Batı Aydınlanmasının bir ürünü: Sömürgecilik

Sömürgecilik nedir? Aydınlanma’dan Sanayi Devrimi’ne, oradan daha derinlere uzanan sömürgecilik pratiğinin tarihî seyri nasıl şekillenmiştir?

Ahmet Aslan / Perspektif.eu

Batı Aydınlanmasının bir ürünü: Sömürgecilik nedir?

Sömürgecilik (İng. “colonialism”, Alm. “Kolonialismus”) genel olarak daha gelişmiş ülkelerin Asya, Afrika, Avustralya ve Güney Amerika gibi bölgelerde siyasi otorite kurmalarını ifade eder. Modern dönemde “sömürgecilik” denilince akla ilk gelen 15. yüzyıldan itibaren İspanya, Portekiz, Britanya, Fransa ve Hollanda’nın Amerika kıtasında gerçekleştirdikleri işgallerdir. Bu işgaller sonraki yüzyıllarda yayılmış ve 19. yüzyılda hemen hemen tüm Asya ve Afrika’nın sömürgeleştirilmesine kadar varmıştır. Sömürgeciler genellikle işgal edilen topraklara kendi uluslarından kimseleri yerleştirerek buraların ekonomik kaynaklarını sömürmüşlerdir (Marshall, 2020: 691).

Sömürgeciliğin dönemleri

Sömürgeciliğin tarihi antik dönem, coğrafi keşiflerle başlayan dönem ve 19. yüzyılın ikinci yarısından sonrası şeklinde üç dönemde incelenebilir. Üçüncü dönemde sömürgecilik yeniden hız kazanmıştır. Bu dönem aynı zamanda emperyalizmin bugünkü anlamıyla kullanılmaya başladığı dönemdir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar sömürge kurmak, büyük toprak kazanmak, büyük devlet olmak için gerekli görülmüştür.

Tarihte bazen dinî sebeplerle gerçekleştirilen sömürgecilik faaliyetlerine zaman zaman stratejik ve askerî anlamlar da yüklenmiştir. Ancak sömürgecilikte asıl olan ekonomik ve siyasi faktörlerdir. 19. yüzyılda doğan ve günümüze kadar etkileri süren sömürgecilik tamamen ekonomik amaçlıdır. 1875’te Afrika’nın 10’da 1’i Avrupalılar tarafında sömürgeleştirilmişken yirmi yıl sonra bu oran 10’da 9’a çıkmıştır. 1890- 1913 yılları arasında İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Belçika, İtalya gibi devletler sömürgecilikle milyonlarca kilometre karelik toprak ve milyonlarca kişilik nüfus üzerinde egemenliğe ulaşmışlardır.

Kendilerini başka toplumlardan siyasi, askerî, iktisadi ve fikrî açılardan üstün gören Avrupa devletleri, Sanayi Devrimi ile yaşanan büyük dönüşüm sürecinde Asya ve Afrika’nın sahip olduğu kaynaklardan sınırsızca yararlanmayı hedeflemiştir. Bu hedef, dönemin Avrupası için iktisadi bir zorunluluk olarak görülmüştür. Böylece iktisadi hedefler, klasik sömürgecilikte ön planda görünen dinî ve siyasi hedeflerin önüne geçmiştir. Hristiyanlığın reforme edildiği bu coğrafyada sömürgecilik bu dönemde seküler uygarlık söylemiyle meşrulaştırmaya çalışılmıştır. Batı sömürgeciliği ile yüzleşen toplumlar ise Batı uygarlığı karşısında tek çarelerinin Batılılaşmak, modernleşmek olduğu teziyle karşı karşıya kalmıştır. Zira sahip olduğu bilgi ve teknoloji gücüyle Batı uygarlığı, alternatifi olmayan bir güç olarak görülmeye başlamıştır. Bu denklemde etkin olan “uygarlık ideolojisi”, tabii olarak sömürgecilik ve/ya emperyalizme karşı sahici bir direnişi imkânsızlaştırmıştır.

Sanayileşmeyle birlikte artan enerji ihtiyacı

Sanayi devrimiyle beliren yeni pazar ihtiyacı ve üretim döngüsünün talep ettiği ham madde, sömürgecilikle karşılanmaya çalışılmıştır. 1913’te Almanya’nın ithalatının yüzde 87’si, Fransa ve İngiltere’nin ithalatının yüzde 80’i ham madde ve yiyecekten oluşmaktayken bu ülkelerin ihracatları yüzde 60 civarında sanayi ürünleridir. Sanayinin yüksek oranda artan enerji ihtiyacı ise kömür ve petrol üretimindeki büyük artışta görülür. 1800’de Avrupa’nın kömür üretimi sadece 15 ton iken bu miktar, 1900’de 700 milyon ton, 1913’te ise 1, 2 milyar tona ulaşmıştır. 1890’da petrol üretimi 10 milyon ton iken, 1900’de 20 milyon tona, 1913’te 52 milyon tona ulaşmıştır. Başta petrol olmak üzere madenlere ihtiyaçtaki bu artış, sömürgecilikte büyük ve çetin mücadelelere sebep olmuştur.

Sömürgeciliğin 19. yüzyılda ulaştığı boyutları açığa çıkaran göstergelerden biri de demiryolu ulaşımında kaydedilen büyük gelişmedir. Asya ve Afrika’da sömürgeciliğin gelişmesinde en etkili araç demiryolu olmuştur. 1890’da dünyadaki demiryolu hatlarının uzunluğu 617.000 km iken bu uzunluk 1913’te 1.104.000 kilometreye ulaşmıştır. 1890-1913 arası dönemde Asya kıtasında demiryolu hatlarının artış oranı yüzde 127 olmuştur. Afrika’da ise bu oran yüzde 270’tir. Demiryolu hatlarındaki bu astronomik artış da sömürgeciliğin iki aktif alanının Afrika ve Uzak Doğu olduğunu gösterir (Armaoğlu, 2004: 45-46).

Modern sömürgecilik

Modern sömürgeciliğin iki ana biçimi vardır: İlkinde sömürgeciler, sömürülen ülkenin sakinlerini yerinden ederek, hatta yok ederek bu ülke üzerinde hakimiyet kurarlar. Mesela İngilizler; Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da bu şekilde sömürgeler oluşturmuştur. Bu tür sömürgeler duygu, alışkanlık ve politik tutumlar açısından sömürgeci ülkelerle ne kadar benzeşseler de zamanla bağımsızlaşmışlardır.

Modern sömürgeciliğin diğer biçiminde ise üstün bir güç, farklı etnik kökenlerden ve gelişmişlik düzeylerinden insanların yaşadığı bölgeleri işgal ederek hakimiyeti altında birleştirir. Avrupa ülkelerince 18. ve 19. yüzyıllarda Asya, Afrika ve Pasifik’in çoğunun sömürgeleştirilmesi bu şekilde olmuştur. Bu sömürgecilikte sömürgeciler, sömürülen ülkeleri uygarlaştırdıklarını iddia ederler. Onlar sözde “uygarlaştırma misyonlarıyla” sömürge halklarını, kendi toplumlarının kültür ve maddi standartlarına çıkarma vaadinde bulunurlar. Ancak uygarlaştırma söylemi bu ülkelerin sömürüldüğü, pazar olarak görüldüğü gerçeğini örtememiştir. Buna rağmen 20. yüzyılda Naziler Doğu Avrupa’da, Faşistler de Kuzey Afrika’da aynı taktikle sömürge oluşturmaya çalışmışlardır (Kumar, 2006: 79).

Yaygın sömürgecilikte sömürgeler sömüren ülkelerden uzak mesafededir. Ancak sömüren ülkenin hemen yanı başında bulunan halkların sömürülmesi de söz konusudur. İç sömürgecilik olarak adlandırılan bu tür sömürgeciliğe Britanya’nın son dört yüzyılda adanın dış bölgelerine yerleşen Kelt kökenli İskoçları, Gallileri ve İrlandalıları tahakküm altına alması gösterilebilir (Marshall, 2020: 315). Bu yaklaşımla Rusya’nın Sibirya gibi bölgeleri işgal ederek doğuya doğru genişlemesi de iç sömürgeciliktir (Kumar, 2006: 79).

