Bay Gülen'in Adamları PKK'lı ve İrancı Kadroları Nasıl Koordine Ediyor?

Yıldıray Oğur'un yazısına da konu olan Said Sefa’nın "Kamuoyuna Açık Mektup: Ben Kimim?" makalesini birlikte okumanın tahmin edilenden daha fazla ufuk açıcı olduğuna siz de kanaat getireceksiniz.

HAKSÖZ-HABER

haberdar.com'un GYY Said Sefa, üç yıl önce ismini değiştirmiş, Türkmenistan'da öğretmenlik yaparken Türkçe Olimpiyatları'nın sunuculuğuna oradan  büyük çaplı ticari yatırımlara, televizyonculuk ve gazeteciliğe sıçramış bir kişi. Fakat enteresan bir mazisi ve bu dönemde en karşıt kutupları bir araya getirebilme marifetiyle dikkat çekici bir portre sunuyor. Fethullah Gülen camiasının en büyük şeytanları olan 'Acem Uşakları’ ve PKK-HDP gibi Kürt Ulusalcısı hareketin temsilcileriyle sarmaş dolaş olan, Erdoğan karşıtı cepheyi medya dünyasında koordine eden bu “yetenekli adam”ın son çıkışı Halk TV'de yaptığı "Van'da 12 kişi kesinlikle infaz edilmiş" beyanları oldu.

Yıldıray Oğur'un yazısına da konu olan Said Sefa’nın "Kamuoyuna Açık Mektup: Ben Kimim?" makalesini birlikte okumanın tahmin edilenden daha fazla ufuk açıcı olduğuna siz de kanaat getireceksiniz.

*

BAŞKA NE OLMASINI BEKLİYORDUNUZ Kİ?

YILDIRAY OĞUR / TÜRKİYE

Karşımdaki ekranda Halk Tv açık ve sabah programında Van’da bir evde ‘infaz’ edilen 12 kişi hakkında konuşuluyor. Konuk gazeteci Van’a gitmiş, o eve girmiş, bu kesinlikle “infaz” diyor.

Olayın ne olduğunu anlamak için internete girince karşınıza 12 kişinin üniformalı fotoğrafları eşliğinde HPG’nin açıklaması çıkıyor:  “Van’da 12 gerilla "komplo ve ihanet yöntemiyle infaz edildiler."

Demek ki infaz edilenler gerillaymış. Esas tuhaflık ise bundan sonra başlıyor. Van’a gidip, o eve giren ve infaz edildiler haberini yapan, sonra Halk Tv’ye çıkıp bunu anlatan gazeteci bir cemaat haber sitesinin Genel Yayın Yönetmeni değil miymiş?

Bir internet haber sitesi ve onun GYY’si için aşırı gazetecilik faaliyeti sayılır bütün bunlar; İnfaz iddialarını araştırmak için Van’a gitmek, muhtemelen polisten izin alarak o eve girip çekim yapmak...

Basılı medyada ya da Tv’lerde bile pek sık rastlanmayan bu gazeteciliği yapan gazetecinin 'Googleladığınızda' karşınıza, -buna benzer gazetecilik faaliyetleri değil bir yığın 17/25 Aralık, polis, savcı, Fuat Avni, Yezid, diktatör temalı haber, yazı çıkıyor. Bir de 2012’deki bir mahkemenin yerel bir gazeteye ilan olarak düşmüş kararı... Merakla kim olduğunu anlamaya çalıştığımız gazeteci meğerse 3 yıl önce adını ve soyadını değiştirmiş!

Eski adıyla arama yaptığınızda da karşınıza antoloji sitelerinde şiirler ve Türkçe Olimpiyatları’nda yaptığı sunuculuk haberlerinden başka bir şey çıkmıyor. Benim gibi hikayeyi ilginç bulup araştırmış başka gazetecilerin yazdıklarına bakılırsa gazeteci, eskiden Türkmenistan’daki cemaat okullarında öğretmenlik yapmış.

Herhalde oradan olimpiyat sunuculuğu, sonra soy isim değişikliği, 17/25 Aralık’tan sonra da Twitter, Samanyolu, Bugün ekranlarında başlayan gazeteciliğe bir geçiş olmuş. Olabilir tabii.

“Cemaatin Türkçe Olimpiyatları sunuculuğundan, Van’da PKK’lı 12 kişinin öldürüldüğü eve ‘infaz mı edildiler’ diye bakmaya giden gazeteciliğe” uzanan hikaye bile üzerinde uzun uzun konuşmayı hak ediyor.

