Kuzey’de Güneyliler, Batılı sistem analizcileri için büyük bir dert olarak görülmektedir. Güneyliler, yani ezilen halkların çocukları II. Dünya Savaşı sonrası Batı’nın kalkınma yarışında çalıştırılmak için parya gibi pazı kuvvetleri ölçülerek Kuzey’e getirildiler. Emeğinin değerini tasarruf eden bu ezilmiş insanlar arasından hızla mavi yakalarını beyaz’a, göçmenliklerini yerleşik müteşebbisliğe dönüştürenler oldu.
Kuzeyliler ya da Batılılar; küresel sömürünün ve kitlesel ‘artı emeğin/değerin’ keyfini süren Beyaz efendiler, iki yanlış yaptılar:
Birincisi Batı-dışı dünyaya, sömürü ve asimilasyon aracı olarak ihraç ettikleri ulusçuluk ve Garplılaşma akımlarının istihdam politikalarını ayarlayamadılar. Toprağından ve geleneğinden koparttıkları göçmenler, önü alınmaz bir erozyonla Avrupa’nın ve Amerika’nın kapılarını zorlamaya başladılar.
İkinci yanlış veya tıkanma ise, kibirli-egemen Beyaz insanın, suya bastırılan topun elden fırlaması gibi, metrepollerin varoşlarına yığılan insanların ve Müslüman gençlerin muhalif duygularını kontrol edememeleri, Hippileri sisteme entegre ettikleri gibi manupile edememeleridir. Batı-dışı dünyanın köklerine yaslanan bu yeni jenerasyonun, küresel kapitalist sistemin içte ve dışta dayatan eşitsiz ve adaletsiz uygulamalarına itirazı ve isyanı engellenemedi ve engellenemiyor...
İnsanını tüketim nesnesine dönüştüren, değerler erozyonu yaşayan ABD ve AB ülkelerinin en fazla çekindiği ise, küresel kapitalizme itiraz eden ‘âdil bir dünya’ arayışıdır; bu muhalefet potansiyelinin, İslâm’ın evrensel ilkeleriyle tanışmasıdır, buluşmasıdır. Çünkü liberal ve sosyalist ayağı ile değerler erozyonu taşıyan Batılı paradigma karşısında tek alternatif dünya görüşü İslâm’dır.
İslâm, sistem bilinci taşıyan, Batılı sistem karşısında hakk’ı, adaleti, hukuku yeniden tanımlayan, güçlü bir temeldir. Batı’nın korktuğu ‘Başka bir dünya mümkün’ diyen insanlarının sosyal hayat içinde kuşatıcı İslâmî örnek ve örneklemlerle buluşmasıdır.
Batı açısından bu tanışma ve buluşma engellenmelidir.
Yani küresel sermaye ve küresel politika kurucuları için orta ve uzun vadeli böyle bir çekim alanının oluşmasına nefes alma hakkı verilmek istenmemektedir. Müslümanların zihinsel ve sosyal alanda açacağı özgürlük alanları engellenmeli, engellenemiyorsa kirletilmelidir. Ya da açılım yapabilecek potansiyel güçler birbirine düşürülmeye çalışılmaktadır.
İslâmî gelişim, etnik ve mezhepçi çatışmalar köpürtülerek; ya da sahih, zinde, çağa hitap edebilecek İslâmî çalışmaların yolu gelenekçi/ekzotik, modernist/uzlaşmacı, tekfirci/anarşist din algılarının ve aykırılıklarının teşvikiyle kesilip, kaos oluşturulmak istenmektedir.
İslâmcılığın 2002 yılında ‘durdurulduğu’ veya ‘iflas ettiği’ iddiaları Batılıları memnun etmeye dönük demagojilerdir.
Halkı Müslüman olan Türkiye’nin ‘yaratıcı kaos doktrini’ veya ‘kontrollü savaş stratejisi’ dolayımında engellenmek istenmesinin nedenini ve araçlarını üç maddede özetlemek mümkün:
2002 yılından bu yana AK Parti iktidarının ‘tevhidî uyanış süreci’ni değil; ama en azından Türkiye’yi özneleştirme çalışması dünya istikbârını oldukça rahatsız etmiştir.
Türk uluslaşmasının açtığı bir yara olan Kürt uluslaşması, her tür pragmatik tarz ve söylemle Batı tarafından hem kışkırtılmış, hem desteklenmiştir.
Kapitalist işgale ve kuşatmaya bir tepki olarak doğan el-Kaide ve ondan çok daha ölçüsüz şekillenen IŞİD gibi selefî kökenli, sünnetullah’ı gözetmeyen, hududullah’ı çiğneyen örgütlerce İslâm’ın temsil edilmesi görünürde tepkiyle karşılanmıştır. Ama aslında kuralsızlığa bulaşan bu tür örgütler hem İslâmofobi stratejisi için iyi bir kaynaktır; hem Batı bünyesindeki Güneyli çocukların böyle bir akıma ve kirli maceralara yönlenmesiyle isyan potansiyeli Türkiye üzerinden dışarıya itilmektedir.
Ama tüm zaaf ve kuşatılmışlığımıza rağmen İslâm, dünya gündemindedir.
İslâm sahih niyetli, donanımlı, vahyî tanıklığı ve adanmışlığı ilke edinmiş hasbi muslihleri, sıddıkları, yaşayan şehidleri beklemektedir.