Batı’nın işgal rejimine verdiği kredi bitiyor mu?

Yunus Emre Erdölen, Batılı ülkelerin Siyonist çete ile ilişkilerini gözden geçirmek durumunda kaldığını vurgularken 7 Ekim'den bu yana desteklerinin de ilk günkü gibi olmadığının altını çiziyor.

Yunus Emre Erdölen / Serbestiyet

Batı’nın İsrail’e verdiği kredi bitiyor mu?

Çarşamba günü, Birleşik Krallık’ın yasama meclisi Avam Kamarası’nda önemli bir oylama vardı. İskoçların sunduğu bir önerge İngiliz siyasetini birbirine kattı; 2025 yılında düzenlenecek olan genel seçimlerde iktidara gelmesine kesin gözüyle bakılan merkez sol İşçi Partisi’ni ikiye böldü. Tarihte İskoçlarla İngilizler birçok defa karşı karşıya gelmişti, fakat belki de ilk kez İskoçlar Birleşik Krallık’ın resmi dış politikasını etkileyebilecek düzeyde siyasete müdahil oluyor, oyun kurucu oluyordu.

Daha 8 ay önce İskoç Ulusal Partisi’nin genel başkanı seçilerek İskoçya’nın ilk Müslüman başbakanı olan Pakistan asıllı liberal Hamza Yusuf liderliğindeki İskoç vekiller, Parlamento’nun açılışında Birleşik Krallık başbakanı Rishi Sunak’ın muhafazakar kabinesinin hükümet programını okuyan Kral Charles’in konuşmasına sunduğu değişiklik önergesiyle İsrail’e ateşkes çağrısında bulundu. Aslında Avam Kamarası’nda fırtına koparan önerge oldukça basitti:

“Birleşik Krallık hükümeti uluslararası hukuka sahip çıkmalı ve İsrail ve Filistin’deki bütün sivilleri korumalı, Hamas’ın sivilleri öldürüp esir almasını amasız ve fakatsız kınamalı, Filistinli sivillerin kolektif bir şekilde cezalandırılmasına karşı çıkmalı, rehinelerin serbest bırakılmasını ve Gazze’ye su, gıda, yakıt ve ilaç ambargosunun ve ablukanın sona ermesini talep etmeli, BM’den ve uluslararası toplumdan gelen tepkileri dikkate alarak ateşkes çağrısında bulunmalı.”

İşçi Partisi’ni merkeze konumlandıran Keir Starmer, Avam Kamarası’nda kürsüde

Belki Gazze’de yaşananları takip eden her vicdanlı insanın kabul edebileceği bu metin, Batı’nın özellikle 7 Ekim’den sonra koşulsuz bir şekilde İsrail’e açık çek verdiği bir atmosferde “tartışmalı” bir önerge olarak görüldü. Jeremy Corbyn döneminden sonra sol-sosyalist çizgisinden uzaklaşarak Keir Starmer liderliğinde merkeze yaklaşan ana muhalefet partisi İşçi Partisi’nin yönetimi, İsrail’e koşulsuz destek açıklayarak tabanından, sol ve Müslüman seçmenlerinden gelen tepkilere kulak tıkadı ve ateşkes çağrısının İsrail’in kendini savunma hakkını zedeleyeceğini, Hamas ile mücadeleye sekte vuracağını açıkladı. İsrail yanlısı İşçi Partisi lideri Starmer, bir adım ileri giderek İskoçların önergesine destek verecek olan vekillerin cezalandırılacağını, gölge kabineden ve üst düzey meclis görevlerinden alınacaklarını söyledi.

İskoçya’nın Müslüman başbakanı Hamza Yusuf ve Filistin asıllı eşi Nadia El-Nakla

İşçi Partisi’nin bu net duruşu, İskoç Başbakanı Hamza Yusuf’un gözünü korkutmadı. Yusuf, Filistin konusunda ortalama bir Müslüman’dan daha duyarlıydı, çünkü eşi Filistin asıllıydı; 7 Ekim’den sonra başlayan ağır İsrail bombardımanına kayınpederi ve kayınvalidesi bir akraba ziyareti için gittikleri Gazze’de yakalanmıştı.

İskoçya’nın First Lady’si El-Nakla, bazı etkinliklere Filistin’in yöresel kıyafetleriyle katılmayı tercih ediyor

Hamza Yusuf, Avrupalı bir başbakan olmasına rağmen eşinin ailesini Gazze’den günler boyunca çıkaramamış, hatta İsrail’in internet ve iletişimi keserek neredeyse her binayı dümdüz ettiği gecelerde ailesine ulaşamamıştı. Dünya Gazze’de yaşananları Hamza Yusuf’un kayınvalidesinin İskoç aksanıyla “ölüyoruz, bize yardım edin” diyerek haykırdığı videoyla idrak edebilmiş, beyaz tenli bir kadının dünyaya seslenişi İsrail’e yönelik tepkinin artmasına vesile olmuştu.

Hamza Yusuf, Filistin’e olan kişisel duyarlılığını kayınvalidelerinin Refah Kapısı’ndan çıkmasının ardından da devam ettirdi ve Avam Kamarası’na sunduğu önergeyle Birleşik Krallık’ın ana gündeminin Filistin olmasını sağladı. Sadece ateşkes önergesini sunmakla kalmadı, İskoçya’dan seçilen İşçi Partili vekillere de baskı kurdu, isim isim vekillere seslenerek parti yönetimini dinlememeleri ve ateşkesi desteklemelerini istedi. Hamza Yusuf’un sunduğu önerge, 1 aydır her hafta binlerce kişinin katıldığı gösterilerde yürüyen solcular, gençler ve Müslüman Britanyalılar için de tepkilerini dile getirmeleri için bir fırsat oldu. Yüzlerce seçmen İşçi Partili vekillerine mektup yolladı, telefonla ofisleri aradı, sosyal medyadan seslendi: “İşçi Partisi özüne dönmeli, İsrail yanlısı tutumunu geride bırakmalı ve tamamen insancıl amaçlarla savunulan ateşkes çağrısını desteklemeliydi.” Günün sonunda Muhafazakarların ve Starmer’e yakın İşçi Partililerin karşı oylarıyla ateşkes çağrısı reddedildi. Fakat İşçi Partisi’nin 198 vekilinden 58’i isyan bayrağı açarak parti kararının aksine oy kullandı ve ateşkesi destekledi, 29 kişilik gölge kabineden 8 kişi istifa ederek ateşkes çağrısına destek verdi. Bu isimler arasında Jess Philips gibi oldukça popüler ve sevilen bir İşçi Partili ismin olması yaşanan tartışmaları daha da derinleştirdi.

Hamza Yusuf’un ateşkes çağrısının başarısız olacağı kesindi, fakat İskoçlar 183’e karşı 290 oyla reddedilen ateşkes önergesiyle İsrail’in Filistinli sivilleri kolektif bir şekilde cezalandırarak katletmesini protesto etmek için sokağa çıkan İşçi Partili seçmenlerle İsrail yanlısı İşçi Partisi yönetimini karşı karşıya getirmiş, parti üzerindeki baskıyı arttırmış, Starmer’in gölge kabinesini parçalamıştı.

Batı’da halkla siyasi elitlerin karşı karşıya geldiği tek yer Avam Kamarası değildi. Zira Avam Kamarası’ndaki oylama, 7 Ekim’de İsrail’in Batı’dan aldığı kredinin sonuna yaklaşıldığını gösteren dünya çapındaki emarelerden sadece biriydi.

Gazze’de işlenen insanlık suçlarına karşı Londra, New York, Paris, Berlin’de caddeleri dolduran binlerce kişi, İsrail’in artan şiddeti ve herhangi rasyonel bir insana tesir etmekten uzak bir öfke nöbetinden ibaret olan PR stratejisinin de etkisiyle çoktan ahlaki üstünlüğü ele geçirdi. Ve İsrail’in kendisine yönelik her eleştiriye “Hamas’ı mı destekliyorsun?” düzeyinde bir yanıt vermesinden de anlaşılacağı üzere bu sadece bir başlangıç.

Macron ve Trudeau da mı “Hamas’ı destekliyor”?

Batı bloğunda geçen hafta iki önemli kopuş yaşandı. Bunlardan ilki Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un BBC ekranlarından İsrail’e ateşkes çağrısı yapmasıydı. Daha öncesinde İsrail’e diğer Batı bloğu ülkeleri gibi açık çek veren Fransa, İsrail’in Filistinli sivillere yönelik insanlık suçları karşısında pozisyon değiştirdi. Macron, İsrail’in katlettiği kadın ve çocuklara dikkat çekerek, ateşkesin İsrail’in de faydasına olduğunu söyledi.


Macron, BBC söyleşisinde

İsrail Başbakanı Netanyahu ise Macron’a çok sert bir şekilde tepki gösterdi: “Hamas’ın bugün Gazze’de işlediği suçlar, yarın Paris’te işlenebilir.” Macron, Fransa’nın %10-15’ini oluşturan Müslümanların tepkisini azaltmak, Paris sokaklarını Filistin bayraklarıyla dolduran binlerce insanın baskısı ve İsrail’e yönelik tepkilerin saldırıların yoğunlaşmasıyla birlikte artması üzerine söylem değiştirmek zorunda kalmıştı. Zira Macron’un en büyük endişesi İsrail-Filistin üzerinden kurulan bir medeniyetler çatışmasının Paris sokaklarına İslamofobi ve Antisemitizm’in artmasıyla yansımasıydı. Macron’un U dönüşünün tek sebebi iç dengeler değildi. Özellikle Gazze bombardımanı başladığından beri, Fransa’nın soft power’ının (yumuşak gücünün) güçlü olduğu Tunus, Lübnan gibi Arap ülkelerinde görev yapan birçok diplomat Fransa’nın İsrail’e koşulsuz desteğinin diğer ülkeler nezdindeki güven ilişkisini telafi edilemeyecek düzeyde zedelediği konusundaki endişelerini hükümete iletmiş, Macron da bölgedeki çıkarlarını önceleme kararı almıştı.  


Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve Netanyahu

Bir diğer kopuş ise Kanada’dan geldi. Gittiği lokantalardan, yürüdüğü sokaklara kadar her yerde özellikle solcu ve genç Kanadalı eylemcilerin “ateşkes” protestosuyla karşı karşıya kalan Kanada Başbakanı Justin Trudeau, her ne kadar açıkça ateşkes çağrısında bulunmasa da çok sert bir şekilde İsrail’i kınadı: “Ailesini kaybeden doktorları, çocukları dinliyoruz. Dünya kadınların, çocukların, hatta bebeklerin katledilmesini izliyor. Artık bu durmalı. Adaletin sağlanmasının bedeli Filistinli sivillerin acı çekmesi olamaz. Savaşın bile bir kuralı vardır. İsrailli ve Filistinli masum insanların hayatı eşit değerdedir.”

Netanyahu da Macron’dan sonra Batı bloğunun ezberinin dışına çıkan Trudeau’nun da açıklamasına çok sert bir yanıt verdi ve Trudeau sanki Hamas’ı savunmuşçasına İsrail’in değil, Hamas’ın sivil ölümlerden sorumlu olduğunu belirtti.

