İspanya İçişleri Bakanlığı, Ağustos sonunda Emniyet teşkilatına «Aşırı dinci Müslüman nasıl belli olur» başlıklı bir el kitapçığı dağıttı. Buna göre, polis bu kitapçığı sürekli yanlarında taşıyacak ve kitapçıktaki tariflere uyan insanları belirleyerek takibe alacak.
El Periodico gazetesinin haberine göre, söz konusu kitapçıkta 'aşırı dinci Müslümanlar'ın robot çizimleri var. El kitapçığında dikkat çeken şeylerden biri, herhangi bir Müslüman'ın sahip olabileceği özelliklerin 'aşırı'lık belirtisi olarak gösterilmesi. Kitapçıkta burka ya da çarşaf giyen bir kadının yanı sıra başörtüsü takan, başını bir şalla örten kadınlar da 'aşırı dinci Müslüman' olarak resmedilmiş. 'Aşırı dinci Müslüman'ın tarifi ise şu şekilde yapılmış: 'Az bıyığı olan, 5-10 santimi bulan sakallı kişiler. Şalvar tipi pantolon giyerler. İşyerleri alkollü içecek satan bölgelerden uzak olur. Çocukları okulda jimnastik çalışmalarına katılmaz ve Ramazan'da oruç tutarlar. Genelde topluma entegre olmaz, kendi aralarında dostluk kurarlar.' Bir Müslüman'ın bu özelliklerin en az yarısını taşıması işten bile değil. Hatta alkollü mekânlardan uzak bir bölgede iş yeri olan sakallı Hıristiyan bir erkek, o gün haç takmayı unutmuş bir rahip-rahibe veya bir arada dolaşan bir grup Yahudi de, sınırlar bu kadar geniş çizildiği için güme gidebilir gibi görünüyor.
YASALARLA DESTEKLENEN İSLAM DÜŞMANLIĞI
Söz konusu uygulama, aslında son yıllarda giderek artan ayrımcılığın yerini başlı başına bir 'Müslüman avı'na bırakmakta olduğunun işaret fişeği. İspanya'da daha önce de Lerida kentinde, burka ve çarşaf yasaklanmıştı. 135.000 nüfuslu şehirdeki 100'den az sayıdaki kadın için 2010 yılında uygulamaya konan bu yasağı, İspanya Yüksek Mahkemesi, 'din özgürlüğünün uygulanmasına sınırlama getirilemeyeceğine ve böyle bir yasağın temel insan haklarıyla bağdaşmadığına' kanaat getirerek 2013 Şubat ayında iptal etmişti. Ancak 3 yıl önce ülkedeki 100 kadını hedef alan yasak, bugün tüm Müslümanları fişleyecek yeni bir şekle dönüşmüş durumda. Bu uygulamanın da mahkemeden döneceğini tahmin ederek kendimizi rahatlatmayı seçebiliriz ancak İçişleri Bakanlığı'nın böyle bir uygulamaya yönelmesi bile fazlasıyla ürkütücü.
İspanya bu konuda yalnız da değil. Fransa'da ve Belçika'da da birkaç yıl önce burka giymek yasaklanmıştı. Danimarka'da benzeri yasaklar için imza kampanyaları, İngiltere'de anketler düzenlenmişti. İsviçre'nin kantonlarından Ticino'da da 22 Eylül'de, burkanın yasaklanmasına ilişkin oylama yapılacak. İsviçre'de tüm ülkede burka giyenlerin sayısının en fazla 100 olduğu söyleniyor. Yani ülkenin bir bölgesi bu 100 kadını yasaklamak için iki hafta referanduma gidecek.
Müslümanlara karşı devlet eliyle getirilen yasaklar ve uygulamalar, burka gibi 'aşırı'lık sayılan belirtilerle de sınırlı kalmıyor. Hatırlarsak, İsviçre gibi tüm ülkede sadece 4 minarenin bulunduğu bir ülkede, 2010'da düzenlenen referandumda minare yasağına 'evet' oyu çıkmıştı. Referandum sonucu kadar, yasağa 'evet' diyenlerin kullandığı posterler de dikkat çekmişti. Minareleri İsviçre bayrağına yerleştirilmiş füzeler gibi gösteren posterlerde, burkalı bir kadın figürü vardı. İsviçre'de yaşayan 400 bin Müslüman nüfusun yaklaşık % 5'ini oluşturuyor. Türkiye'de kiliselere, havra ve sinagoglara bu tarz bir yasak getirilseydi neler olurdu bilemiyorum ancak İsviçre dünyanın en demokratik ülkelerinden biri olarak anılmaya devam ediyor.
Yasalarla da sağlama alınan İslam karşıtlığı, İslam düşmanlığının ve dolayısıyla Müslümanlara saldırıların da önünü açıyor. Avrupa'da son yıllarda Müslümanları ve camileri hedef alan saldırılarda büyük artış var. Araştırmalara göre, Fransa'da son bir yılda 450'den fazla Müslüman saldırıya uğradı (%85'i kadın), son 1,5 yılda İngiltere ve Galler'de 1200 İslam karşıtı saldırı gerçekleşti, ABD'de 10 yılda 500'den, Hollanda'da beş yılda 100'den fazla cami saldırıya uğradı, Almanya'da ise yılda 120 saldırı düzenleniyor. Avrupa'da camilere ve Müslüman mezarlıklarına domuz başı ve kanı atılıyor, duvarlara haç, svastika işareti çiziliyor. Hatta ABD'de Müslümanları öldürmek için özel domuz mermileri üreten bir silah üreticisi bile var (Evet, doğru okudunuz ve True Blood gibi bir vampir filminden alıntı yapmıyorum). Şirket yöneticileri ucuna domuz şekli verilmiş ve domuz kanına batırılıp kırmızıya boyanmış bu mermilerle Müslümanları 'Cehennem'le tehdit etmek için birebir olduğunu iddia ediyor. Yani 'münferit' diye nitelenen olayları üst üste toplayınca topyekûn bir düşmanlıkla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu örnekleri artırmak mümkün. Bu bağlamda ABD'deki çeşitli istatistikler de, İslam karşıtı düşüncelerin yükseliş trendinde olduğunu gösteriyor. Washington Post-ABC News anketi, 2002'de % 24 olan 'İslam'a olumsuz bakış' oranının 2006'da % 46'ya çıktığını; Berkeley Üniversitesi'nin İslamofobi raporu ise, 2010 yılında Amerika'daki İslamofobik algının %64 seviyelerinde olduğunu söylüyor.
KRİZ, TERÖR, ARTAN MÜSLÜMAN SAYISI
Bu saldırıların temelde üç ana nedeni var. Birinci neden küresel ekonomik kriz sonrası artan bunalım ve işsizlik… İş bulmak ve geçinmek zorlaştıkça kendinden olmayanın gelip ekmeğini çalıyor olduğu düşüncesi İkinci Dünya Savaşı'nı getiren ırkçılığın da temel sebeplerindendi. Buna bağlı olarak güvenlikçi söylemler de artıyor ve Batılı ülkelerdeki suç oranlarındaki artış göçmenlerle, çoğunlukla da Müslümanlarla ilişkilendiriliyor.
İkinci neden Müslüman ülkelerde yaşanan şiddet olayları ve medyanın en sevdiği konu olan, radikal İslamcı örgütlerin terör eylemleri… 11 Eylül'le başlayan İslam dini ile terörü bağdaştırma anlayışı, Müslümanları mağdur ederken öte yandan da İslamofobi olarak adlandırılan bu yeni ırkçılık biçimini de körükledi. Oluşturulan sakallı terörist tipolojisi ve bu tipolojinin Hollywood filmlerinden polis kitapçıklarına kadar uzanan işleniş seyri, tüm Müslümanları tehdit ve Müslüman olarak gören zihniyetin oluşmasına imkan sağladı.
Ölen kişi için ABD'nin İnsansız Hava Aracı tarafından ya da Taliban'ın intihar saldırısı sırasında öldürülmek arasında çok da fark yok. Ya da Ebu Gureyb hapishanelerinde Amerikan askerlerinin yaptığı işkenceler El Kaide gruplarının yaptıklarından daha masum değil. Ancak Batı'da Müslümanlara fiziki ve sözlü saldırıların ve cami saldırılarının sayıları bu denli yüksekken, tehdidin hala Müslümanlar olarak genel kabul görmesi ise trajikomik bir sonuç. Norveç'te 2011'de gerçekleşen başbakanlık binası bombalı saldırısı ve Norveç Sosyal Demokrat Partisi'nin yaz kampına düzenlenen silahlı baskının failleri için de, gözler önce radikal İslami örgütlere yönelmişti. Ancak saldırıdan kısa süre sonra anlaşıldı ki yaşanan facia, İslam karşıtı bir terör eylemiydi. Saldırıları gerçekleştiren Anders Breivik, göçmen ve Müslümanlara ilişkin politikalarını fazla liberal bulduğu Norveç iktidar partisine hem bir ders hem de bir mesaj vermeyi amaçlamış ve toplamda 77 kişiyi öldürmüştü. Çünkü Breivik'e göre, Müslümanlar, Avrupa'da gücü ele geçirme ve Avrupa'nın değerlerini silme konusunda epey yol almıştı.
Bu da bizi saldırıların üçüncü nedenine götürüyor: Tüm dünyada Müslüman sayısının artması. Beklentilere göre 2010 yılında 1.6 milyar olan Müslüman nüfus %35 civarında artarak 2030 yılında 2.2 milyara çıkacak. ('Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği raporu' - Pew Araştırma Merkezi) Rapora göre, Müslüman nüfusun yıllık ortalama artış oranı Müslüman olmayan nüfusun iki katı düzeyinde. The Economist ise 2008 yılında bir 2050 tahmini yapıyor ve şöyle diyor: '1900'lerde dünyada 200 milyon Müslüman varken bugün bu rakam 1.5 milyarı aştı. Avrupa'nın kalbinde Hıristiyan dinini uygulayanlar azalırken, Arap ülkeleri boyunca İslam yeniden canlanıyor. Birçok Hıristiyan bilim adamına göre 2050 yılında İslam Hıristiyanlığı geçerek dünyanın sayıca en büyük dini haline gelecek.' The Economist'e göre Müslümanlığın yayılması için üç engelin aşılması gerek: İslami terörle eşleştirildikçe Kur'an yayılamayacak, Evangelistler İslam dünyasının Batı'da serbestçe yayılmasına izin vermeyecek ve İslam'ın kendini yayma hakkına demokratik hoşgörü gösterilebilecek.
'İSLAMOFOBİ' NEFRETİ SIRADANLAŞTIRIYOR
Tam da bu nedenle 'İslamofobi nefret suçu olsun' diyerek BM'ye çağrıda bulunan Başbakan Erdoğan ve AK Parti Hükümeti'nin bir yıldan kısa sürede 'radikal İslamcı' addedilmesi, hatta 'İslamcı teröre destek veriyor' kisvesine sokulmaya çalışılması şaşırtmıyor.
Bu yüzden öncelikle 'İslam korkusu' anlamına gelen 'İslamofobi' teriminden kurtulmak gerekiyor. Çünkü bu terim aslında faşizmi, örümcek fobisi, yükseklik ya da kapalı yer korkusu gibi, bir korku biçimi olarak ele alıyor, Müslümanlardan korkulmasını normalleştiriyor ve nefreti, düşmanlığı sıradanlaştırıyor. Hedef medya aracılığıyla 'radikalleştiriliyor' ve ürkütücü bir figür haline getiriliyor, kitlelere ise korku sandığı bir nefret kalıyor.
Yeni Şafak