Ama hikayenin geri kalanı o kadar ilginç ki bu sosyo-politik değişim hikayesinde o kadar kalamayacağız.

O geri kalanı da kendisi yazmış. Herhalde bu gazeteciliğe giriş hikayesi pek ikna edici bulunmayınca yazdığı “Ben kimim” başlıklı yazının tamamı çok ilginç ama şu kısmı herhalde hepsinden tuhaf:

“5 veya 6 ay önce HDP sözcüsü Ayhan Bilgen'le röportaj yapmaya gittim ve gittiğimde tanıştık. Röportaj sonrası bana Kenan Çamurcu'dan bahsetti ve sitede yazması konusunda ricacı oldu. Bir gün sonra Kenan Çamurcu'nun yazdığı yazıları ve yaptığı analizleri de okuyarak kendisini ofise davet ettim ilk kez o zaman görüştük ve tanıştık.”

Ve siteye girip bakınca anlıyorsunuz ki sahiden kabul etmiş. Cemaat savcılarının meşhur Selam/Tevhid davası soruşturmasında “İran ajanı’’ diye dinlediği, soruşturma durdurulmasa muhtemelen bu suçla hapse atılacak isim, aynı  soruşturmada aynı iddialarla dinlenmiş diğer ismin referansıyla cemaatin sitesine yazar oldu.

Cemaatin haber sitesinde İrancı yazar, onu cemaat sitesine öneren HDP’nin parti sözcüsü. Nasıl oldu bu diye sormayın. Aynı iddianamede bizzat kendisi telefonda İran için çalıştığını söyleyen biri, cemaatin 17/25 Aralık’tan sonra çıkardığı Karşı gazetesine Genel Yayın Yönetmeni, sonra da CHP’ye milletvekili hatta en son da Parti Meclisi üyesi olmadı mı?

Genel yayın yönetmeni üç yıl önce adını ve soyadını değiştirmeden önce Türkçe Olimpiyatlarını sunan eski bir öğretmen olan sitenin ancak büyük bir bütçeyle oluşturulabilecek yazar kadrosuna da şöyle bir bakalım: Ahmet Altan, İlhan Tanır, Yavuz Baydar, Cengiz Aktar, hatta İMC TV’den Fehim Işık...

(İnsan ister istemez, Lübnan Hizbullah’ına ve Esad’a yakın bir ismin kurduğu Al Monitor sitesinden her gün Türkiye’ye ve iktidara demokrasi, mezhepçilik, diktatörlük hatta ironi değil laiklik dersleri veren Türk laik, solcu ve liberallerini hatırlıyor. ABD-İran anlaşmasına yol yapmak kurulmuş bu PR sitesinin hikayesini yazmıştık. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/575878.aspx.

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/575897.aspx.)

Hazır arşivlere daldık o tweeti de bir hatırlayalım. Kaçak savcı Zekeriya Öz’ün devrik Romanov ailesi psikolojisinde günlüğüne yazıyormuş gibi Twitter’ı kullandığı zamanlarda attığı en samimi mesajlarından biriydi:

“Gezi olaylarına PKK müdahil olsaydı şu an hükümet edenlerin bu makamda oturma imkanları olmayacaktı. PKK kimden emir aldıysa katılmadı.”

Cemaatçi savcının hayıflandığı şey tuhaftı ama doğruydu. Eğer Gezi olaylarında doğuda silahlı bir cephe açılsaydı, PKK büyükşehirlerde sahaya inseydi, hükümetin işi gerçekten çok zor olurdu.

Bunu engelleyen çözüm süreci oldu. Öcalan’ın Gezi’ye karşı duruşu sayesinde Demirtaş, belki arşivlerden en çok silmek isteyeceği cümleyi kurdu ve “geziyle değil, bu halk hareketini askerî darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk” dedi.

Ardından olan biteni biliyoruz. PKK ve HDP yavaş yavaş çözüm süreciyle paralel bu pozisyondan en şiddetli anti-Erdoğan/AK Parti pozisyonuna doğru ilerledi ve son olarak seçimlerin ardından çatışmaları tekrar başlattı. Hem de tuhaf bir jargonla; “Saray’ın savaşı, Saray’ın Gladiosu, Saray’ın askerleri, Saray’ın polisleri.” PKK’nın TSK’ya “Savaşımız seninle değil, AKP’yle, onun oyununa gelme” diye çağrılar yaptığını bile gördük. O yüzden dün Kandil’den CHP’ye gelen sayısı belirsiz “İttifak içinde olalım” çağrısını tuhaf bulamıyoruz.

