Batı’da nefret salgını, Ortaçağ Avrupa’sındaki veba salgını gibi hızla yayılıyor

Mehmet Acet, Fransa’daki İslamofobik gelişmeleri değerlendirdiği yazısında, Macron’un körüklediği nefret salgınının Ortaçağ Avrupa’sındaki veba salgını gibi hızla yayıldığını söylüyor.

Mehmet Acet’in Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan köşe yazısı (31 Ekim 2020) şöyle:

Macron’un İslâm’a karşı savaşı nefret iklimini nasıl körüklüyor?

Önceki gün Fransa’nın sahil şehri Nice’te bıçaklı bir saldırgan, Notre Dame Kilisesi yakınlarında üç kişiyi katletti.

Hiç şüpheniz olmasın, bu korkunç saldırı, en fazla bu ülke nüfusunun yüzde 10’unu oluşturan Müslümanları dehşete düşürmüştür.

İki sebepten ötürü:

Hem “masum bir insanı öldürmeyi bütün âlemi öldürmek gibi sayan” bir dinin mensupları olarak böyle bir saldırıyı yapanın nasıl bir Müslüman olduğunu sorguladıkları için, hem de hiçbir kabahatleri olmadığı halde, nefret söylemlerinin/eylemlerinin bugüne kadarkinden daha fazla hedefi haline geleceklerini bildikleri için.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu yüzde 10 içinde çoğu kendi ülkesinin vatandaşı olan Müslümanlara karşı “Sizin bu işte bir kabahatiniz yok, rahat olun” demesi zaten beklenen bir şey değildi.

Aksine Nice’teki saldırıdan sonra olay yerinde yaptığı açıklamalarda görüldüğü gibi, ‘İslâmî terör’ lafını kullandı.

“Milletimiz, Katolik vatandaşlarıyla birlikte ‘İslâmî saldırının’ karşısındadır. Ülkemiz ‘İslâmî terör’ saldırısına maruz kaldı. Güvenliği sağlamak için 7 bin askeri görevlendirdik” dedi.

Bu sözlerle, aynı saldırıdan sonra konuşan Fransa’daki ırkçıların lideri Marine Le Pen’in “İslamizm bize savaş açmış bir ideoloji. Bu ideolojiyi yayan, destekleyen tüm dernekler, yapılar, erkek ve kadınları saf dışı bırakmak gerek” sözleri arasında küçük nüanslar dışında pek bir fark yoktu.

Görüldüğü üzere Fransız siyasetçiler açısından İslâm, Müslümanlar ve terör arasında bir ayrıştırma içine girmeden hareket etmek, bütün olup bitenlerden İslâm dinini sorumlu tutmak bir rutin haline gelmiş durumda.

İki örnek:

Fransa İçişleri Bakanı Darmanin’in ulusal bir televizyon kanalına çıkıp, “süpermarketlerdeki helal yiyecekleri, ayrılıkçı görüşleri besleyen bir mutfak” olarak nitelendirmesi.

İkinci bir örnek olarak, Fransa Sağlık Bakanı Agnes Buzyn’in koşuya uygun başörtüsü üreten Decathlon spor giyim markasını eleştirip, “Bunu bir Fransız markanın yapmamasını yeğlerdim” demesi.

Bunlar, terörle, şiddetle, radikalizmle alakası olmayan, dini vecibelerini yerine getirmeyen Müslümanları bile kategorik bir şekilde suçlu hanesine yerleştiren görüşler.

Bunun adı ırkçılık değilse başka ne olabilir ki?

Geçtiğimiz günlerde Eyfel Kulesi’nin yakınlarında iki kadın saldırgan, iki Müslüman kadını “pis Araplar” diye bağırarak bıçakladı. Bıçaklanan kadınlardan birinin durumu ağır.

Ama bu saldırıyı yapanlar Fransa’da neredeyse “kendilerini tutmamışlar” muamelesi gördü.

Tam bir histeri atmosferinin olduğu yerde başka ne beklenebilir ki?

Herhangi bir Müslümanın ya da nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan herhangi bir ülkenin dayanışma mesajları vermesine bile tahammül göstermiyorlar artık.

Hatırlayalım, Charlie Hebdo dergisi o kışkırtıcı çirkin karikatürleri yayınladıktan sonra saldırıya uğradığında neredeyse bütün dünya Fransa ile dayanışma görüntüsü vermek için Paris’e koşup gitmişti.

Ama aynı Paris’te artık “kimsenin dayanışmasına ihtiyacımız yok” der gibi bir kibir havası esiyor sanki.

Az da olsa Macron’a “Tuttuğun yol yol değil” diyen liderler de var Allah’tan.

Mesela Kanada Başbakanı Justin Trudeau.

Trudeau, Nice’teki bıçaklı saldırıyla ilgili olarak, “Bu saldırıları gerçekleştiren suçlular, teröristler, soğukkanlı katiller İslâm’ı temsil etmemektedir” dedi.

Kanada Başbakanı’nın bu sözleri bana İngiltere’nin eski başbakanı David Cameron’un 2013 yılında yine böyle bir saldırıdan sonra söylediklerini hatırlattı:

“Saldırıyı güzel bir şekilde hayatlarını sürdüren Müslümanlara yıkmak haksızlık olacaktır. Bugüne kadar terörden en çok Müslümanlar çekti. En çok zararı da onlar gördü. İslâm’da böyle bir eyleme yer yoktur. Polis ve istihbarat ekiplerimiz çok iyi çalışıyor. İngiltere teröre karşı her zaman dik duracak.”

Ben bu sözleri 7 sene sonra bile hatırlayabildiysem, İngiltere’de yaşayan Müslümanlar muhtemelen hiç unutmamışlardır.

Aynı Cameron, 2014’te bir İngiliz vatandaşının DEAŞ tarafından başı kesilerek öldürülmesi üzerine yine benzer bir duruş sergilemiş, ülkesinde yaşayan Müslümanlara sahip çıkıp şöyle demişti:

“Bunlar Irak ve Suriye’de binlerce Müslümanı, Hristiyanı, azınlıkları öldürüyor, katlediyor. Bunu İslâm adına yaptıklarını söylüyorlar. Bu saçmalık. İslâm barış dinidir. Bunlar Müslüman değil. Bunlar canavar.”

Ne yazık ki, Avrupa kıtasında sağduyu sahibi böyle yöneticilerin sayısı çok azalmış durumda.

Dışişleri bakanlarının Fransa’nın tutumuna destek veren açıklamalarından sonra, İngiltere’de bile 7 yılda köprünün altından epeyce bir miktar suyun akıp gittiği görülüyor.

Irkçılık, Avrupa’da ‘ana akım’ partileri bile esaret altına almaya başlıyor.

Macron, güvenliğinden sorumlu olduğu Fransız vatandaşlarının bir bölümünün hayatını tehlikeye atan bir tutum sergiliyor.

Nefret salgını, Ortaçağ Avrupa’sındaki veba salgını gibi hızla yayılıyor.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!