Batı’yı tanrı gibi algılamak

Serdar Demirel

Müslüman coğrafyada ve özellikle de Ortadoğu’da meşrebimizin şekillendirdiği duruşumuza aykırı gördüğümüz her sosyal, ekonomik, kültürel, mezhepsel, dinî ve etnik gelişmeden Batı’yı sorumlu görmek gibi özünde kolaycı ve komplocu bir alışkanlığımız var.

Batı izin vermediğinde coğrafyamızda bir yaprağın dahi kımıldamayacağı zannıyla malûl bu durum, aslında Batı’ya atfettiği bir “tanrı” algısıyla hareket ettiğinin farkında bile değildir. Bunu; kimi solcu, Türk ve Kürt ulusalcılarında, Müslüman çevrelerde görebilirsiniz.

Batı’nın bölgemize yönelik kirli oyunları ve nüfuzunun derinliğini elbette tartışmıyoruz. Ama atfedilen bu güç olgusunun ölçüsü kaçırılırsa gizli bir şirke gidileceğine de kuşku yoktur.

Bölgemizde gelişen geniş anlamda siyasi hadiselerde Batı’yı görmezden gelmek nasıl bir aşırı uç ise, Batı’yı her gelişmeye hâkim mutlak güç olarak görmek de diğer aşırı uçtur. Tehlikelidir de. Mücaadelemizin anlamsızlığını ilan eden bir hâlet-i ruhiye eseridir bu. Siz ne yaparsanız yapın yine onların dediği olacak kabilinden bir teslimiyet...

Bu köşeyi takip edenler Batı eleştirisini hem felsefik hem de güncel siyasi gelişmeler perspektiften yaptığımızı bilirler. Ama bunu yaparken hür irademizi ve yapabilme gücümüzü sıfırlama hatasına da düşmeyiz.

Hollywood film endüstirisinin insan psikolojisinin derinlerine üflediği ABD’nin yenilmezliği mitini muhalifken doğrulama hatasına düşenler, Batı’da vehmettikleri gerçek üstü “oyun kuruculuğu” doğrulamak için Batı medyasında çıkan haber ve yorumları kes yapıştır usûlüyle kendilerine şâhit tutarlar. Doğruluğu düşmandan menkul alıntılar bunlar...

Batı basınını biraz bilenler orada farklı görüşlerin olduğunu bilir. Sadece medya değil siyasiler ve bürokratlar arasında da muhalif söylemler bulabilirsiniz. Doğal olarak o dünyadan meşrebinize payanda yapabileceğiniz tahliller, açıklamalar bulmak hiç de zor değil. Mantık kurgusuna, vakayla örtüşmesine, sosyolojik gerçeklerle uyuşup uyuşmadığına bakmaksızın o haber ve yorumları “Adamlar kendileri itiraf ediyor, daha ne görmek istiyorsun kardeşim!” gibisinden ileriye sürmek, akıl tutulmasından başka ne olabilir ki!

Doğru bildiğimiz bir duruşa, olması gerektiğini dillendirdiğimiz siyasi bir açılıma Batı’dan destek mahiyetinde güzellemeler sökün ettiğinde duruşumuzu ve doğrularımızı terk mi edeceğiz? Değerlerimizi, siyasi tasavvurumuzu, gelecek ufkumuzu mutlak anlamda anti Batıcı söylemlerin esiri kılmak zorunda mıyız?

Buraya kadar yazdıklarımı ve bu soruları Arap Baharı ve Suriye özelinde yazıp soruyorum.

Bu yanlış algı bizzat Kur’an’ın Rum Sûresi’nin anlattığı ve bize nakledilen Hz. Peygamber’in (sas) tavrıyla çelişkilidir.

Mekke’de nâzil olmuş bu sûrenin ilk girişinde İranlılarla yapılan savaşta yenilmiş olan Rumların bu yenilgiden sonra tekrar galip gelecekleri anlatılır. Olayın ilginç ve bugüne de ışık tutan yönü şu:

Hıristiyan olan Rumlar, putperest Mecûsi İranlılar tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmıştı. Mekke müşrikleri dindaş kabul ettikleri İranlıların bu zaferine çok sevinmişlerdi. Buna sembolik bir anlam yükleyerek Müslümanları: “Eğer Allah, sizin dediğiniz gibi yegane galip olsaydı, ehl-i kitaptan olan Rumları üstün kılardı” diye aşağıladılar. Amaçları psikolojik üstünlüğü ele geçirmekti.

Bunun üzerine Kur’an, bir mucize olarak, gelecekte Rumlar ve İranlılar arasında vuku bulacak ikinci büyük savaşın sonucunu haber verdi. Buna göre, 3 ila 9 yıl arasında (bid’i sinin), Rumlar İranlılara galebe çalacak ve mü’minler sevineceklerdi. Nitekim 624 yılında bir daha toparlanamaz denilen Rumlar İranlıları büyük bir hezimete uğrattılar.

Buradan çıkartılacak ders şu: Hz. Peygamber (sas) daha sonra Mute savaşında hesaplaşacağı Rumlarla doğru bir meselede paralel düşmeyi reddetmedi.

Şimdi Batı, Suriye halkını destekliyor, ya da destekleyip manipüle etmeye çalışıyor diye, mazlum Suriye halkını haklı davasında Batı’ya parelel düşmemek adına yalnız mı bırakacağız?

YENİ AKİT