Hollanda’nın sergilediği tavrı diplomatik yönden herhangi bir çerçeveye oturtmak mümkün değil. Alelade bir vatandaşı bile bu şekilde kendi aracından indirip başka bir araca bindirerek sınır dışı etmek kabadayılık ve zorbalıktır. Bir ülkenin normal düzeyde diplomatik ilişki içinde olduğu bir başka ülkenin bakanına bu muameleyi yapmasının izahı ise yapılamaz, mümkün değildir.
Böyle bir muameleye izah bulmaları mümkün olmadığından Türkiye’nin Hollanda’daki vatandaşlarına yönelik etkinliklerinde ısrarcı olmasını gerekçe olarak kullanmaya çalışıyorlar. Türkiye her ne kadar ısrarcı davranmış olsa da yine böyle bir muamelenin gerekçesi oluşmuş olamaz. O yüzden Hollanda diplomatik alanda imajını yıpratacak çok çirkin bir davranışta bulunmuştur.
Niçin böyle bir şeye kalkıştığı konusunda farklı yorumlar yapılıyor. Bazıları Almanya ve güdümündeki ülkelerin Türkiye’deki referandumdan “evet” sonucu çıkmasından çok korktukları için Avrupa’daki Türkiye vatandaşlarına yönelik etkinliklere her ne pahasına olursa olsun engel olmaya çalıştıkları yorumunu yapıyorlar. Bu mümkün olabilir. Fakat eğer Hollanda böylesine çirkin bir muameleyle bunu amaçladıysa kendi açısından aptallık etmiştir. Çünkü bu muamele ters tepkiye neden olacak ve özellikle “evet” taraftarları içinden sandık başına gitme konusunda ihmalkâr davranmaya meyilli olanların bu konuda gayretlerini artıracaktır. Gerek Avrupa’da ve gerekse Türkiye içinde, “evet” oyu vermeye istekli ama sandık başına gitme konusunda ihmalkar davranmaları muhtemel kesimlerin genelde Avrupa’nın özelde Hollanda’nın tutumuna tepki amacıyla sandık başına gitme gayretleri artacak ve aktivitelerini bu şekilde ortaya koyacaklardır. Bunun yanı sıra kararsız kesimler içinde de “evet” oyu vermeye yönelmenin artması ihtimali de yüksektir.
Böyle bir sonucu göze alarak kasten bu yola başvurmaları da muhtemel değildir. O yüzden böyle çirkin bir muamelenin ardında başka sebepler aramak gerekir. Birçoklarının yorumuna göre de bu muamelenin asıl sebebi Hollanda’daki seçimlerdir. Ülkedeki yönetim seçimlerde oyların ırkçı partilere kaymasını engellemek amacıyla bir tür ırkçılık gösterisi yapma yoluna başvurmuştur. Çünkü ırkçı kesim Türkiye’den giden bakanların Hollanda’da faaliyet yapmasını iktidardaki siyasiler aleyhine kullanacaktı. Yönetim hem böyle bir şeye fırsat vermemek, hem de ırkçı zihniyete meyilli tabanı memnun etmek, onların oylarını çekmek için kabadayı tutuma başvurmaya ihtiyaç duymuştur. Yani iktidarı ellerinde tutanlar oyların ırkçı partilere kaymasını engellemek amacıyla normalde onlardan beklenmesi gereken tavırlarla ve uygulamalarla meydanlara çıkmayı tercih etmişlerdir.
Olayın bu boyutu aslında Avrupa’da ırkçılığın yeniden çok ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. ABD’de Trump’ın seçimi kazanmasıyla birlikte oy tabanının, yabancıları istemeyen, ırkçı temayülleri olan siyasi kadrolara kayması konusunda endişeler arttı. Fakat ilginçtir ki bu zihniyeti tümüyle benimsemeyen kesimler de oyların kaymasını engellemek amacıyla ırkçılığın yanlışlığını ortaya koymak için bir şeyler yapmak yerine kendileri de ırkçı zihniyete nispet edilebilecek türden fiiller icra etmeyi tercih ediyorlar.
Bu gidişat Avrupa’da ve genelde Batı’da ırkçı temayüllerin, buna gerekçe oluşturmak amacıyla kullanılan özelde İslamofobi’nin yani Müslüman düşmanlığının genelde de yabancı düşmanlığının çok ciddi bir sorun haline geldiğini gösteriyor. Böyle bir hastalığın yayılması karşısında Batı’nın yapması gereken aslında hastalığı daha fazla yaymak için ırkçıların yöntemlerini kullanmak değil bunun yanlışlığını toplumlara anlatmaktır. Aksi takdirde hastalık kendilerini de büyük sıkıntılara sokacaktır.
Yeni Akit