleneklerini oluşturmuş bu tür iktidar yapılarının tasfiyesi, diğer ülkelerde büyük karışıklıklara yol açtı. Şu ana kadar biz bu riskli dönemeci ciddi bir savrulma yaşamadan geçiyoruz. AK Parti hükümeti temsil ettiği halkın ve kendisinin hukukunu savunuyor. Eline geçen tarihî fırsatı değerlendirip askerî vesayet dönemini kapatmak ve demokrasiyi yerleştirmek zorunda. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere, aklı başındaki bütün askerler sorumlu davranıyorlar. Maceraya kalkışacak olanların önünde engel olarak duruyorlar. Darbeciler ikiletmeden kuzu kuzu ifade veriyorlar. Ertuğrul Özkök bile kendi "ama"larıyla uğraşıyor. Darbeyi savunan medya mensupları, cümlelerin arasına özenle ricat kapıları yerleştiriyor. MHP dikkatli ve ölçülü; demokrasinin yanında ve darbecilerin karşısında duruyor. Sadece Baykal, darbecileri azimle, kararlılıkla ve bütün muhakeme sisteminin çökmesi pahasına savunuyor.
Acaba neden?
Ahmet Altan dünkü yazısında "Bugün ordunun siyasî desteği CHP'nin aldığı oy kadardır." diyor. Tersinden bakalım. CHP'nin oy tabanı hızla sadece darbeden medet umanların sayısına doğru iniyor. Bu durum bir siyasî partinin demokrasinin agorasında eline benzin bidonunu alıp kendini yakmasına benziyor.
Soğuk Savaş dönemine özgü "ajan provokatör" entrikaları dışında, CHP'nin Baykal eliyle siyasî intiharının başka açıklaması yok. İhtimaller şöyle: Birincisi, Baykal darbe geleneğinin üretip siyasete yerleştirdiği bir siyasetçi mi? İkincisi, darbe kadrosu içinde mi yer alıyor? Yani planlanan suçların içinde bir fail olarak mı bulunuyor? Üçüncüsü, darbe sonrasında ikbal kapılarının sonuna kadar açılmasını -başbakan olmak gibi- bekliyor. Bu üç ihtimalin dışında başka bir ihtimal daha var. Ama bu ihtimal, Baykal'ın siyasî zekâsını hiçe saymak anlamına geliyor. Baykal'ın, darbeciliğin kendisini daha güvenli ve güçlü bir konuma taşıdığını, CHP'ye oy kazandırdığını düşünmesi mümkün mü? Ben sanmıyorum.
Peki sıraladığım ihtimallerden hangisi sizce doğru?
ZAMAN