Sömürgecilik ve emperyalizm

İmparatorlukçuluk anlamına gelen emperyalizm, günümüzdeki anlamıyla ilk olarak 1860’lı yıllarda Napolyon’un siyasi ve askerî emellerini ifade etmek bağlamında kullanılmıştır. Kavram zamanla büyük devletlerin askerî rekabetlerini, Asya ve Afrika’daki sömürgecilik yarışlarını anlatmak için kullanılır olmuştur. Günümüzde ise artık gelişmiş ülkelerin diğer ülkeler üzerinde egemenliğini, yani sömürgeciliğin günümüzdeki şeklini ifade etmektedir. Terim; başkası üzerinde egemenlik kurma anlamına gelen ve ilk defa Roma döneminde kullanılan “imperium” sözcüğünden türetilmiş, sömürgeciliğin zirve yaptığı 19. yüzyıldan sonra daha yaygın kullanılmaya başlamıştır.

Sömürgecilikten daha geniş anlamlı bir kavram olarak emperyalizm, toprak kazanma ve yayılmacılığın yanında kültürel ve iktisadi gibi dolaylı tahakküm kurma yollarını da içerir. Emperyalizmin açıklanmasına dair kuramlar üç farklı yaklaşımı yansıtır. Sosyolojik yaklaşıma göre emperyalizm gelenekleri, idealleri, eğilimleri ve toplumsal konumları sebebiyle modern kapitalist güçlerin çıkarlarına uymayan toplumlar üzerinde bu güçlerin kurduğu egemenliktir.

Marksist kuram emperyalizmi, kapitalist sanayileşmenin gelişmiş ülkelerde ulaştığı seviyenin zorunlu bir sonucu olarak görür. Bu açıklamaya göre emperyalizm, tıpkı sömürgecilikte olduğu gibi kapitalizm öncesi toplumların ya doğrudan ya da pazarları kontrol edilerek kapitalist güçlerin egemenliğine zorlanmasıdır. Üçüncü yaklaşıma göre ise emperyalizm, daha güçlü devletlerin çoğu ekonomik olmayan çeşitli sebeplerle ve farklı araçlardan yararlanarak zayıf devletleri kontrolleri altına alma çabalarıdır. Bu anlamıyla emperyalizm, Pers ve Roma imparatorlukları için de, SSCB ya da ABD’nin etkisiyle oluşmuş gayrıresmî imparatorluklar için de kullanılmaktadır (Marshall, 2020: 193-194).

“Sömürgecilik” yerine “Emperyalizm”

Eski sömürgelerin hemen hemen hepsinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “bağımsızlığına” kavuşması sebebiyle günümüzde klasik sömürgecilik güncelliğini kaybetmiş görünür. Örneğin Çin ve Japonya dışında İkinci Dünya Savaşı öncesi Asya’da bağımsız devlet bulunmazken, günümüzde bu kıtada sömürge kalmamıştır. Aynı şekilde Afrika’da 1960’lı yıllardan sonra onlarca devlet bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu sebeple sömürgecilik yerine emperyalizm terimi kullanılır (Armaoğlu, 2004: 45).

Emperyalist ülkeler yabancı pazarları kontrol etme, güç gösterisinde bulunma, ucuz emek gücüne ve doğal kaynaklara ulaşma gibi güdülerle hareket eder. Bu tür ülkeler amaçlarına ulaşmak için askerî alanda sert güç kullandıkları gibi siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda yumuşak güç de kullanırlar (Wunderlich ve Warrier, 2007). Günümüzde ulus devlet aktörlüğünde gelişen emperyalizmin yerini ekonomik, politik ve kültürel süreçleri içeren küresel ağların egemenliği almış görünür. Hardt ve Negri, İmparatorluk adlı eserlerinde emperyalizmin günümüz küresel iktidar yapılarını anlatmakta yetersiz kaldığını savunurlar. Günümüzün “emperyal imparatorluğu” çeşitli büyüklükte, farklı tiplerde yapı ve örgütler ağından oluşur. Görünen bir iktidar merkezine sahip değildir ve etkinliği için sınır kabul etmez (Hardt ve Negri, 2003:14).

Sömürgecilik ve modernlik

Modernlik, 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan bir dizi değişikliğe işaret eder (Giddens, 2012:9). Kimileri modernliği akılcılığın ve empirizmin yükseldiği 18. yüzyıla dayandırır. Kimileri ise modernliği endüstrileşmenin sebep olduğu dönüşümlerle açıklar. Köyden kente göç, devlet müdahalesinin artması, kitlesel eğitimin yaygınlaşması, sosyal hareketlilik, sekülerleşme, bireycilik, ulus devletin yükselişi ve kapitalizmin güçlenmesi modernliğin temel göstergeleridir. Batı’da modernlik endüstri toplumunun iş gücü, ham madde ve pazar gibi vazgeçilmez gereksinimlerini karşılama işlevi gören sömürgecilik süreciyle koşut gelişmiştir (Mooney ve Evans, 2007).

Sömürge halkların İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı işgalci kuvvetlere karşı bağımsızlık mücadeleleri ile sömürgeciliğin çözülmesi (İng. “decolonization”, Alm. die Entkolonialisierung) süreci başlamıştır. Demokrasi ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı açısından bu süreç bir taraftan zafer olarak yorumlanırken diğer taraftan Batı’nın bu toplumlarda misyonunu tamamlaması olarak sunulmuştur.

Ancak sömürge halklarının ulaştığı zafer boştur. Çünkü resmî sömürgeciliğin yerini gayriresmi yeni sömürgecilik almıştır. Sömürgeler resmî bağımsızlık ve ulusal egemenlik kazanmışlardır belki ama birçok açıdan sömürgeci güçlere sömürge oldukları zamanki kadar bağımlıdırlar. Bu durum özellikle gelişmiş ülkelerin talepleri doğrultusunda şekillenen ekonomik uzmanlaşmada ve Batı’ya bağımlı kültürel gelişmede kendini gösterir.

Yeni sömürgecilik teorisyenleri, eski sömürgelerdeki bu gelişme modeli ile resmî olarak hiçbir zaman sömürgeleştirilmemiş Latin Amerika’daki ekonomik ve kültürel gelişme arasındaki paralelliklere dikkat çeker. Onlara göre eski sömürgelerin gelişimi özellikle İngiltere ve ABD’nin ihtiyaç ve çıkarları etkisinde şekillenen Latin Amerika ülkelerinin gelişimine benzer (Kumar, 2006: 80).

Sömürgecilik ve Batı Aydınlanmasının felsefi birikimi

Avrupalıların sömürge faaliyetleri filozoflar tarafından genelde meşrulaştırılmıştır. David Hume siyahların beyazlardan daha aşağı, gelişmemiş, medeniyet kurmamış halklar olduğunu düşünür. Ona göre siyahlar; hüner gerektiren bir araç-gereç geliştirmemiş, sanat ve bilim üretememiştir. Hume, düşüncesini doğanın siyahlara eksik nitelikler bahşettiği savına dayandırır.

Kant da ırklar arasında hiyerarşik ayrım yapar. Ona göre beyaz ırk insanlığın ulaştığı zirvedir. Montesquieu ise kölelik fikrini lanetlemekle birlikte zencileri “sağduyu yoksunu kimseler” olarak niteler. Onunkine benzer bir tutarsızlığı John Locke da sergiler. O, köleliğe karşı çıkmasına rağmen köle ticaretine iştirak etmekten kendisini alamaz.

