Burhanettin Duran / Sabah
Netanyahu mu, Batı mı?
İsrail ordusu Gazze işgalini kademeli olarak yürütürken Başbakan Netanyahu, Filistinlilerin katliamını Tevrat'tan alıntılarla meşrulaştırmaya çalışıyor. Hamas'ın 7 Ekim saldırısının hemen sonrasında Netanyahu'nun Yahudi teolojisine sarılarak "Vaat edilmiş topraklar" ile ilgili Yeşaya kehanetini gündeme getirme noktasına gelmesinin bölge ve dünya siyaseti için tehlikelerine geçen cuma günkü yazımda değinmiştim. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail-Filistin çatışmasının "din savaşına" çevrilme riskini görerek başta ABD olmak üzere Batı'ya "Haç-Hilal havası oluşturmayın" uyarısında bulunmasının önemini hatırlatmıştım.
Anlaşılan içeride yoğun eleştiri altında olan Netanyahu, teolojik söylemi yükseltmekten geri durmayacak. Ancak öldürülen Filistinli sayısı 8 bini aştığı halde Batı başkentlerinden Netanyahu'ya bu çatışmayı "din-medeniyet" savaşına çevirme uyarısının gelmemesi alarm verici bir durum. Dahası, 11 Eylül 2001 saldırısı sonrası "haçlı" söylemine geçen ABD'nin Afganistan ve Irak işgallerinin Ortadoğu'ya getirdiği radikalizmin acı hatıraları zihnilerde. DEAŞ işte bu zehirli ortamda ortaya çıktı.
***
Kendisini Siyonist olarak tanımlayan ABD Başkanı Biden'a bir de ABD Temsilciler Meclisi'nin yeni başkanı M. Johnson eklendi. İsrail'in yanında "kaya" gibi duracaklarını söyleyen Johnson, bu desteği Evanjelik söylemlerle savundu: "Hıristiyan olarak, İncil'in açıkça İsrail konusunda nerede durmamız gerektiğini söylediğini biliyorum. Tanrı'nın, İsrail'i kutsayan milletleri kutsayacağını biliyorum."
Gazze'de ağır abluka altındaki 2.3 milyon Filistinlinin zulme uğramasına ve öldürülmesine onay vermeyi "kutsanma" vesilesi olarak gören bu zihin hakkında ne söyleyebiliriz... Demokratlarla Cumhuriyetçilerin İsrail'in yanında olmak için birleştiği bu teolojik düzlem "medeniyetler çatışması" tezini yeniden diriltiyor. Dahası, Amerikan siyasetçileri teolojik söylemlerini saklama ihtiyacı duymazken Avrupa'nın seküler siyasetçileri de suskun. Krizlerde liderlik gösteremeyen Avrupa, "seküler Batı medeniyeti" dilinin adım adım Yahudi-Hıristiyan söylem tarafından işgal edilmesine sessiz kalıyor. Washington'da masum sivillerin öldürülmesini "Savaşta siviller de ölür" diye savunan askeri zihniyet hâkim olurken BM Genel Sekreteri Guterres, "Gazze boğuluyor" feryadında yalnız bırakılıyor.
***
7 Ekim sonrasında yaşanan uluslararası kriz sadece İsrail-Filistin çatışması değil. BM sisteminin ve uluslararası hukukun çözülmesi ve çöküşü yaşanıyor. Batılı yöneticilerin aksine Batı şehirlerinde Filistinlilere destek veren kitleler uluslararası toplumun vicdanı olmak açısından çok değerli.
Bu vicdanı harekete geçirmek için elinden gelen her şeyi yapan ve zulme en gür sesle karşı çıkan elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan. Cumartesi günü Atatürk Havalimanı'nda 1.5 milyon insanımızla gerçekleştirdiği Büyük Filistin Mitingi'nde Erdoğan yeniden Batı'ya seslendi: "Siz yeniden bir hilal-haçlı mücadelesi mi estirmek istiyorsunuz?" Bu uyarının bazı Batı medyasında "din savaşına çağırmak" olarak değerlendirildiğini görmek çok şaşırtıcıydı. İsrail'in katliamını durdurmak bir yana bunu kutsayanlar Batı dışı dünyada Yahudi ve Batı karşıtlığını kendi Yahudi-Hristiyan söylemleri ile besledikleri yetmiyormuş gibi bir de uyarıları mahkûm ediyorlar. Netanyahu'nun açtığı yolda Batı seküler medeniyetinin köküne kezzap döküyorlar. Ne dersiniz bu teolojik savrulmadan kim daha sorumlu?