Muhammed Yıldız / Mecra
Avrupa'nın Müslümanlara kapanan kapısı
Miladî 710 senesinin temmuz ayı Müslümanlar için yeni bir tarihin başlangıcıydı. Emevî halifesi Velid bin Abdülmelik’in onayı ve Kuzey Afrika valisi Musa bin Nusayr’ın emriyle, Tarîf bin Mâlik adlı Berberî komutanın idaresindeki 400-500 kişilik Müslüman keşif birliğinin Endülüs topraklarından olumlu raporlar ve bol ganimetle dönmesi Kuzey Afrika’da umutla karşılanmış, fetih fikrinin fiiliyata geçmesine yol açmıştı.
Aynı zamanda Hz. Osman döneminden beri süregelen İstanbul’u batıdan dolanarak fethetme düşüncesinin de ilk adımı atılmış oluyordu. Endülüs tarihinin başlangıcı sayılabilecek (ilk olarak Hz. Osman döneminde yarımadaya asker çıkarılıp bölgesel fetih yapıldığı da söylenmektedir) bu keşif hareketinin komutanı Tarîf b. Mâlik’in, askerleriyle birlikte çıkarma yaptığı yer bugün dahi kendisine nispetle “Tarifa” olarak anılmaktadır.
Güzel haberlerin ardından o sıralarda Tanca bölgesinin idaresinden sorumlu Tarık bin Ziyad komutasında yedi bin kişilik ilk ordu, 711 yılının ilkbaharında İber Yarımadası (bugün İspanya ve Portekiz sınırları dâhilindeki ana karaya verilen isimdir) topraklarına ayak bastı.
Ramazan ayının sonlarına denk gelen, Vizigot güçleriyle ilk karşılaşmadan İslâm ordusu galibiyetle ayrıldı. Bu zaferin ardından üç kola ayrılan ordu süratle şehirleri teslim almaya başladı. Bazı bölgelerde mevcut yönetimden rahatsız olan yerel halkın desteğiyle fetih hareketi hızlı bir şekilde ilerledi. Nitekim henüz yaz ayları bitmeden, yani 4-5 ay gibi kısa bir sürede bugünkü İspanya topraklarının yarısı fethedilmişti.
712 senesinde Musa bin Nusayr, takviye güçlerle orduya katılıp fetih hareketini tamamlamasının ardından halifenin emriyle yönetimi oğlu Abdulaziz’e bırakıp 714 yılında Tarık bin Ziyad’la birlikte Şam’a döndü. Bu tarihten sonra fetih hareketinde duraklama olmamış, aksine “mücahid valiler” Fransa içlerine kadar birçok sefer düzenlemiş ve zaferler elde etmiştir.
- Fransa’nın güney sahillerinin ardından Paris’e 120 km mesafedeki Sens şehrine kadar ilerleyen İslâm ordusu bu savaşlarda birçok komutan ve askerini şehit vermiştir.
İslâm ordusundaki kayıpların ardından Yemen asıllı muttaki, mücahid ve başarılı bir asker olan Abdurrahman el-Ğafikî, 730 yılında halife tarafından Endülüs valiliğine tayin edildi. Bu başarılı komutan, mevcudu 70 binden fazla olan büyük bir ordu hazırlayarak Fransa’nın batısına yöneldi. Burada kendisine engel olmak isteyen Aquitania Dükü Eudes’i yendi ve Bordo’yu (Bordeaux) aldı. Ardından Tours’a yöneldi. Avrupa şehirlerinin İslâm orduları önünde dayanamayıp düştüğünü gören Dük, Frank İmparatorluğu hükümdarı Charles Martel’den yardım istedi. Sıranın kendisinde olduğunu öngörüp yardım talebini kabul eden Martel, büyük bir orduyla Abdurrahman el-Ğafikî’nin karşısına çıktı.
Savaşın başlarında Müslüman ordusu ağır kayıplar verdi. El-Ğafikî’nin savaş meydanında şehit olmasıyla da savaş Müslümanların aleyhine döndü. Bu büyük komutanın atından düşerek öldüğü ya da ordugâhın dışında dolaştığı sırada bir Frank askeri tarafından öldürüldüğü ileri sürülmektedir.
Bir başka rivayete göre ise Müslüman birlikleri tarafında bulunan hazineye doğru harekete geçip yağmalamaya başlayan Frank ordularının bu hareketi, Abdurrahman el-Ğafikî’nin tüm ikazlarına rağmen Müslümanların düzenden çıkıp dağılmasına ve yenilmesine yol açmıştır.
- Müslümanlar açısından ağır bir yenilgiyle sonuçlanan bu savaş İslâm tarihinde “Balâtü’ş-Şühedâ” (Şehitler Düzlüğü), Batılı kaynaklarda ise Tours ya da Poitiers [Puvatya] Savaşı olarak adlandırılır.
Müslüman orduları 732 yılında, İber Yarımadası’na ayak basmalarından 21 yıl sonra, Hristiyan kuvvetlerin kendi bekaları için aralarındaki ihtilaflara son vermeleriyle ancak durdurulabilmişti. Bu tarihten sonra Fransa içlerine harekât yapılsa da hiçbiri bu denli bir orduyla olmadı.
Osmanlı’nın Viyana kuşatmasında olduğu gibi -ama batı yönünden- Avrupa’nın fethi düşüncesi Endülüs topraklarında bir daha fiiliyata geçmedi. Çok geçmeden Endülüs’te Müslümanlar arasında başlayan asabiyet ve iktidar kaynaklı iç çekişmeler de buna teşebbüs edilmesinin önündeki en büyük engel oldu.
Avrupa’nın adeta kaderini belirleyen bu savaşa genel olarak İslâm kaynaklarında rastlamak pek mümkün değil. Tarih kitaplarımızda ya bu konudan bahsedilmez ya da ehemmiyetsiz bir savaş gibi anlatılır. Müslümanların duygusallıkla yaklaşıp sumen altı ettiği bu savaş, Batılı kaynaklarda ise “Avrupa medeniyetinin karanlıktan kurtuluşu” olarak ifade edilir.
O tarihlerde (ve dahi bugün) bir medeniyetten söz edilmesi mümkün olmasa da Batı için bu savaş bir ölüm kalım savaşı olarak görülmüştür.
- Ne hazindir ki, Hristiyanların, bu savaştan sekiz asır sonra İspanya’daki son İslâm şehri Gırnata’yı (Granada), Müslümanların izzeti, canı ve malı konusunda garanti vererek teslim aldıktan sonra sözlerinde durmayıp çıktıkları Müslüman avında, Müslümanları Hristiyanlardan ayırt etmek için belirledikleri kriterlerden biri de “yıkanmaları ve temiz olmaları”ydı.
Batılı Hristiyanlar açısından “Poitiers Zaferi”, aralarındaki ihtilaflara son vererek bulundukları “karanlık”tan çıkmamak için el ele verdikleri bir yenilgiydi aslında…