Ya da 2003’te Barzani’yi emperyalizmin uşağı ilan etmiş PKK’nın, her gün ABD’ye gönderdiği aşk mektuplarını...

Gözümüzün önünde bir cephe kuruldu. CHP, cemaat, PKK, HDP, Erdoğan ve AK Parti’ye karşı yan yana geldiler.  Geldiler mi getirildiler mi bilmiyoruz. Bildiğimiz İran’la ABD’nin yan yana gelmesiyle paralel zamanlarda oldu bu...

Çözüm süreci bu direniş cephesini kurmaya kurban edildi. Kürtlerin hatta pek çok HDP’linin bile anlamadığı hendekler AK Parti’nin yeniden iktidarı elde ettiğinin anlaşıldığı seçimlerden sonra bu cephe için, iktidarı hata yaptırıp içine düşürmek için kazıldı.

Biz hendekleri, o hendeklere meftun akademisyenleri, onları içeri atmaya çalışan savcıları konuşurken İran’la ABD yanı başımızda anlaşıverdi.

Bu yazıyı tam burada yine tuhaf ittifakları, büyük oyunları, ittifakları teşhir etmiş, yine korkular sarmış, büyük analizinin keyfini çıkarıp, oraya buraya selamlar gönderip tebrikleri alarak bitirmek mümkündü....

Ama artık, bu işe yaramayan, tutmayan, o kadar da büyük olmayan planları deşifre etmeyi bırakıp bununla birlikte yaşamaya alışma aşamasına geçme zamanı gelmedi mi?

Özellikle iktidarın mesaisini, enerjisini bu negatif gündeme, karşısındaki ittifaklara göre pozisyon almaya, sürekli onlarla konuşmaya değil kendi pozitif gündemine harcamasına ihtiyacımız var.

“Hain akademisyenler bunu da yaptı”dan “neden bu akademisyenlerin bu bildiriyi imzalaması bizim için bu kadar önemli?” sorusuna geçiş yapmanın zamanı şimdi değilse ne zaman?

Neden hâlâ 70’lerdeki “bizim halktan kopuk aydınlarımız” diskurunda debelenip duruyoruz da entelektüel sınıfın değişmesi, çoğulculaşması için hakiki gayretler üzerine düşünmeye geçemiyoruz?

Ya da merkez medyaya laf yetiştirmek, her yazdıklarına, virgüllerine noktalarına bin manalar verip savaşlar açmak  yerine neden bunca yıla rağmen neden hâlâ merkez “o medya” sorusuna cevaplar aramıyoruz?

Ya “büyük komplolar var, dünya bize karşı birleşti, hainler her yanı sardı” edebiyatıyla güvenlik sendromuna, kurban psikolojisine teslim olunup, içe kapanılacak, böylece daha fazla hata yapılacak.

Ya da “bölgesel bir aktör olmak isteyen bir ülkenin başına başka ne geleceğini zannediyordunuz ki” deyip, yola devam edilecek

Karşısında kurulan ittifakları güçlendiren değil, parçalayan, müttefiklerin sayısını içeride ve dışarıda sürekli yeni tasfiyelerle azaltan değil arttıran,  üst akıldan şikayet etmeyi bırakıp kendi üst aklını kuran vatandaşları ile arasına istihbarat örgütlerinin giremeyeceği reformlar, açılımları yapmaya devam eden, Ortadoğu ve İslam dünyasındaki tek gerçek, işleyen ve derinleşen demokrasi olma vasfını sürdürmeye çalışan ve sahiden de hamaset için değil, ihtiyaçtan az konuşan, çok iş yapan bir bölgesel güç inşa etmeye odaklanan bir Türkiye’ye ihtiyacımız var.

Türkiye’nin artık sıradan  vatandaşlarının güvenliği için bile zayıf kalma, içine kapanma, kendisiyle didişme, etliye sütlüye karışmayan  bir dış politikayla yola devam etme lüksü yok. 

Ya gözlerimizin önünde kazılan hendeklere bile isteye düşeceğiz, ya onların üzerinden atlayacağız.

Herkes lütfen biraz buraya doğru bakabilir mi artık!

*

KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP: BEN KİMİM?

SAİD SEFA / HABERDAR.COM

Kişinin kendini yazması zordur, yazmak zorunda hissetmesi daha zor..

Bir kaç gündür, sosyal medya üzerinden yapılan ya da yapılmaya çalışılan itibarsızlaştıma operasyonları şahsımdan ziyade yakın çevreme zarar verir oldu.

Kim olduğum, ne yapmaya çalıştığım, nereden geldiğim, nereli olduğum, soyadımı neden değiştirdiğim, babamın neden soyadı değişikliği yaptığı, kredi kartlarımın bilgileri, hesap bilgilerim, mal varlığım, geçmişime ait bazı bilgiler yazıldı çizildi.

Bunlar çok önemli şeylermiş gibi dile gitirilip oradan İran ajanı olduğum ve sitemin de finansörünün İran olduğu iddia edildi, ima edildi.

Bunu yapanlar, hangi argumanlarla daha doğrusu nasıl bir motivasyonla hareket ediyorlar, gerçekten bilmiyorum.

Alay konusu olacak ve gülüp geçilecek bu mevzular sosyal medyada dolaşıp dururken bu vesileyle bir yıl önce Erdoğan'ın bana, Fuat Avni olduğum iddiasıyla dava açmış olduğunu da bizzat onun avukatının paylaştığı bir dilekçe sayesinde öğrenmiş oldum.

Uzun zamandır, komplo teorileriyle meşgul olan toplum sanırım gizemi ve gizemden farklı anlamlar çıkarmayı çok seviyor.

Bir yıldır, doğru habercilik peşinde koşan Haberdar'ın, gerek haber içeriği gerekse yazarlarıyla etkili bir mecraya dönüşmesi, ayrıca çeşitli vesilelerle ekrana çıkmam ve yazdıklarımın konuşuluyor olması haliyle kamuoyunda kim olduğum sorularını akla getirdi.

Merak edilecek önemde biri olduğumu anlamakta biraz geciktiğim için affınıza sığınarak kim olduğum ve hakkımdaki iddialarla ilgili üç beş kelam sarf edeceğim...

Aile kökenimiz Ahlat'a dayanmakla birlikte  Bitlis, Muş, Ağrı, Van, Şanlıurfa gibi şehirleri kapsayan geniş bir ailemiz var. Dedemlerimin Urfa'da ve Muş'ta arsaları, köyleri, mal varlıkları mevcut.. Kimi, zamanla değer yitirmiş çok zorluklar çekilmiş, anlatılanlara göre varlıktan yokluğa düşmüşler..

Malazgirt ve Şanlıurfa arasında mekik dokuyan dedelerimden, babamın dedesinin kütüğünde Malazgirt yazarken annemin dedesinin de kütüğünde Şanlıurfa yazar. Bu arada şunu da hatırlatayım annem ve babamın babası (dedem) amca çocuklarıdır.

Uzun yıllar Şanlıurfa'da olmamıza ve büyük dedelerimizin toprakları orada olmasına rağmen Urfa'da da muhacir olarak biliniriz. Urfalı ya da Malazgirtli olmam arasında bir fark görmüyorum.

Çocukluğumun bir kısmı, babamın işlerinden ötürü Van'da geçse de Urfa'da büyüdüm ve hala Urfa'da evimiz, arsalarımız, toprağımız var. Her yaz öldürücü sıcağa rağmen yaz aylarını Urfa'da geçirmeyi tercih ederim.
Bütün akrabalarımız ve geniş ailemiz bir kaç istisna dışında Urfa'da yaşar.
Malazgirt yerine Urfalı'yım deyişimin birileri için efsunlu bir şeye dönüşeceğini kestiremedim hata etmişim..

Urfa'da varlıktan yokluğa, yokluktan varlığa geçilmiş.. Şükür ki şu anda varlıklı durumda olan ailemiz genelde inşaat işleriyle meşgul..

Dedemin soyadı ''Solak''. Kendilerine nufüs memurunun zorla verdiği bu soyadını asla tasvip etmemiş, vefat edinceye kadar da bunu sayıklamış. Babama nasihati ''Solak'' olan soyadını değiştirmesi. Dedemin kardeşleri bu soyadını değiştirip Babacan soyadını almışlar.

Babam uzun süre Solak soyadını değiştirmedi. Değiştirmeye karar verdiğinde yedi kardeş olan bizlerden 18 yaşından büyük olanların soyadı Solak olarak kaldı geri kalanların değişti ve Çalışkan soyadını aldılar.

Ben inatçı biri olarak bir süre daha Solak soyadını taşıdım. Daha sonra iki gerekçe ile soyadımı değiştirdim. Hazır mahkemeye başvurmuşken M. Said olan ismimdeki Muhammed'in de kaldırılması talebinde bulundum. Zira iki isimli olmanın bir çok sıkıntısını yaşadım.

 (Bazı diplomalarımda sadece Said bazılarında sadece Muhammed yazması, M. Said'in, Mehmet Said olarak yazılması vs gibi)

1. Said Sefa kulağa çok şiirsel geliyordu ve ben de şiir albümü çıkarıyordum o esnada. Albümde bu ismin olması da menejerim olan Fatih Özbey'in fikridir, sağolsun..

2. Çocuklarımın arkadaşlarının 'Solak' yerine onlara Salak diyerek onlarla alay etmesi.

Babamın soyadının Çalışkan benim de Sefa olması bundandır.. Bu gizli saklı bir durum değil. Kimliğimde hala eski soyadı ''Solak'' diye yazar ve mahkeme kararında neden isim ve soyisim değişikliği olduğu yazılıdır.

Böyle bir şeyi çok önemseyip bunu kamuoyuna aktaracak kadar akıllıların çıkacağını kesiremedim, hata etmişim..

Ergenliğe geçtiğim yıllar tiyatro ile tanıştım. Gazete, radyo, televizyon işlerine aşırı bir merakım vardı. Özel alanım ve tutkuyla bağlandım şeyse edebiyattı.
Tiyatro ounculuğu yanısıra henüz 18 yaşında bazı televizyon dizilerinde kısa roller aldım.

Ankara Gazi Üniversitesini okuduğum yıllar, üniversitenin genel tiyatro yönetmenliğini de yaptım. Bir çok programda ve organizasyonda sunuculuk yapıyordum.

 Çeşitli organizasyonlar için kurduğumuz şirketin bünyesinde yapımcılık işleri de vardı. 

Bazı kanallara program düzenlemekle beraber, 6 ve 7. Türkçe Olimpiyatlarının Asyatermal ve Altınpark ayağında sunuculuk yaptım. En az kazandığımız iş olmasına rağmen, en fazla keyif aldığım iş de olimpiyatlarda sunuculuk yapmaktı. Bugün teklif edilse yine yaparım..

Dedelerimizden kalan arsalar ve de kazancımızın bir kısmını yurtdışında yatırıma dönüştürme fikri de ayıptır söylemesi bana aittir.

Ortaklarımla kurduğum ve hissedarı olduğum şirketler hala işlerine en iyi şekilde devam ediyor.

Doğu'da yapılacak yatırımlara karşılıksız kredi ve hibeler verildiğinden bazı arkadaşlarımla yatırım yapma kararı aldık.

İlk tercimiz Van oldu. Van'a özel ilgim vardır. Yatırım yapmak istediğimizi dönemin bakanlarından Zafer Çağlayan'a bir yurt dışı gezisinde açtım. Malum kendisi de Muşlu - ve bizim aşirete mensubiyeti vardır -

Koli ambalaj fabrikası açmak istediğimizi söyleyince heyecanla durumu 'Rıfat Hisarcıklıoğlu'na bizzat anlatmıştı. Bak hemşehrilerim doğuya yatırım düşünüyor demiş, Van valisini de bizzat aramıştı''

Kısa zaman sonra Van'a açtığımız fabrikanın bütün işlemlerini koordine ettiğimden orada da kar ortaklığım vardır.

Birçok defa gidip geldiğim Van'da Felsefe ve Din bilimlerinden yüksek lisans yapma imkanı da bulmuş oldum.

O esnada Van Öğretmenler Derneği'nin ısrarıyla bir çok projelerine katkıda bulundum. Projede yer alan herkes adına bir ödenek çıkarılabiliyor ve bu ödenekler, dernek için kullanılıyordu.

Fakir öğrenci okutma projesine katkıda bulunmak adına adıma çıkarılan ödeneğin tek kuruşuna dokunmadığım gibi bir çok kişiye de yardımcı olmaya gayret ettim..

Depremi de orada yaşadım.. Ailem İstanbul'da olmasına rağmen 6 ay çadırda yaşayarak, Van'ın bütün kenar mahallerine sokak sokak yardım dağıttım..

Deprem sonrası da oradaki bazı işadamlarıyla birlikte 5Kent inşaat şirketini kurdum..

İki yıl önce yapımdan kazandığım işlerin hepsi iktidar tarafından iptal edilince, babası ve ailesi AKP'li biri olarak neredeyse bir yıl tecrit edilmek zorunda bırakılınca ben de sair işlerimden ziyade Haberdar'a ağırlık verdim.

Ve de işlerimize zarar gelmesin diye şerrinden korktuğum iktidardan ötürü kendimi her şeyden soyutladım.  Üzerimde hiç bir mal varlığı bırakmadım.

Sair zamanlarda kredi kartlarımın borca takıldığı doğrudur, parasızlıktan değil tamamen o konudaki tenbelliğimden..

Hatta en son 6 ay boyunca yatırmadığım su faturasından ötürü maalesef ki suyumuz kesilmişti.

Bu ve benzeri saçma sapan konuları araştırıp hayatımı didik didik edenler ve bunlardan sonuca varanlara sadece acıyorum..

İran ajanı olmakla suçlanmamın en önemli nedenine de geleyim.

Kenan Çamurcu'nun sitemizde yazmaya başlaması bu dedikodunun yayılmasına neden oldu.

5 veya 6 ay önce HDP sözcüsü Ayhan Bilgen'le röportaj yapmaya gittim ve gittiğimde tanıştık. Röportaj sonrası bana Kenan Çamurcu'dan bahsetti ve sitede yazması konusunda ricacı oldu. 

Bir gün sonra Kenan Çamurcu'nun yazdığı yazıları ve yaptığı analizleri de okuyarak kendisini ofise davet ettim ilk kez o zaman görüştük ve tanıştık. Çok cüzi bir telif ücreti karşılığında sitede yazıyor ve yazdığı günden bugüne kadar sadece bir veya iki defa siteye gelmişliği vardır. Kaldı ki her gün gelmesinde de bir beis görmüyorum.

Selam-Tevhid dosyasında adı geçen ve dosyayı kumpas olarak gören Sayın Çamurcu'yla aynı kanaatleri taşımıyorum.

Yargılanmış olsaydı belki beraat edecekti. Sayın Çamurcu'nun bizim sitede yazıyor olması aynı düşüncede olmamızı gerektirmiyor..

Tıpkı Celal Başlangıç, Fehim Işık, Orhan Aydın, Sedat Laçiner ve diğer yazarlarda olduğu gibi. Haberdar bağımsız bir haber sitesidir. Her görüşe ve düşünceye aynı mesafede durmayı ilke edinmiştir.

NOT:

1- Sayın İbrahim Şahin ve Sayın Nasuhi Güngör'ü medyadan herkesin tanıdığı kadar tanıyorum. Herhangi bir iş ortaklığım veya başka bir ilişkim yoktur.

2- Ruhani'nin danışmanlarının ofisime gelmiş olması tam deli saçmasıdır. Bırakın onları bir tek İranlı gelmiş değil. Gelirlerse nezaketle karşılarız orası ayrı..

3- Ahmet Memiş'in Haberdar'da başlaması, Ünal Tanık'ın 'bizde biraz sıkıldı, daralıyor yeni bir mecra ona iyi gelir, sizde işe başlasa nasıl olur'' demesiyle olmuştur. İyi ki de öyle olmuş. Allah ömür verirse inşaallah bir ömür birlikte çalışırız Sayın Memiş'le..

4. Sosyal Medya'da adı geçen Çetin Geyik ve Murat Rüçhan Bayam inşaat ve gayri menkul işlerinde ortaklarımdandır. Doğu Makine de Sayın Bayam'ındır..

5. Habertürk'e sosyal medya programı hazırlarken Sayın Tarık Toros'a da aynı minvalde bir program tekilifi yapmış kendisiyle öyle tanışmıştık. Bugün TV'ye konuk olarak çağrılışım da böyle başlamıştır.

6. Bugün TV'de konuk olukça STV Haber'in dikkatini çekmiş, Metin Yıkar'ın bana ve Cafer Solgun'a "Biz de program yapar mısınız?" diye teklifi olmuştur. Teklif esnasında Sayın Yıkar'la tanışmış olduğumuzu da bilmenizi isterim

7. Bugün durduğum çizgi hak, hukuk, evrensel ilkeler ve demokrasi çizgisidir. Mücadelem de olması gereken Türkiye mücadelesidir ve de hep öyle olacaktır.

Böyle saçma işlerle benim vaktimi alan ve de milletin kafasını karıştırarak bize operasyon yapılmasına zemin hazırlayanlara da dava açacağımı kamuoyuna saygıyla duyururum.

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm