İsrail'i bölgede tutan hakiki güç, "Yahudi zekası ve başarısı" değil, Batı'nın hesaplarıdır. Batı, desteğini çeksin, İsrail'in işi birkaç haftada biter. Batı'nın İsrail'e desteğini sağlayan şey de bazı ülkelerin veya grup liderlerinin "İsrail'i yok edeceğiz" yolundaki tehditleri değil.
Batı, bu demeçlerin hangi bağlamda ve ne amaçla verildiğini çok iyi bilir.
Bu durumda şunun altını çizmek lazım: 1948, 1956, 1967 ve 1973'te Araplar İsrail ile savaşmadılar, ABD ile ve ABD patronajlığında bütün Batı ile savaştılar; ilk günden FKÖ ve 1987'den beri Hamas da İsrail'e karşı değil, ABD ve Batı'ya karşı mücadele vermektedir. Silah, teknoloji, istihbarat, malî yardım ve diplomasiyle ABD ve Avrupa'nın nasıl her durumda İsrail'e kayıtsız şartsız destek verdiğini son Gazze katliamında görmüş olduk. Amerika, BM'de kimsenin ağzını açtırmıyor. AB dönem başkanlığını Fransa'dan devralan Çek Cumhuriyeti'nin açıklaması, AB'nin çürümüşlüğünü, ikiyüzlülüğünü, sahteliğini bir kere daha ortaya koymuş oldu. Bosna'da onbinlerce Müslüman katledilir, gencecik kızlar kirletilirken sesini çıkarmayan AB, Gazze'de süren utanç verici katliamı kurumsal düzeyde "saldırı değil, İsrail'in savunma hakkı" olarak gördü. Bu Avrupa mı insanlığa nizamat verecek? ABD ve Avrupa'ya göre Hamas'ın tahrik etmesi, İsrail'e bu katliamları yapma hakkı veriyor. Dileyelim ki biri bana taş atıp kafamı yardı; bu, bana onu çoluk çocuğuyla öldürme hakkını verir mi?
Hayır, burada söz konusu olan ne Müslümanların ve Arapların zaafı, ne Hamas'ın politik kimliği ve mücadele yöntemi. Birinci derecede söz konusu olan Batı'nın, kendi geliştirdiği standartlar çerçevesinde "Müslümanları hak sahibi varlıklar" görmemesidir. İkinci sebep ise yine blok halinde Batı'nın her ne olursa olsun "İsrail'e kayıtsız şartsız destek verme" konusunda kendi içinde bir mutabakata varmış olmasıdır. Batı'nın İsrail'e, onu bütün uluslararası norm ve kurallardan muaf tutacak şekilde destek vermesinin üç temel sebebi vardır:
1. Batı, ister Hıristiyan ister seküler döneminde olsun, Yahudilerle bir arada yaşamak istemiyor. Bunun derinlere nüfuz eden teolojik, tarihî ve kültürel sebepleri var. Özellikle Avrupa'nın her tarihsel dönemde bir "Yahudi sorunu" olmuştur. Geçmişte Yahudilerle bir arada yaşayamadı, onları gettolara hapsetti. Modern zamanlarda "küçücük bir azınlık" olarak içinde yaşamasına izin veriyor, bir yerde "çoğunluk veya Hıristiyan ya da laiklerle eşit nüfusa sahip oldukları"nda, onlardan hemen rahatsızlık duymaya başlıyor. Bu açıdan Yahudi nüfusu bir tür "gönüllü arındırma"ya tabi tutup Filistin'e göndermesi, Avrupa'nın takip ettiği temel bir politikadır. Siyonistler için Filistin "ana yurt" ise Avrupa'nın gözünde "Yahudilerin sürgün diyarı"dır.
2. İkinci Savaş sırasında Nazilerin Yahudilere reva gördüğü soykırım birçok Avrupalıda utanca yol açtı, bir tür vicdan azabına sebep oldu. Bu da İsrail'in insanlık dışı da olsa yaptıklarının tolere edilmesini sağlıyor. Ancak bu faktör, İsrail'in her geçen gün daha da artırdığı katliamlar karşısında etkisini kaybediyor. Çünkü hem vicdan sahibi Batılılar, artık infial gösteriyor, hem bu gidişin Batı'nın da sonunu getireceğini düşünen politikacıların sayısı artıyor.
3. İsrail, bölgede Batı'nın ön karakoludur. Bu sayede İslam âleminin zenginlikleri, tabii kaynakları ve siyaseti kontrol ediliyor. İsrail'in varlığı bölgenin demokrasiye geçmesinin önündeki en büyük engel. Denebilir ki; Batı, İsrail üzerinden İslam âleminin başına güç bir bela sarmış bulunuyor. Bu açıdan açıkça telaffuz edilmese de "Hıristiyan-laik Batı" ile "Yahudi-Siyonist İsrail" arasında İslam'a karşı bir ittifak söz konusudur.
Batı'nın mutlak desteği üç durumda sona erer: a) Petrol tamamen biter, b) İslam dünyası bütünüyle Batı'nın mutlak denetimi altına girmeyi kabul eder, bütün direnç noktaları sona erer, c) İsrail'e verilen destek İsrail'in ve giderek Batı'nın hegemonik gücünün sona ermesine yol açacak kadar çığırından çıkar. En kuvvetli olanı üçüncüsüdür.
ZAMAN