Netanyahu’nun öfkeli yanıtları tesadüfi değil. Barış yanlısı Amerikalı Yahudilerin Kongre’yi, tren garlarını basarak oturma eylemi düzenlemeleri, Almanya’da ve Fransa’da gösteri ve yürüyüş yasaklarına rağmen binlerce kişinin gösterilere devam etmesi, Londra tarihindeki en geniş katılımlı protestolara sert bir şekilde müdahale etmeyen polis teşkilatına tepki gösterdiği için İsrail yanlısı İçişleri Bakanı’nın görevden alınması İsrail devletinin resmi propagandasının altını oydu, oymaya da devam ediyor. 7 Ekim’den sonra İsrail’e açık çek veren birçok kişi zaman içerisinde Gazze’de yaşanan vahşetin somutlaşmasıyla birlikte İsrail’i eleştirmeye başladı. İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ın katlettiği sivilleri hatırlatması veya İsrail’i eleştiren herkesin antisemitik veya Hamas destekçisi olduğunu söylemesi de eskisi kadar etki etmiyor. Zaten İsrail’e tepki gösteren çoğu kişi 7 Ekim’de sivilleri katlettiği için Hamas’ı kınıyor, zira her insanın hayatının eşit olduğunu savunuyor. İsrail ise kolektif bir şekilde cezalandırdığı Filistinlilerin katledilmesini “doğal bir sonuç” olarak görüyor, sözcüleri çıktıkları yayınlarda “zaiyat” gibi korkunç ifadeler kullanıyor. İsrail’in çoğu kadın ve çocuk en az 10 bin sivili katletmesini savunabilmek zor olsa gerek ki son 2 haftadır İsrail adına konuşan hiçbir propagandacı sakinliğini koruyamıyor, önüne geçen “Hamasçı” diye bağırarak öfke nöbeti geçiriyor. Netanyahu’nun Batı bloğundan gelen aykırı seslere gösterdiği tepkinin de sebebi bu. Çünkü o da bunun devamının geleceğini biliyor ve en çok da ABD’deki gelişmelerden çekiniyor.

Gazze’ye bomba, Amerika’ya propaganda

İsrail’in en büyük kaygısı ABD’deki kamuoyu savaşını kaybetmek. 2024 seçimlerine tam bir sene kalmışken ve Trump anketlere göre Biden’in önünde gözükürken kamuoyu desteği her zamankinden daha da kritik. Çünkü eğer Biden’in İsrail’e verdiği açık çek, Demokrat Parti’ye oy veren solcuları, gençleri ve Müslümanları sandıktan uzaklaştırır veya Jill Stein, Cornel West gibi sosyalist adaylara yöneltirse Biden seçimleri kaybedebilir. Bu nedenle de İsrail’e “ateşkes” çağrısı yapmasına yönelik kamuoyu baskısı sonuç verebilir, İsrail en büyük desteğini yitirebilir.


Ateşkes talep eden bazı Demokrat Partililer: Ayanna Presley, AOC ve Rashida Tlaib

Şimdilik Demokrat Parti içerisinde Biden’a açıkça muhalefet eden sadece 24 Temsilciler Meclisi üyesi var. Alexandria Ocasio-Cortez ile Filistin asıllı Rashida Tlaib’in liderliğini yaptığı bu 24 Temsilciler Meclisi üyesinin neredeyse tamamı partinin sol kanadından geliyor. Fakat İsrail’in çatışmaları El Şifa hastanesi örneğinde olduğu gibi hastanelerin içine taşıması, kiliseleri, camileri, mülteci kamplarını bombalaması, daha çok sivilin ölümüne sebep olması ve bu saldırıları somut bir tehlikenin varlığını göstererek açıklayamaması her geçen gün bu sayının artmasına sebep oluyor. Özellikle İsrail’in El-Şifa hastanesi baskını sonrasında yaptığı açıklamalar, sunduğu deliller ABD’de gençler ve solcuların tepkisini çekti, İsrail ordusunun paylaşımları ters tepti.

