Tunus'ta başlayan toplumsal patlama, giderek diğer Arap ülkelerine yayılma istidadı gösteriyor. Mısır ve Cezayir patlamaya yakın ülkeler.
Yemen, Ürdün, Libya ve diğerlerinde de rejimler diken üstünde. Şekilleri itibarıyla ister otokrat, ister diktatörlük veya monarşi olsunlar, ortak özellikleri halkın rızasına dayanıyor olmayıp baskıcı olmaları. Adil bir yönetim olsa, demokratik yollarla başa gelmemiş olsalar bile, hiç değilse toplumsal patlamalar olmaz. Ancak hem yönetim aygıtını elinde bulunduranlar keyfi olarak muhaliflerini zindanlarda çürütebiliyor, hem ülkelerinin tabii zenginliklerini bildikleri gibi dağıtıyorlar.
Şekli ne olursa olsun söz konusu siyasi yapının devam etmesi mümkün değildir. Küreselleşme ve bölgesel entegrasyonlar temelinde dünyanın yeni bir örgütlenme modeline gittiği bu dönemde, söz konusu rejimler sadece kendi halklarına eziyet çektirmekle kalmıyorlar, dünya sistemini elinde bulunduran küresel hegemonik güçlerin de işine yaramıyorlar.
Tunus'ta baş gösteren olayların "disiplinli devrim" olmadığını yazmıştım. Şahit olduğumuz toplumsal patlamaydı. Ve büyük güçler, milyarlarca dolarlık finans desteğinde bu ülkeler üzerinde siyasi ve toplumsal mühendislik çalışması yapsa da, çoğu zaman iç toplumsal dinamikleri yeterince algılayamadıklarından, olayları da anlamlandırmakta güçlük çekiyorlar. Tunus ve diğer ülkeler konusunda şimdi iki açıklama var: Bir kısım gözlemcilere göre, uzun vadeli bir siyasi proje uygulama alanına konmuş, Tunus'tan başlandı, sırayla diğer ülkelere sıçrayacak. Bir kısmına göre ise kendinden patlama vuku buldu, ancak uluslararası güçler bunu manipüle edip kendi mecralarında akması için kolları sıvamış bulunuyorlar.
Bundan birkaç gün önce Ukrayna'da yayın yapan İnter TV, "2004 yılında başlayan Turuncu Devrimi'ni masonların organize ettiğini" iddia edip, modern Ukrayna'nın ortaya çıkışında birbiriyle çekişme halinde olan Tapınak Şövalyeleri ile Aziz Stanislaus topluluklarına dikkat çekti. Tunus'ta başlayan ve hemen adına "Yasemin" denen "devrimi"nde sömürge artığı zengin sınıflar, kendi kendini oryantalize ve kolonize etmiş aydınlar, iktidar sınıfı ve Batılı ülkeler arasında devam eden koalisyon harekete geçti. Bin Ali'nin yerine geçecek "Batı'yla uyumlu iktidar" arıyorlar. Robert Fisk gibi, nispeten vicdan sahibi ve zihnini görece özgürleştirebilmiş gazeteciler, iç dinamiklere dikkat çekerken, konuyla ilgili hayli bilgilendirici yazısını sahifelerine taşıyan gazete bile (Radikal) altta şu ihtirazi kaydı düşmekten kendini alıkoyamıyor: "Arap dünyası o kadar arızalı, sosyal ve siyasi ilerleme için o kadar mecalsiz ki, kaostan demokrasiye geçme ihtimali yüzde sıfıra yakın."
Eğer "Arap dünyasında yapısal olarak sosyal ve siyasi ilerlemesi böylesine mecalsiz ise" otokratların ve diktatörlerin boşalttığı iktidar alanını Arap halklarına vermenin, dolayısıyla serbest seçim istemenin anlamı yoktur. Zaten patlamadan birkaç gün öncesine kadar Fransızlar, Almanlar, İngilizler, kısaca bilumum Batı, Bin Ali yönetimini yere göğe sığdıramıyorlardı. Çünkü Bin Ali onların dostu ve çıkarlarının koruyucusuydu. Yeni formül "Batı'yla uyumlu Araplara özgü demokrasi!" olabilir ancak.
Not: İlk defe sükunetine pek güvendiğim Kürşat Bumin, Batı adına biraz da mahcubiyet içinde Fisk'ten şu alıntıyı yapıyor: "Biz Batı'dakiler içinse sorun ezelden beri aynı. 'Demokrasi' diyoruz ve hepimiz adil seçimlerden yanayız; tabii Araplar bizim için istediklerimize oy verdiği sürece." Bumin'in ilk defa Araplar söz konusu olduğunda Batılıların üzerine -o da alıntı yoluyla- toz kondurduğuna şahit oluyorum, bunu tarihe not olarak düşmem gerektiğini düşündüm. Belki bir gün, İsrail nükleer silahlarla Filistinli sivilleri ve çocukları katlederken, kendilerinden konuyla ilgili alıntı yapmayı pek sevdiği üç yazara başvurup 'Ama bakın, Hamas da neler demiş, demekle yetinmemiş, boru imalatından bir füzeyi, İsrailli sivillerin 10 km yakınına bir yere fırlatmış' demeyi bırakır ve tarihe bir not daha düşmemizi sağlar. a.bulac@zaman.com.tr
ZAMAN