19. yüzyılın ünlü İngiliz filozofu John Stuart Mill ise 35 sene Doğu Hindistan Şirketi için çalışmış, özgürlük üzerine felsefe yapmış olmasına rağmen köleliğe ve sömürgeciliğe karşı durmamıştır (Zeybek, 2013: 91). Kısacası sömürgecilik ve işgaller için Batı aydınlanmasının felsefi birikimi tedavülde tutulmuş, Avrupa uygarlığının yüceliği söylemi daima kullanılmıştır.

Filozofların dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladıklarını, asıl meselenin ise onu değiştirmek olduğunu savunan Marx ise Doğu toplumlarına ilişkin analizinde sömürgeciliğe olumlu işlevler atfeder. Ona göre Doğu toplumlarında sermaye ve emek ilişkisi tam anlamıyla kurulamamış, bu sebeple sınıf çelişkisi oluşmamıştır. Marksizm’e göre bir toplumda sınıf çelişkisinin olmaması o toplumun tembelleşmesi, tarihin durağanlaşması anlamına gelir. Marx, sömürgeciliği ve onunla birlikte dışardan gelecek Batı kapitalizmini söz konusu toplumlar için ilerleme aracı olarak görür. Bu sebeple o, ABD’nin Meksika işgalini ve yıkıcı sonuçlar doğurduğunu kabul etmekle birlikte İngilizlerin Hindistan’ı sömürgeleştirmesini olumlu değerlendirmiştir (Brewer, 2002: 49-53).

Liberal hümanist Avrupa’nın savunucularından Ernest Renan’a (1823-1892) göre sömürgecilik politik bir zorunluluktur. Çünkü üstün ırk, aşağı ırklar üzerindeki uygarlaştırma misyonunu ancak sömürgecilikle gerçekleştirebilir (Mollaer, 2021: 69). Modern sömürgecilik Batı Aydınlanması’nın bir ürünüdür. Aydınlanma’yı mitolojiye geri dönüş olarak gören Adorno ve Horkheimer, onun temel sorununun araçsal akla dayanmak olduğunu savunurlar. Düşünürlere göre sömürge halkaları, ırkları yukarı ve aşağı olmak üzere iki kategoride gören bu akıl tarafından aşağılık sayılmak zorundaydılar (Adorno ve Horkheimer, 2014: 309). Kısacası Batı uygarlığı her ne kadar tarihin ikincil unsurları olarak görülse de araçsal akılla meşrulaştırılan ırkçılık, kölelik ve sömürgecilik de önemli faktörler arasındadır.

Kaynaklar

  • Adorno, T. W. ve Horkheimer, M. (2010). Aydınlanmanın Diyalektiği. İstanbul: Kabalcı.
  • Armaoğlu, F. (2004). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt 1-2: 1914- 1995), İstanbul: Alkım Yayınevi.
  • Brewer, A. (2002). Marxist theories of imperialism: a critical survey, London and N.Y: Routledge.
  • Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Go, J. (2006) “Postcolonial Theory”, The Cambridge Dictionary of Sociology, Ed. Bryan S. Turner, New York: Cambridge University Press.
  • Hardt, M., & Negri, A. (2003). İmparatorluk [Empire]. Çev. Abdullah Yilmaz, Istanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Kumar K. (2006). “Colonialism”, The Cambridge Dictionary of Sociology, Ed. Bryan S. Turner, New York: Cambridge University Press.
  • Mollaer, F. (2021). Anti-Kolonyalizm Söylemi Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme. Bursa: Dora.
  • Mooney, A. ve Evans, B. (2007). Globalization: The Key Concepts, Abingdon: Routledge.
  • Ritzer, G. (2011). Küresel Dünya, Çev. Melih Pekdemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Wunderlich, J., ve Warrier, M. (2007). A Dictionary of Globalization, S. Chapman & C. Hartley, Eds., London: Routledge.
  • Zeybek, S. O. (2013). “Avrupa düşüncesinin tali unsurları: Kölelik ve sömürgecilik”, İnsan & Toplum, 3(6), 87-106.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!