Batı, Laik Esed’i İslamcı Muhaliflere Neden Tercih Eder?

Akif Emre, bugünkü yazısında Suriye hakkında ilginç ve dikkat çekici analizlerde bulundu.

HAKSÖZ-HABER

ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un Türkiye’yi; Savunma Bakanı Panetta’nın Ortadoğu’yu ziyaretleri üzerinden Suriye’deki gelişmeleri yorumlayan Akif Emre, ABD’nin ve Batı’nın İslamcıların egemen olduğu" bir Suriye'dense neden diktatör laik bir Esed’i tercih edeceklerini açıklıyor.

Yeni Şafak’taki köşesinde Akif Emre, ABD’nin İslamcı muhaliflerden uzak durmaya çalıştığını ve İsrail’in güvenliğini öncelediğini belirterek Batı’nın Suriye’de kontrollü bir iç savaşın sürmesinden yana olduğunu ifade ediyor. Türkiye’nin durduğu noktayı da değerlendiren Emre, Özgür Suriye Ordusuna açık çek verilip verilmediğini de cevaplıyor.

Akif Emre’nin yazısı:

ABD ve Türkiye aynı yöne mi bakıyor?

Akif Emre / Yeni Şafak

Suriye krizi Türkiye açısından her geçen gün siyasi, askeri ve ekonomik sorun haline gelirken insani boyutu, Batılı ülkerler için de, göz ardı edilemeyecek bir hal aldı. 20 bini bulan ölü sayısı, sadece Türkiye'de 50 bini aşkın mülteci ve her gün gelen iç savaş görüntüleriyle harap olmuş bir ülke... Muhtemelen Batı kamuoyu için 'katliam katsayısı'na henüz ulaşılmamış olmalı ki sadece kontrol altında tutulacak bir iç savaşın devamı için ellerinden geleni yapıyorlar.

Türkiye, başlangıçta heyecanlı desteğine karşılık kısa sürede sonuç alınamayacağını, en önemlisi sahada yalnız kaldığını ve de uzun sürecek bir krizle karşı karşıya olduğunu, hatta yeni bir Kuzey Irak sorunu gibi sürprizlerle yüzleşmek zorunda olduğunu gördü. Kriz bu şekilde derinleşecek olursa sekter bir iç savaş tehlikesi, İran'la girişilecek bir bölgesel rekabetin mahiyet değiştirme riski her gün biraz daha belirginleşiyor.

Tam bu süreçte Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton'ın Türkiye'ye gelip en üst düzeyde görüşmeler yaparak, krize aktif olarak müdahil olacakları sinyali vermesi hükümeti rahatlatmış görünüyor. Bu sırada Fransa ve İngiltere'nin de açıkladığı mali yardım, ne muhalifleri zafere ulaştırabilir ne de sınıra dayanan mültecilerin ihtiyaçlarını karşılar.

Muhalefetin Halep'te adeta ölüm kalım savaşı verdiği, askeri anlamda rüştünü ispatlama ve en önemli şehri ele geçirme sınavına tabi olduğu günlerde Clinton'ın verdiği mesajların Türkiye'nin beklentisiyle ne kadar uyuştuğu masaya yatırılmadı tam olarak. Politik anlamda Amerika'nın da muhalefete destek verdiği, dahası Türkiye'nin pozisyonunu desteklediği görüntüsü verilse de ayrıntılara girildiğinde durum çatallaşmakta. Belki Türkiye açısından, gerektiğinde uçuşa yasak saha ilanının işaret edilmesi elini güçlendiren bir sonuç olarak okunabilir ki, bunun da zamanı ve diplomatik meşruiyetinin nasıl sağlanacağı net değil.

ABD Dışişleri Bakanı her şeyden önce sonuç alacak askeri destek vermekten uzak olduklarını belli etti. Türkiye ile Amerikan işbirliğinin Esad sonrası Suriye için farklı projelerinin olduğunun bu stratejik yakınlaşmada ortaya çıkması da ayrıca bir paradoks.

Ne demek istediğimizi açalım: Türkiye, Suriye Ulusal Meclisi'nin Suriye muhalefetinin tek meşru temsilcisi olması için adeta tek başına mücadele verdi. Buna rağmen tüm muhalefet bu çatı altında toplanamadı ve uluslararası camia bunu tek meşru temsilci olarak tanımaya yanaşmadı. Clinton'ın da, Kahire'de farklı muhalif grupların inşa etmeye çalıştıkları oluşuma gönderme yaparken muhalefet arasındaki ayrılığa özel vurgu yapması genelde görmezden gelindi.

Üstelik İstanbul'da görüşmek için muhaliflerin arasından temsili hiçbir özelliği olmayan, ne Ulusal Meclis ne de Özgür Suriye Ordusu ile alakası bulunmayan kişiler seçmesi tesadüf değildi. Üstelik görüştüklerinin söylediklerine göre, muhalifler arasında farklı görüşlerin olduğuna gönderme yapması, Türkiye'nin hiç de duymak istemeyeceği sözlerdi.

Clinton'ın önemli vurgularından biri de Esad sonrası Baas yönetiminin tümüyle çökertilmeden, devlet mekanizması dağılmadan geçişi sağlayacak bir formül arayışıydı. Bu durum, Özgür Suriye Ordusu'nun Baas rejimiyle her türlü ilişkiyi, pazarlığı reddeden açıklamalarıyla birlikte düşünüldüğünde Rusya ile de varılacak bir anlaşma ile geçiş döneminin zeminin hazırlandığını akla getirmektedir.

Özellikle silahların istenmeyen unsurların eline geçmesine vurgu yapması Özgür Suriye Ordusu'na açık çek verilmediğinin işareti. Farklı kanallardan sızan haberlere göre CIA hem silah sevkiyatını kontrol ediyor hem de silahların istenmeyen grupların eline geçmemesini sağlıyor.

Bu süreçte Amerikan hassasiyeti ile Suriye'den gelen muhaliflerin işledikleri "vahşet" görüntülerinin birlikte okunmasında fayda var. Esad sonrası Suriye'de silahla kazanılmış bir zafer elde edecek İslamcı unsurları hiçbir zaman görmek istemeyeceği sır değil. Dolayısıyla Amerika, muhalefeti de dizayn etmeyi planladığının işaretlerini veriyor. Muhalefetten emin olmadığı sürece nihai sonuç almayı sağlayacak silahların geçişi de mümkün olmayacak görünüyor." İslamcıların egemen olduğu" bir Suriye'dense diktatör laik bir Esad her zaman tercih edilecektir.

Tüm bu süreçleri Clinton'dan önce Mısır, İsrail, Ürdün'ü gezen Savunma Bakanı Panetta'nın temaslarıyla birlikte değerlendirmekte yarar var. Esad sonrası Suriye'yi görüşen Panetta'nın birincil önceliğinin İsrail'in güvenliği meselesi olduğunu söylemeye gerek yok.

Sorun derinleşip yayıldıkça Suriye'nin sorunu olmaktan çıkıp bölgesel bir çatışmanın tohumlarını yeşertmeye devam edecek demektir. Amerika'nın, Türkiye tezlerine en yakın durduğu bir resimde bile derin çatlakların ortaya çıkması gittikçe Türkiye'yi içine çeken bir vakuma dönüşecek görünüyor.

 

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm