Batı'nın çifte standardı: Ukrayna & Gazze

Ahmet Varol, Batı denilince akla ilk gelen hususlardan çifte standart meselesini Ukrayna ve Gazze'de yaşananlar merkezli inceliyor.

Ahmet Varol / Yeni Akit

Batı’dan Filistin ve Ukrayna konusunda çifte standart

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, AB Liderler Zirvesi öncesindeki konuşmada, AB’yi Gazze konusunda çifte standartçılıktan kaçınmaya davet ederek; “Ukrayna’da olduğu gibi Gazze’de de çifte standart uygulamadan ilkelere bağlı kalmalıyız.” dedi. 

Gerçi biz, BM’nin de ilkelere bağlı kalmadığını ve çifte standartçı davrandığını görüyoruz. Bunda tabii BM’nin küresel emperyalizmin tavır ve politikalarından bağımsız hareket edebilecek bir yapıda olmamasının önemli rolü var. Buna rağmen yetkilileri bazen vicdanlarının seslerine kulak vererek doğruları konuşma ihtiyacı duyabiliyor. Ama ne yazık ki BM’nin statüsü onların vicdanlarının seslerini kelimelere dökmelerinin fiili bir karşılığının da olmasına müsaade etmiyor ve söylenenler lafta kalıyor. 

AB’nin son dönemde Ukrayna ve Filistin konusunda çifte standartçı davrandığı ise çok açık bir şekilde ortadadır. Zaten Guterres’in özellikle bu ikisine dikkat çekme ihtiyacı duyması da bu hakikati gözleriyle müşahede etmesinden kaynaklanmıştır. 

Filistin’de, 1917-47 arası İngiliz işgali onların çekilmesinden sonrası da siyonist işgal olmak üzere 107 yıldan beri devam eden işgali hiçbir zaman “işgal” olarak tanımlamayan Batı ve onun yönlendirdiği sözde uluslararası toplum, Ukrayna’da Rusya’nın başlattığı işgale karşı hızlı bir şekilde tavır aldı. Biz elbette Rusya’nın işgalini meşru görmez ve reddederiz. Ama Batı’nın sergilediği ikiyüzlülüğü ifşa etme hakkımızın da olması gerektiğine inanırız.

Rusya’nın işgali karşısında silahlarını harekete geçiren Ukrayna’nın kuvvete başvurmasını onurlu bir direniş olarak lanse etti ve hatta kendisi, fiili olarak savaşın içinde yer alma cesareti gösteremese de silahlarıyla bu direnişi destekledi. Ama aynı tavrı Filistin direnişi karşısında göstermedi. Oysa Filistin halkının gerek İngiliz işgaline ve gerekse siyonist işgale karşı verdiği mücadele meşru ve haklı bir direniştir. Ama Batı emperyalizmi Filistin halkının bu haklı ve meşru direnişini sürekli terör olarak tanımladığı için gerek İngiliz gerekse siyonist işgalcilerin bu direnişi bastırmak amacıyla başvurduğu şiddet uygulamalarını otoritenin güvenliği sağlama faaliyeti olarak lanse etmeye çalıştı. Sadece ara sıra, şiddette aşırı gidilmesi karşısında ayıp olmasın diye, “orantısız güç kullanımı” tanımlamasından yola çıkarak bazı sözlü eleştirilerde bulundu. Ama bu konudaki tavrını hiçbir zaman pratiğe taşımadı ve işgalci siyonist rejimi, savaş suçlarından ve insan hakları ihlallerinden dolayı hesaba çekmeye yanaşmadı.

Ukrayna’da Rusya’yı hemen cezalandırarak uluslararası boyutta boykot uygulanmasına öncülük ederken, sivil toplum kuruluşlarının İsrail işgal rejimine karşı yürüttüğü boykot faaliyetlerine tepki gösterdi, bazen bu tür boykot çalışmalarına öncülük edenleri mahkeme önüne çıkararak hesaba çekti.

Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesine destek verenleri, yahudi düşmanlığı anlamında kullanılan antisemitizm ile suçlayarak kendisinin geçmişte kullanmış olduğu kirli çamaşırlarını Filistin halkının haklı davasına arka çıkanlara giydirme arsızlığını bile gösterebildi.

Evet, Batı’nın ve onun yön verdiği sözde “uluslararası toplum”un gerçeği bu. Ama ne yazık ki bu gerçeğin bizim yaşadığımız coğrafyanın tamamen dışında kaldığını da söyleyemiyoruz. Bugün Müslüman toplumlara hükmeden yönetimlerin de her yerde onların davullarını çaldıkları, adeta hiç üzerinde düşünmeden kendilerine gelen sesi yankılandıran kayalar gibi Batı emperyalizminin söylediklerini tekrar ediyorlar. Onların bu tutumu da Batı emperyalizminin işini kolaylaştırıyor ve bu sayede Batı kendi değerlerini ve tanımlarını tüm insanlığın üzerinde anlaştığı “uluslararası” değerler ve tanımlar olarak lanse etmede başarılı olabiliyor.

Öyle ki “İslami” kimlikli olarak piyasaya çıkan birtakım medya organlarının bile, diplomatik tavırlara ters düşebileceği korkusuyla zaman zaman “İsrail” isminin yanına veya yerine “işgal rejimi” sıfatının konmasını yadırgadıklarına şahit olabiliyoruz.

Yorum Analiz Haberleri

Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?