Konuşmayı yapan Hamza Türkmen şu başlıklar çerçevesinde konuyu sundu:
Tutsak coğrafya Ortadoğu’nun sınırları Churchill başkanlığında 1921’de toplanan Kahire Konferansı’nda İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından çizildi.
İçine düştüğümüz durum, ümmetin Kur’an nimetinden tarihi süreç içinde merhale merhale uzaklaşması akabinde oluşan zaafların bir sonucuydu.
Ancak yeniden öze dönüş ve ıslah çizgisi umudumuz oldu. Bu çizginin 19. yüzyıl sonundaki en önemli temsilcisi olan Urvetu’l Vuska Hareketi, 20. yüzyıl İslami hareketlerini yönlendirdi. Ancak 20. yüzyıl İslami hareketleri aceleciydi. Bir an önce demokratik veya ihtilalci yolla iktidar olmak istiyorlardı. Demokratik deneyimi Pakistan’da Cemat-i İslami, ihtilalcı yolu ise Hizbu’t-Tahrir ve İran Devrimi denedi. Ama iktidar merkezli çalışmalar ümmeti ihya edecek bir model üretemediler.
Ümmeti diriltmek için öncelikle iktidar merkezli bir bakış sünnetullaha uygun değildi. Önce ümmeti ihya edecek bir bakış ve kazanım elde edilmeli, oluşturulacak bu sağlam zemin üzerine bir iktidar modelinin ve yeni bir medeniyet hamlesinin gerçekleştirilebileceği düşünülmeliydi.
Ortadoğu’da siyasi-kültürel değişim için dışarıdan ABD ve müttefikleri BOP projesini tasarladılar. Diktatörler yıkılacak yerine batıcı, demokrat, liberal, laik bir statüko kurulacaktı. Ancak bu proje tutmadı ve çöktü. Bölgenin başta İhvan-ı Müslim olmak üzere tüm İslami hareketleri aşağıdan yukarıya merhaleci bir değişim anlayışının önemini kavramaya başladılar.
Ortadoğu ülkelerinin ekonomik, kültürel, hukuki birçok sorunları vardı. Ama en önemlisi halkın ve Müslümanların kimliklerini özgürce ifade edememesi ve Filistinlilerle dayanışma konusunda kendi yönetimleri tarafından baskı altında tutulmaları idi. Ve bastırılmış öfkeleri Tunus’ta tutuşan bir isyan kıvılcımı ile alevlendi ve aynı Filistin intifadası gibi patlamalara neden oldu. Ortadoğu İntifadası Filistin’deki gibi muhalif bileşenlerden oluşuyor. Ama en önemli ve yönlendirici kitleler ise Müslümanlar.
Türkmen, ümmeti yeniden inşa edecek olan sahih bilgi, salih amel ve iman çizgisinin Kur’an öbeklerini, nüvelerini, halkalarını oluşturması gerektirdiğini ve toplumun gereğince vahiyle uyarılıp pratiğin içinde ve mücadele hattında adım adım ümmet kitleleşmesine gidilmesi gerektiğini vurguladı ve gelecek ufkumuzun ise üç merhale ile izah edilebileceğini söyledi.
Kur’an öbekleri ilkin, diğer muhalif bileşenlerle birlikte ve ilke temelinde bir direniş hattı oluşturmalı. Önce diktatörler yıkılmalı, Kemalist sistem gibi vesayet kurumları yıkılmalı veya geriletilmeli. Bu hedefle kendimizi oluşturmak için özgürlük alanlarının açılması sağlanmalıdır.
Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, kısmen Yemen ve Fas’ta görüldüğü gibi elde edilen özgürlük alanları ve imkanları kitleleşmeyi sağlayacak bir modelleşme için iyi kullanılmalı. İstişare etmeye uygun nesiller yetiştirilmeli ve aynı zamanda halkla temasta ekonomiden kültürel imkanlara göre idari, siyasi, sıhhi, insani şartların iyileştirilmesine çalışılmalıdır. Bu ikinci merhale geçiş dönemidir. Bu dönem kimliğimiz, ilkelerimiz ve geleceğimiz için ciddi bir imtihan merhalesidir. Onlu, yirmili, otuzlu yıllara uzanabilir. Önemli olan bu özgürlük ortamında ve imkanlarda gerek iç donanımımız gerek dış kuşatmaya karşı var oluş ve niteliğimizi geliştirme mücadelesini kazanacak mıyız; yoksa imkanlar içinde yan gelip yatak mıyız?
Türkmen son veya tekamül merhalesi için de şunu söyledi: Zulme, şirke ve sapmalara karşı müteyakkız olan geçiş döneminde kitleleri gereğince uyaracak öncü bir ümmet modeli oluşturabilirsek; toplumsal dönüşümü sağlayacak ve küresel kapitalizme ve kültürüne hakkıyla cevap verebilecek bir düzeye gelebilirsek; artık Rabbimizin gaybi yardımına yaklaştık ve “bir kavmin kendi nefsindekini değiştirmesi” hedefine ulaştık demektir. Bu süreçte artık ümmet ciddi ve Kitabi bir inanç toplumu haline adım atmıştır. İşte bu inanç toplumunun örgütlenme biçimi karşımıza artık iktidar olarak çıkmalı ve bu inanç toplumuna dayanarak medeniyetimizi yeniden yeşertmeliyiz.
Hamza Türkmen Ortadoğu İntifadası rüzgarının 2011 Mart’ında Der’a’daki çocukların duvarlara Tahrir Meydanı’ndaki sloganları yazmasıyla ulaştığını ve sıkışmış öfkenin patladığını belirtti. Der’a öncesinde ise 1982’de Hama'da binlerce insanın katledildiğini hatırlattı. Ancak Suriye’deki sivil ve barışçı direnişin haftalarca eline silah almadığını ama her gün onlarca olan insan ölümleri ellili yüzlü sayılara ulaşınca artık korunma amaçlı bir silahlanma sürecinin başladığını söyleyen Türkmen, bu mücadelenin çok kanlı geçeceğini ve muhalifler için geri çekilmenin katledilmek anlama geleceğini belirtti. Suriye’deki katliamların Halepçe’den, Bosna katliamlarından farklı olmadığını ve Suriyeli Müslümanların Allah’tan ve Müslümanlardan başka dostlarının olmadığını örneklerle belirtti.
ABD’nin, AB’nin ve İsrail’in Esed rejiminden sonra iktidara Müslümanların geleceğini gördükleri için, Esed’e karşı oldukları halde suskunluğu seçtiklerini; Rusya’nın yeni bir kapitalist ülke olarak Suriye’ye Suriye’yi bir üst olarak kullanabilmek niyetiyle arka çıktığını; ama bugünkü mevcut İran rejiminin Sünni dünyayı karşısına alıp kafir Esed rejimine sahip çıkmasının büyük bir dar kafalılık olduğunu ve 1991 yılından önce kalan çift kutuplu dünya stratejilerini hala yenileyemediğini belirtti. Mevcut İran yönetiminin Suriye konusundaki akıl tutulması yaşayan ve mezhepçiliği körükleyen tutumunun aslında İran İslam İnkılabı’nın üst değerlerine zarar verdiğini belirten Türkmen, bütün baskılara rağmen Cuma günleri Cuma namazı sonrası protestolarının kitlesel katliam riskine rağmen 600 noktadan 700 noktaya ulaştığını, bu halinde şartlar ne olursa olsun artık Müslümanlar için laik, ırkçı, panteist ve işbirlikçi Esed rejimine karşı geri dönüşün olmadığını gösterdiğini belirtti.