Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
Önce ilgili haberi okuyalım:
“İsviçreli yetkililer, Basel'de yaşayan 12 ve 14 yaşlarındaki iki Müslüman kız öğrencinin yüzme derslerine ve kamplara katılmayı reddetmeleri nedeniyle vatandaşlık başvurularını reddetti. Basel Vatandaşlık Komitesi Başkanı Stefan Wehrle, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, İsviçre vatandaşı olmak isteyenlerin ülkenin eğitim sistemine uymak zorunda olduğunu söyledi. Müslüman ailelerin çocuklarının yüzme derslerine katılmaması için İsviçre mahkemelerine yaptığı başvurular daha önce reddedilmiş ve Basel'deki okullar, yüzme derslerine katılmayı reddeden öğrencilerin ailelerine para cezası göndermişti. Basel'de Müslüman iki erkek öğrencinin dini gerekçelerle kadın öğretmenlerinin elini sıkmak istememesinin ardından ise öğrencilere tokalaşma zorunluluğu getirilmiş ve öğretmenleriyle tokalaşmadıkları takdirde öğrencilerin ailelerinin 5 bin frank para cezası ödeyeceği açıklanmıştı.”.
Sıhhatim elverdiği zamanlarda Doğu ve Batı'ya seyahatler ediyor, ümmetin problemleriyle canlı temaslar yoluyla meşgul olmaya çalışıyordum. Bu meyanda İsviçre'ye de gitmiştim. Müslümanlar dernek kurmuş, cami yapmış ve yapıyorlar, dinlerini ve dillerini korumak için tedbirler alıyorlardı. Burada bana anlatılanlar arasında şu hususlar da vardı:
İsviçre'de Hristiyanlık çok etkilidir, insanlar kiliseye devam etmeseler bile Hristiyanlık'la bağlarını milli bir mesele olarak muhafaza ederler. Hristiyan olmayan yabancılara ayrımcılık yapılır, çocukları normal liselere değil, zekası zayıf olanların okullarına yönlendirilir, cami ve dernek faaliyetlerine engeller çıkarılır… Cami yapmak için bir arsa almak isteseniz satmazlar, satın alsanız belediye türlü bahanelerle inşaat izni vermez…
Bu yüzme dersi de birçok Avrupa ülkesinde Müslümanların başına dert açtı. Ergenlik çağına gelmiş veya yaklaşmış kız çocukların erkek çocuklarla aynı havuzlarda yüzmelerinin caiz olmadığı konusu İslam'da tartışma dışıdır.
İslam ülkesinde bir kanun çıkarılsa ve “bütün dinlerin mabetlerine ve okullarına erkekler sarık sararak kadınlar da çarşaf giyerek girecekler” dense Batı'nın buna tepkisi nasıl olur!?
Bir dinin mensubu tesettürün farz, namahrem yanında açılmanın haram olduğuna inanıyorsa ona “ya açılarak okuyacaksın ya da seni okula ve vatandaşlığa kabul etmeyiz, hatta ceza da veririz” demenin insan hak ve özgürlükleri bakımından yeri nedir!? Bu nasıl Batı'dır, bu nasıl “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ne” imza atmışlıktır?!
Batılılar sözde entegrasyonu, uygulamada ise asimilasyonu hedef edinmiş bulunuyorlar. Avrupa'da yaşayan milyonlarca Müslüman ile barış, huzur ve bir çeşit bütünlük içinde yaşamanın yolu onları dinlerinden ve dillerinden ayırmak mıdır, farklılıklarını koruyarak bir ülkede beraberliği yaşamanın kurallarını koyup ona riayet etmek midir? Elbette ikincisidir. O zaman bırakın Müslümanlar, Hristiyanlar ve diğerleri inançlarına uygun yaşasınlar, her grup diğerine bu hakkı tanısın, “Avrupa kültürünü” değil, kamu düzenini korumada birleşsinler, kimseye zararı olmayan alanlarda her inanç ve dünya görüşü kendini temsil etmekte serbest olsun!
İnşaallah bir başka yazıda, “dini ve düzeni farklı (İslam dışı) olan bir ülkede yaşamak ve bu ülkenin vatandaşlığına girmek caiz midir, hangi şartlarda ve niçin” sorusuna cevap arayalım.