İsrail’i eleştiren Demokrat Partililerin sayısı az, fakat etkileri yüksek. Cortez’in paylaşımları milyonlarca kişiye ulaşıyor, neredeyse bütün solcu gençler kendisini takip ediyor. Etki alanı çok yüksek. Bu nedenle olsa gerek ki ABD ile İsrail arasındaki tarihi ittifakın derinleşmesini savunan İsrail yanlısı siyasi lobi kuruluşu AİPAC, İsrail’i eleştiren ve Filistinli sivillerin korunması için ateşkes çağrısında bulunan bu 24 ismin, başta Cortez ve Müslüman Demokratlar Rashida Tlaib ve Ilhan Omar olmak üzere, 2024 seçimlerini kaybetmesi için seçim döneminde 100 milyon dolar harcayacaklarını açıkladı. İsrail’in ABD’deki lobisi gibi hareket eden AIPAC, bu solcu siyasetçilerin önseçimlerde İsrail yanlısı Demokrat rakiplerini, genel seçimde ise İsrail yanlısı Cumhuriyetçi rakiplerine bağış yapacak, kampanya düzenleyecek. Böylece İsrail’i eleştiren 24 ismin de Kongre’ye bir daha seçilmesini engellemeye çalışacak.

Bir avuç solcunun Kongre’de İsrail’i eleştirmesine dahi tahammül edemeyenlerin paniği de Netanyahu’nun öfkesi gibi şaşırtıcı değil. Cortez gibi isimlerin az, fakat tesirleri de ahlaki üstünlüğü de fazla. Gazze’de yaşananları Biden hükümeti ABD halkına tam olarak yansıtmazken veya kınamazken Cortez gibi isimlerin Kongre kürsüsünden, milyonlarca kişinin takip ettiği Twitter hesaplarından kamuoyuna açıklaması İsrailli bir büyükelçinin çıkıp Harvardlı solcu gençlere “Hamas teröristi” diye bağırmasından daha ikna edici.

Bunu daha iyi anlamak için bu hafta başkent D.C.’de düzenlenen İsrail yanlısı gösteride yaşananlara bakmak yeterli. İsrail yanlısı kuruluşlar, ABD’de ülke çapında düzenlenen Filistin yanlısı gösterilere yanıt vermek için ülkenin dört bir yanından gelen insanlarla başkentte bir miting düzenledi. Mitingte Senato ve Temsilciler Meclisi’nin hem Demokrat hem Cumhuriyetçi liderleri söz aldı, İsrail’e olan koşulsuz desteklerini tekrarladılar. Fakat mitingin medyaya yansıyan en çarpıcı anı siyah gazeteci Van Jones’in konuşmasına katılımcıların verdiği tepki oldu.

Hem Gazzeli hem Filistinli çocukların hayatını önceleyen bir konuşma dahi, mitinge katılanların “ateşkese hayır” sloganı atmasına sebep olmuş, barış, meşru müdafaa gibi kavramlarla yaşanan savaş suçlarını aklamaya çalışanların “bombalamaya devam” anlamına gelen “ateşkese hayır” talepleri Amerikan kamuoyunun takdirine “seri ve soğukkanlı” bir şekilde konmuştu. Her ne kadar Capitol’ün bütün siyasi elitleri mitingte söz alıp konuşsa da sosyal medyaya yansıyan “ateşkese hayır” diyerek Gazzeli sivillerin de insan olduğunu hatırlatan bir konuşmaya tepki gösteren kalabalık olmuştu.


Mitingteki pankartlardan biri: “Gazzeli sivillerin çoğu bir Hamas stajyeri”

Netanyahu’nun istifası çözüm mü?

Her ne kadar Batı bloğunun yeknesak duruşu sarsılsa ve sarsılmaya devam edecek olsa da ABD’nin İsrail’e verdiği açık çek hala devam ediyor. İsrail için bu destek hayati. Desteğin devam etmesindeki en büyük etkenlerden biri de kamuoyu desteği. Özellikle son bir haftadır gerek İsrail muhalefeti gerek Amerikalı kanaat önderleri bu desteğin devam etmesi için Netanyahu yerine daha “ılımlı” bir kişinin İsrail’de dümeni eline alması, Netanyahu’nun başbakanlığı bırakması gerektiğini söylüyor. İsrail’in ana muhalefet lideri Yair Lapid’in Netanyahu’ya istifa çağrısının da temel sebebi bu.

Bu görüşü savunanlara göre, Netanyahu’nun istifa etmesi İsrail’in kaybetmeye başladığı kamuoyu savaşında rüzgarı tersine çevirebilir. Fakat kaçırdıkları bir nokta var. Londra, Paris, New York sokağını dolduranlar Netanyahu’ya muhalefet etmek için yürümüyorlar, bağırmıyorlar. İsrail’in ordusuyla, bütün resmi kurumlarıyla Gazze’de savaş suçlarını doğuran saldırılarını protesto ediyorlar. Ve ülkenin %20’sini oluşturan İsrailli Arapları temsil eden partiler hariç, bütün muhalefet de Netanyahu hükümetinin resmi politikasının arkasına dizilmiş durumda. Yair Lapid, ülkenin liberal yüzü olarak BBC’ye, CNN’e çıkıyor, Trudeau, Macron gibi liderlere yanıt veriyor, Naftali Bennett Gazze’deki bombardımanı destekliyor, Gantz savaş kabinesine dahi katılabiliyor. İsrail muhalefeti, Netanyahu’yu Gazze için verdiği askeri emirlerden dolayı eleştirmiyor, kamuoyu savaşını hem yerelde hem de uluslararası düzeyde kaybettiği için istifasını istiyor.

Netanyahu istifa eder ve kabinedeki radikal sağcılar koltuklarını kaybederse büyük ihtimalle İsrail’in kolektif bir şekilde Filistinlileri cezalandırması sona ermeyecek, birden barış masaları kurulup Gazzelilerin yıkılan evleri inşa edilmeyecek. Belki “nükleer silah kullanalım” diyen, Hamas tutuklularına 7/24 ulusal marş dinletilen hapishaneleri videoyla gösteren, Filistinli sivillere karşı soykırım dilini kullanan bakanlar, siyasetçiler sahneden inecek, fakat hastaneler, kiliseler bombalanmaya, kadınlar ve çocuklar öldürülmeye devam edecek. Yani rejim biraz daha güleryüzlü ve “presentable” olacak, fakat Filistinlilerin yaşadığı zulüm baki kalacak. Bu durumda da Batı’da sokağa çıkanların, Netanyahu’nun olası bir istifasında veya görevden alınmasında “Tamam, sıkıntı yok” diyip eve dönmesi, Filistinli çocukların çığlıklarına kulaklarını kapaması pek mümkün değil. Batılıların tepkisi İsrail’deki koalisyon kombinasyonlarına karşı değil, İsrail’in bütün ana akım partilerin üzerinde uzlaştığı resmi savaş politikalarına yönelik.

Evet, İsrail dünyadaki kamuoyu savaşını kaybediyor. Batı’daki vicdanlı insanlar, solcular, Müslümanlar, gençler, üniversite öğrencileri, barış yanlısı Yahudiler sokakları Filistinli çocuklar için dolduruyor, hükümetlerine İsrail’in savaş suçlarını finanse etmemesi için baskı kuruyor. Batı dün Ukrayna’da savunduğu evrensel değerlerden söz konusu Filistin olunca uzaklaşırken, sokakları dolduran insanlar bu iki yüzlülüğü hükümetlerin yüzüne vuruyor, yaklaşan seçimleri hatırlatıyor, toplantı ve gösteri hakkının önüne konan her türlü engeli yırtıp atıyor.

Bütün bunlar karşısında İsrail’in rüzgarı tersine döndürmek için elinde kalan tek kozu ise Netanyahu’yu harcamak. Fakat bu da işe yaramayacak. Zira eşik çoktan aşıldı. Bunu anlamak için Londra, Paris, New York sokaklarına bakmak yeterli.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonizm Batı'nın çöküşünü hızlandıracak
Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü