20. asrın kitleleri heyecanlandıran sloganı “Batılılaşmak”tı.
O derece ki, Batı dünyasından örnek verilerek yapılan siyasi, iktisadi ve toplumsal analizler sanki gökyüzünden zembille inmiş kutsal muamelesi görürdü. Batı’yı eleştirmek pek kolay değildi. Eleştirenlere de ilerleme karşıtları gözüyle bakılırdı. Bu durumun biraz değişmeye başladığını gözlemliyorum.
Soğuk Savaş sonrası Batı’nın yeni dünya düzenini kurma hamlesi fos çıktı. Ebu Ğureyb tarzı hapishanelerde yapılan işkenceler, wikileaks kanalıyla sızan ayıplar ve en önemlisi içine girilen ekonomik kriz, lâyüs’el konumuna yükseltilmiş Batı mitini, Batılı olmayan insan algısında sarsmaya başladı.
Hele bir de Batılı insanın gelecek endişesiyle yaşadığı paniğin haber kanallarında ele alınması Doğulu insana ‘neler oluyor?’ dedirtti.
Osmanlı’ya Ortadoğu’nun, Çin’e Uzakdoğu’nun “hasta adamı” teşhisini koymuştu, Batı. Doğu’ya sunduğu şifâ reçetesine de, “illâ da Batılılaşma” yazıyordu. Batılılaşmak da, tarihin sonu olarak algılanan modernleşmek demekti.
Amerikalı Japon devşirme filozof Yoshihiro Francis Fukuyama meşhur kitabı “The End of History and the Last Man / Tarihin Sonu ve Son Adam”da Batılı değerlerin insanlığın ulaşabileceği son nokta olduğunu, serbest piyasa ekonomisi ve demokrasinin medeniyet dağının zirvesi olduğunu ve bütün insanlığın bu değerlere ulaşarak tarihsel istikrar arayışını sonlandıracağın vs. bir çocuk saflığında dillendirmişti.
İşin ironik tarafı bugün tiye alınan Fukuyama’nın görüşleri, aslında Doğu’nun Batılılaşma taraftarı elitler tarafından adı konmadan söylenmişti. Onlar, moderniteyi, tarihin akışı içinde bir dönem olarak değil, tarihin sonunda kurulmuş seküler mesih düzeni gibi algıladılar.
Sonuç onların inandıkları gibi çıkmadı. Zaten bu yaklaşım, tarihin akışındaki mantığa, sosyal olayların meydana geliş tabiatına aykırıydı. Artık Batı’nın yaşadığı krizler, insanları Batı miti hakkında düşünmeye zorluyor. Yaşanan tıkanıklığın değerler sisteminden kaynaklandığı anlaşıldıkça da yeni arayışlar kaçınılmaz olacaktır.
Hasta adam teşhisi konmuş Osmanlı bâkiyesi Türkiye, Osmanlı hinterlandında tesbihin dağılmış tanelerini eşit birliktelik esasında bir araya getirme mücadelesi veriyor. Uzakdoğu’nun hasta adamı Çin, Batılı ülkelerin dünya ekonomi pastasındaki payını küçültüyor. Batılı şirketler hâkim oldukları pazarlarda Doğulu rakipleri karşısında ter dökmeye ve mevzi kaybetmeye başladılar.
Teknolojik gelişmelerde Batı hâlâ lider, evet. Ama bunun önemli bir kısımını da beyin göçüne borçlu. Küreselleşen dünyanın sosyal ve siyasi sorunlarına çözümler üretmekte kabızlık yaşayan ve beraber yaşama kültürü her geçen gün zayıflayan Batı’da tersine bir beyin göçü rahatlıkla yaşanabilir. Yeter ki yükselen güçler bunu iyi değerlendirsin!
Geçen yıl Avusturya’da katılmış olduğum bir konferansta, Batılı akademisyenlerin ülkelerinin içine girdiği krizleri ele alan tebliğlerini dinlemiştim. Yaşanan sürecin farkındalar. Ancak önemli tahliller yapmalarına rağmen aynı güçte çözüm önerileri sunamıyorlardı.
Türkiye’de Avrupa Birliği’ne tam üyelik fikrinin artık heyecan vermediği AB raporlarına yansıyor. Tabiî bunu hem Batı’nın yaşadığı krizler hem de Türkiye’nin son yıllarda attığı başarılı adımlar tetiklemiştir.
İnsanlar daha fazla özgüven sahibi. Böylesi bir trendin Doğulu halklarda oluşmaya başlaması bence çok önemli.
YENİ AKİT