Yıllardır “AB’ye girmeye ne kadar hazırız” sorusuna cevap bulmaya çalışıyoruz.
Özellikle bendenizin “Gözünü AB bürümüşler” olarak tesmiye ettiğim kimi çevrelerin, biricik sorularıdır bu.
Doğrudur; Türkiye, standardı hayli düşük demokrasisi ve sık sık çalkantılara maruz bırakılan siyasi yapısıyla birçok eksikliği olan bir ülke.
Ancak, bu “AB’ye hazır olmak” hikâyesiyle kast edilenin, bazı yasaların değiştirilmesinden ziyade, sosyal ve kültürel yaşamın dönüştürülmesi olduğu da biliniyor.
Nitekim birçok AB temsilcisi, “Türkiye’yle esas sorun ne siyasi ne ekonomik. Bu tür sorunlar bir yerde çözülür. Esas mesele kültürel sorunları halletmek” diyor.
Hatırlarsınız; Almanya’nın eski Başbakanı Schröder de, kültür meselesinin önemine değindiği bir konuşmasında, “Henüz bazı eksikler olsa da, Türkiye devleti birçok reform yaptı. Bundan sonra taleplerimiz sadece devletten değil Türk toplumundan da olacaktır” demişti.
Evet, sadece devletimize değil, doğrudan biz halka yöneltiyorlar taleplerini.
Günlük hayata yani.
İşte tam da bu noktada bendeniz bir başka sorunun sorulmasından yanayım:
“Acaba AB bize ne kadar hazır?”
Evet, son dönemlerde Türkiye gibi ülkeler söz konusu olduğunda, AB mahfillerinde bir “çok kültürlülük” (MultiCulturalism) lafıdır gidiyor
Habermas gibi birçok batılı teoriysen, AB’nin uluslar-üstü bir anayasal vatandaşlık teorisi ekseninde çok kültürlülüğü ilke edinen yapısından dem vuruyorlar.
Oysa pratikte bunun pek bir karşılığı yok.
Avrupa’da, özellikle batı medeniyeti perspektifi dışında varsayılan Müslüman kökenliler söz konusu oldu mu, çok kültürlülük teorisi orada kalıyor ve kesinlikle işlemiyor.
Onlara “asimile edilmeleri gerekenler” gözüyle bakılıp soğuk savaş dönemi Avrupasına has bir jargonla “göçmenler” nitelemesi reva görülüyor.
Türkler başta olmak üzere Müslümanlar söz konusu oldu mu “çok kültürlülük” değil, “öteki” tanımlaması devreye sokuluyor.
AB ülkelerinin çok kültürlülük adına sergiledikleri ikiyüzlülük yine bizzat kendi kuruluşlarının raporlarında utanç verici bir itiraf olarak dile getiriliyor.
Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi’nin yayınladığı bir raporda, AB halkının yarısının “yabancılara ve göçmenlere” karşı tamamen olumsuz düşünceler içinde bulunduğu yeralıyor.
Yine İnsan Hakları için Uluslararası Helsinki Federasyonu (IHF) tarafından hazırlanan raporda, Avrupa’da Müslümanlara karşı ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğün iyice belirginleştiği, Müslümanları “içimizdeki düşman” olarak gösteren tek taraflı yayınların hızla arttığı belirtilip terörle mücadele kapsamında alınan tedbirlerin Müslümanları her açıdan dışlama operasyonlarına malzeme yapıldığı söyleniyor.
İngiltere “toplumsal uyumu”, Fransa “laiklik ilkesini, Almanya, “Alman toplumuyla kaynaşmayı”, İspanya “kamu güvenliğini” bahane ederek Müslümanları asimile etmenin çabalarına girişiyor.
Son dönemlerde açık açık “Çok kültürlülüğün Avrupalı değerleri tehdit etmesine izin verilemez” türünden sözler de sıklıkla sarf ediliyor.
Nitekim Hollanda Başbakanı, “Ulus, farklı kültürlerin toplamı anlamına gelmez”, İspanya eski Başbakanı Aznar ise, “Çok kültürlülük tam da toplumu parçalayan duruma denir” demek suretiyle asimilasyon eğilimlerini açıkça belli edenlerden.
Tüm bu gerçekler ışığında hiç düşündünüz mü;
Acaba “Batıda doğulu olmak” nasıl bir şey?
Doğu-batı ayrımı ne kadar anlamlı? Doğu ne kadar doğu, batı ne kadar batı?
Bir arada yaşamak mümkün mü? Ne kadar doğulu kalarak batıda ne kadar yaşayabilirsiniz?
Batıya göre öteki kimdir?
Bu soruların cevabını uzun yıllar batıda insan hakları aktivisti olarak büyük hizmetler vermiş, bir doğulu gözüyle batıyı iyi gözlemleyip iyi yorumlayabilmiş, değerli dostum Mehmet Doğan, geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Batıda doğulu olmak” kitabında veriyor.
Kitapta kimi zaman geniz yakan, zaman zaman da gülümseten çok hoş anılar var.
İşte bunlardan biri:
Berlin Duvarı’nın yıkıldığı günlerdir. Yazar, tarihe tanıklık etmek üzere oradadır.
Yıkılan duvarın dibinde ağlayan birini görür ve Alman zannettiği için Almanca sorar:
-Ağlama, artık özgürsün işte!
Meğer adam, Türkiye’den giden eski tüfek sosyalist Türklerden biriymiş.
Şöyle cevap verir:
-Ben duvarın yıkılışına değil, komünizmin çöküşüne ağlıyorum.
“Komünizm her yerde bitse bizde bitmez” dedikleri bu galiba.
Şaka bir yana;
“Batıda doğulu olmak”ı okuyunca, “doğuda batılı olmak”ı da iyi anlıyor insan!.
-----------
münaşaka
Rize Bağımsız Milletvekili Mesut Yılmaz, “Türkiye’de yeni bir partiye ihtiyaç var ama benim bu konuda bir çalışmam yok” demiş.
Hicranlı bir açıklama.
Çünkü sözlerinin daha açık anlamı şu;
“Türkiye’de yeni bir partiye ihtiyaç olabilir ama Mesut Yılmaz’a ihtiyaç yok!”
----------
sözünözü
Şimdi artık Doğu, Haçlılık değil, Medeniyet adına tecavüze uğruyor. (Sait Halim Paşa)
Vakit gazetesi